Yine Yoksullaşarak Üretim…
Mustafa Sönmez12.02.2010, CumaSanayi üretiminin 2009 Aralık ayı sonuçları, abartılı yorumları da beraberinde getirdi. “Fast-food medya”,…
Mustafa Sönmez
Devrin moda deyimlerinden biri “Yeni Medya Düzeni”. Yenilik, her şeyden önce medyada ortaya çıkan yeni mecralarda. Yani digitalleşmede…İnternetin, GSM şebekelerinin , geleneksel yazılı medyanın, hatta televizyonun yanında birer mecra olarak boy vermesi…Şimdi digital medyayı dikkate alarak içerik ve gelir modelleri konuşuluyor. Yazılı medyanın, digital medya ile ne kadar bir arada yaşayabileceği, ne kadar çekişeceği tartışılıyor.
Her ülkenin medya yapılanması farklı. Her şeyden önce unutulmaması gereken, medyanın, ekonomik bir sektör olmaktan önce, toplumun politik ve ideolojik yeniden üretimini gerçekleştiren temel kurumlarından biri olması; Ülkedeki sınıfsal güç dengesinin yansıdığı bir platform olması. Medya, bir ülkenin hakim güçlerinin iç kavgasının yansıdığı; ülkedeki sermaye egemenliğinin yeniden üretilmesinde işlevi olan en önemli düzlemlerden biri, belki de en önemlisi… Medyada digitalleşme, son tahlilde yeni “araçlara” , yeni mecralara kavuşmak demek.Ya içerik? Onu belirleyenler, her zaman medyanın egemenleri. İçeriğin özü aynı kalırken, varolan araçlara bir de digital olanlar ekleniyor, o kadar.
***
Türkiye’de digitalleşmenin boyutlarına göz atalım mı? TÜİK, 2010’da hanelerin yüzde 34’ünde masaüstü bilgisayar, yüzde 17’sinde de dizüstü bilgisayar olduğunu belirlemiş. Bu, bilgisayar sahipliğinin yüzde 51’e ulaşması, her 2 evden birinde bilgisayar bulunması demek.
Telekomünikasyon Kurumu’na göre ise, 2003 yılında sadece 19 bin internet abonesi varken, bu sayı 2006’da 2,8 milyona, 2010 Haziran’da 7,7 milyona ulaştı. Toplam internet abone sayılarının yıllık büyüme oranı yüzde 25’e çıkmış görünüyor. Yine TÜİK’in belirlemelerine göre, Türkiye’de hanelerin yüzde 42’si internete ulaşabilir durumda. Oran, kentlerde yüzde 49’a yaklaşıyor. İnternet kullanan ailelerde e-posta gönderip/alma amacı, yüzde 73 ile ilk sırayı alıyor. İnternet, ikinci olarak en çok (yüzde 64) sohbet odalarına mesaj göndermek için kullanılıyor. İnterneti, gazete-dergi okumada kullanma, yüzde 59 ile üçüncü sırada. Ailelerin yarısı, interneti radyo TV izlemede kullandıklarını da bildirmişler. Cep telefonu üstünden internet hizmeti alanların sayısı ise şimdilik 1 milyonu bulsa da önemli bir yerde.
Gelelim GSM, yani cep telefonu aboneliğine. 2010 ortasında cep telefonu abone sayısı 61,5 milyona ulaşmış durumda. Bu, 16,3 milyon sabit telefon aboneliğinin neredeyse 3 kat üstünde. 3G abone sayısı ise 11,4 milyonu bulmuş bile…
***
Digitalleşme, elbette önemli. Ama bir de soruyu şöyle soralım. İnternet ve GSM kullanımının bu kadar yaygınlaşması, medyadan beklenen bilgi, haber almada, farklı yorumlara ulaşmada, ifade özgürlüğünü genişletmede ne kadar ilerleme yarattı? İçeriği ne kadar demokratikleştirdi? Aslolan bu değil midir?
***
Bu soruya yoğunlaşıp Türkiye’nin medya ortamına göz attığımızda görünen şu. Mecralarda, yani araçlarda yenilik doludizgin ama içerikte anti-demokratikleşme de ürkütücü boyutta. Neden böyle? Dönüp dolaşıp medya mülkiyetini hatırlamamız gerekiyor. Medyada oligopolistik yapı pekişmiş durumda. Reklam harcamalarından yarısını aldığını belirten Doğan Grubu, medya düzeninin yarısına hükmediyor; yazılı medyadan, görsel medyaya, internet gazeteciliğinden kitap, müzik endüstrisine kadar farklı medya alt sektörlerinde egemen bir grup Doğan…
Medya düzenimizin bu hegemonik yapısına bizzat AKP iktidarınca, RTE eliyle “düzenleme” yapıldı. TMSF’nin müflis Dinç Bilgin’den devraldığı ikinci büyük medya grubu, Sabah-ATV, kamu bankalarının açtığı kredilerle, RTE’nin damadının yönettiği gruba verildi. Bu cüretkar hamleye, AKP ile koalisyon halindeki Fethullah Gülen cemaatinin mensuplarının kontrol etiği medya kuruluşları eklenince medyada iki bloklu bir yapı çıktı:Doğan Grubu karşısında “yandaş medya”. Arada kalan Çukurova, Doğuş, Ciner ve bazı irili-ufaklı medya kuruluşları, bu ana bloklaşmayı tamamlayan üçüncü (hatta buçuk mu demeli?) grup.
TRT ve Anadolu Ajansı gibi iki büyük kurumla kamu yayıncılığı ise, bekleneceği gibi, AKP iktidarının kontrolünde.
Bu medya mülkiyeti, bu güç dengesi, “medya düzeni”nin özünü oluşturur. Medya düzeninde içerik üretimi, esas olarak bu mülkiyet düzeni , bu düzende gücü oranında boy gösterenlerin beklentileri ve çıkarları doğrultusunda şekillenir. “Kağıttan egemenliğe”, digital ögelerin eklemlenmesi, temelde neyi değiştirir, neyi “yeni” yapar? Sanırım temelde fazla bir şeyi değil…Hatta bireye her saniye ulaşmanın imkanını sunan digital araçlar, bireyi daha sıkı manipüle etmenin imkanını sunmuyor mu? Ama yine de digitalleşme, sistemde küçük çatlaklar, demokratikleşme için yeni nefes boruları da açıyor. Ayrıca tartışılması gereken konular bunlar…