“Özellikle mavi yakalı çalışanları çok daha yakından ilgilendiren bir kriz yaşayabiliriz. Ekonomik demokratik haklarını kaybetmemek için insanların verebilecekleri tepki mutlaka bu rejimin yarattığı başka mağduriyetlerle birleşecektir, bu kaçınılmaz. Bu tepki sadece iş aş tepkisi olmaz. İş aş tepkisi mutlaka, işte Cumhuriyet değerlerinden tutun hukuksuzluğa, ifade özgürlüğünden tutun yargının bağımsız olmamasına, hukukun askıya alınmasına kadar duyulan bir dizi tepki ve mağduriyetle birleşir”

mustafa-sonmez

İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez’le iki hafta önce Türkiye ekonomisindeki olumsuz işaretler ile siyasi gelişmeler arasındaki ilişki üzerine konuşmuş daha çok sermaye cephesindeki gelişmelere odaklanmıştık. Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ile TÜSİAD’ın Erdoğan’a karşı sesini yükseltme cesareti bulacağını söyleyen Sönmez’in öngörüsü doğrulandı. Geçen iki hafta içinde ekonomik göstergelerdeki olumsuz eğilim de güçlendi. Sönmez’in Sendika.Org’a verdiği ikinci röportajda kapıyı çalan krizin emek cephesi açısından ne ifade ettiğine odaklanıyoruz. 2001’i aşan ve hem beyaz yakalıları hem de mavi yakalıları sert bir şekilde etkileyebilecek bir krizle karşı karşıya olduğumuzu söyleyen Sönmez, politik gerekçeleri olan bu krizin hem iktidar içinde hem de emekçiler arasında sarsıcı gelişmelere gebe olduğuna dikkat çekerek uyarıyor: Kaotik durum ve tabanın tepkisi emekçiler açısından kendiliğinden ilerlemelere yol açmaz. Demokratik muhalefet güçleri bu sürece aktif müdahalede bulunmazsa iktidar bu kriz durumunu bile kendi siyasi projesi için değerlendirebilir.

ÇİFT HANELİ ENFLASYONA HAZIR OLUN

Sendika.Org: Doların yükselişiyle birlikte kapıyı çalan kriz halkı nasıl etkileyecek?

Mustafa Sönmez: Bu kur artışı ithal girdi kullanan birçok sektörde bir maliyet enflasyonuna yol açacak. Bunu önümüzdeki aylardan itibaren peyderpey görmeye başlayabiliriz. Kur artışından kaynaklanan bir fiyat artışıyla enflasyon çarşıya pazara yansıyacak. Zaten Merkez Bankası da bunu kabul etti. Dolayısıyla yüzde 6’lık, yüzde 7’lik hedeflenen enflasyonlar hak getire, çift haneli enflasyonlar söz konusu olacak. Bir kere bunun bütün alt orta kesimler üzerinde bir etki yaratacağı açık.

BÜTÜN SEKTÖRLERDE İŞTEN ÇIKARMA BEKLEYEBİLİRİZ

Bu yüksek fiyat artışına karşılık gelir ayağında bazı aksamalar, eksilmeler söz konusu olacak. Son seçimde seçim vaadiyle asgari ücreti 1300 TL yapmışlardı, biraz da iç talep olsun diye. O 1300 liranın 100 lirasını devlet karşılıyordu. Bütçeden 10 milyar lira kadar bir harcama yapıldı bunun için. İşverenin ödemesi gereken primleri devlet ödeyerek bunu sübvanse etti. Bu destek de 2017’de kalkıyor. Dolayısıyla işverenlere böyle bir ücret maliyeti gelecek.

Yanı sıra asgari ücret 100 TL daha artırılsa, 1400 TL yapılsa bu asgari ücretin işverene maliyeti 2170 TL ediyor. Şimdi 2170 TL maliyetle bu kriz şartlarında işveren işçi çıkarmadan istihdama devam eder mi? Özellikle ekonomi daraldığı anda, burada peyderpey, eğer hava açmaz iklim değişmezse bütün sektörlerden bir tensikat, işten çıkarma bekleyebiliriz.

İŞSİZLİK VE ENFLASYON ÜST ÜSTE BİNECEK

Bu ne demektir. Bu yüzde 11 diye açıklanan son resmi işsizliğin her ay yukarıya doğru seyri demektir. 3,5 milyon olarak açıklanan resmi işsizlere her ay 100 binlerin eklenmesi demektir. Mutlaka sanayi kesiminden, inşaat kesiminden, hizmetler kesiminden, hem mavi yakalı hem beyaz yakalı işsizler olacaktır.

Dolayısıyla toplumu bir yandan yükselen enflasyon bir yandan da yükselen işsizlik problemi ile karşı karşıya görebiliriz önümüzdeki günlerde.

DAYANIKLI TÜKETİM MALLARINDA CİDDİ TALEP DÜŞÜŞÜ VAR

Sektörel olarak bakıldığında, bu tabii sektörden sektöre fark edebilir. Bunun şimdiden izlerini görüyoruz. Sanayide özellikle birtakım sektörlerin daha ciddi kan kaybı olduğunu görebiliriz.

Mesela?

Dayanıklı tüketim mallarında mesela çok ciddi bir talep düşüşü var. Beyaz eşya satışları son derece düşmüş durumda. Çünkü insanların en çok en kolay vazgeçebilecekleri, erteleyebilecekleri harcamalar dayanıklı tüketim malları vs’dir. Yani otomobil almayı ertelersiniz, beyaz eşya yenilemeyi ertelersiniz, televizyonu yenilmeyi ertelersiniz ama gıdadan, zorunlu giyimden, kiradan çok kolay vazgeçemezsiniz.

AVM’LER ZORDA, BEYAZ YAKALI İŞSİZLİĞİ KENDİNİ HİSSETTİRDİ

Dolayısıyla böyle iç pazara dönük sektörlerde bir düşüş var. Nitekim AVM’lerin cirolarına bakıldığında, perakende sektörüne bakıldığında, belli düşüşler hemen görünüyor. Orada özellikle yüksek kiralarla baş edemeyen perakende sektöründe ciddi bir dökülme var ve oradan kaynaklanan ciddi bir beyaz yakalı işsizliği hemen kendini hissettirdi.

Sanayi tabii esas önümüzdeki zaman dilimi içerisinde ciddi sıkıntıya girebilir. Çünkü özel sektör firmalarının net 211 milyar dolar borçları var, döviz açıkları var. Bu kur artışlarıyla beraber bu firmaların bilançoları çok ciddi zarar yazmaya başladı. Bununla ayakta kalmaları çok zor. Dolayısıyla bu firmaların çalıştıkları bankalar ayrıca bu firmaları köşeye sıkıştırabilir. Kendilerini kurtarmak açısından kredilerini geri çağırabilir. Ve bu firmalarda irili ufaklı önemli dökülmeler başlayabilir.

HER SEKTÖRDE FİRMA DÖKÜLMESİ MUHTEMEL

İnşaat sektöründe keza, konut satışları vergi indirimleri ve faiz teşvikleriyle biraz canlandırıldı ama bu kur şoku, özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye hakkındaki Avrupa Parlamentosunun müzakereyi dondurma kararının arkasından taleplerde önemli gerilemeler olur.

İç talep gerilemesini telafi edecek bir dış pazar da yok. Çünkü hem Avrupa’da ekonomi sıfır büyüme halinde ve talep yok hem de Ortadoğu pazarlarında önemli bir düşüş yaşandı. Dış talep olmadığı için bütün umut iç talepte. İç talepte de kemer sıkmaya, tasarrufa ya da mecburen harcamamaya doğru bir yöneliş olduğu zaman bunu kaldıramayacak kesimler açısından her sektörden önemli bir firma dökülmesi olabilir.

SERMAYE KIDEM TAZMİNATINA YÖNELİK DÜZENLEME TALEP EDEBİLİR

Bunların koşullara uyum sağlamak için geçmiş krizlerden de bildiğimiz, yaptıkları ilk şey, önce işçilere ücretsiz izin vermek, daha sonra geri alamıyorsa tensikata başvurmak… Burada el freni sadece kıdem tazminatı meselesidir. Bunu da belli ölçülerde aşmanın yolunu arayacaklar ya da hükümetten belki belli kolaylıklar isteyecekler. Kaç zamandır istedikleri bir şeydi bu kıdem tazminatı frenini kaldırmak. Burada belki yılda 30 günlük tazminat yükünü yılda 15 güne indirecek bir düzenleme isteyebilirler hükümetten. Çalışan sınıfların yüz yüze kalabilecekler sorunlardan biri bu.

İŞSİZLİK ORANI DAHA DA YÜKSELEBİLİR

Dolayısıyla burada hem enflasyondan veya gelirlerin yeterince yükselmemesinden dolayı bir pahalılık şikayeti, hem de işten olmak ve iş bulamamak durumu açığa çıkabilir. Bir işten olmak var bir de dışarıdaki 3,5 milyon insanın geleceğe dönük iş umutlarının kalmaması var. Hele ki gelirin azalması durumunda ev kadınlarının, ayrıca yeni mezun olacakların işgücü piyasasına girmesiyle beraber işsizlik oranı daha da yükselebilir.

Dolayısıyla burada alt sınıflarda ciddi bir deprem hali kaçınılmaz gibi görünüyor. Şimdi buna nasıl bir tepki verirler o ayrı bir hadise.

Metalde geçen yıl zaten bir rahatsızlık vardı. Bütün  o baskı ortamına rağmen Türk Metal’e yönelik bir isyan biçiminde gelİşti. Hem metal sanayicileri bölündü hem de metal işçisi üzerindeki Türk Metal tahakkümü kısmen kırılır gibi oldu. Dayanıklı tüketim mallarında bir sorun varsa, bu demek ki buraya da yansıyacak. Hatta ufak ufak hareketlenmeler de var. Burada Türk Metal’in bile grev ilan etmek zorunda kaldığı bir durum…

Erdemir var mesela. Erdemir yassı metal ürettiği için bütün beyaz eşyaya, otomotiv sektörüne çalışıyor. Orada talep düşmesi halinde, mesela 2008-2009 krizinde yine Erdemir işçilerine “Ya tensikat ya tenzilat” deyip, bırak ücret artırımını, ücret indirimini bile zorlamışlardı. Benzer şeyler bütün sektörlerde olabilir. Baktığınızda aslında bütün sektörler okkanın altında.

MEGA PROJELER HAZİNEYE BÜYÜK YÜK BİNDİRECEK

Geçen söyleşimizde mega projelerin finansmanında sorun var diyordunuz.

Orada hala sorun var. Hem döviz borçları, hem devletin taahhüt ettiği garantiler var. Yani, bir, o projelerin bitirilmesi ile ilgili sorun var. Bir de bitirildikten sonra işletilmesi ile ilgili sorunlar var.

Şimdi mesela 3. havalimanının yüzde 20’sini ancak bitirmiş olmalılar. Geri kalan yüzde 80’lik bölümü var. O çark büyük ölçüde krediyle dönüyor ve kamu bankaları bu işe memur edildi. Kamu bankaları ciddi risk yüklendi. Ayrıca döviz borçlanmaları var. Bütün bunlar o projelerin tamamlanması konusunda ciddi problemler olacağını gösteriyor.

Bir de işletmeye alınmış, mesela 3. Köprü gibi, aralık ayının sonun açılacak Avrasya Tüneli gibi devletin verdiği garantilerden dolayı hazinenin gireceği yükler var. Ne diyor devlet: Şu kadar araç geçmezse ben vereceğim. Şu kadar köprüden tünelden araç geçiş garantisi veriyor. Bunlar olmadığı takdirde ben karşılayacağım diyor. Üstelik bunlar döviz üstünden taahhütler. Bunlar hep hazineye yük olacak. Ayrıca devletin garanti ettiği, bunların kullandığı krediler var. Bu kredilerin geri dönüşünde sorunlar yaşanırsa bütün bunlar hazineye ayrıca yük olacak.

211 MİLYAR DOLAR AÇIK VAR, BANKA SİSTEMİ DE SARSILIR, SORUN DEVLETİN KUCAĞINA OTURUR

Özet olarak yani hem bu mega projelerde ciddi hazine yükü söz konusu olabilir. Hem özel sektör firmaları borç yükümlülülklerini geri ödeyemedikleri takdirde bankaları aşağı doğru çekebilirler. Çünkü bu 211 milyar dolarlık döviz açığının önemli bir kısmı içerideki bankalarla ilgili. Ayrıca dışarıdaki bankalar var, bir de ithalatçıların alacakları var. Bu ister istemez bir banka sektörünü de sarsar.

Böylesi durumlarda devlet kenarda durmaz. Yani bu gider devletin kucağına oturur. Ve kamu maliyesi önemli açıklar vermeye başlar. Kamu maliyesi açık vermeye başlayınca, ekonomi de küçülünce hem vergi gelirleri düşer hem de zaruri harcamalar yerine getirilmemeye başlanır. Mesela SGK önemli açıklar verir. Sağlık harcamalarında hizmet kalitesi düşer ya da insanları sağlık harcamalarına katılmaya zorlarlar. O anlamda zincirleme olarak özel sektör, banka, en son da devletin içine çekileceği bir yangın bir sarmal pekala mümkün görünüyor.

EMEKÇİ TEHDİT ALTINDA VE ÖRGÜTSÜZ

Çalışan kesimin çok ağır kayıplara uğrayacağı açık. Şimdi burada önemli olan bu kayıplara karşı emek kesimi ne kadar hazır. Ne kadar örgütlü. Şimdi buna baktığımızda “maalesef” demek durumundayız. Çünkü 18 milyon ücretli görünüyor Türkiye’de. Bunun hadi 3 milyonu kamu kesimi, biraz örgütlü ve biraz iş güvenceli olsun. Geriye kalan 15 milyonun 1-1,5 milyonu ancak sendikalı durumda. Ve bunların da önemli bir kısmı Türk İş’te bloke edilmiş durumda.

Bir de Hak İş’te…

Ve Hak İş’te. Bunlar ikisi de hükümete ya da rejime payanda kurumlar haline getirilmiş. Bir anlamda rehin alınmış, dolayısıyla bu örgütlülük içerisinde kayıplara nasıl reaksiyon vereceklerini de bilmiyoruz. Pekala işyerlerindeki olası tepkiler de bu sendikalar tarafından bloklanabilir. Böyle bir durum maalesef söz konusu.

2001’İ AŞAN BİR KRİZ KAPIDA

Ama belli olmaz, yani dip dalgalar, dip direnişler… Bütün bunlar da çok muhtemel, çünkü yaklaşmakta olan dalga hiç küçük değil. Belki de 2001’de yaşanandan daha büyük. Onu söyleyebiliriz. Çünkü 2001’in krizi esas olarak bir kamu maliyesi kriziydi. Ve içi boşaltılmış bankalardan dolayı bir finans kriziydi. Reel sektöre yansıması dolaylı oldu. Bu kez işin odağında bizzat özel sektör var ve hem sanayi hem hizmet kesimi var. Yangın oradan başlayacağı için etkileri çok daha büyük olabilir. Yani reel sektörden başlayan bankalara yayılan, oradan kamu maliyesine yayılan bir yangın söz konusu olabilir. Bu anlamda çalışan kesimi, özellikle mavi yakalı çalışanları çok daha yakından ilgilendiren bir kriz yaşayabiliriz.

Aslında emekçiler bir dizi eylemle sahne alıyorlar. Son dönemden bir örnek olarak Üsküdar’daki EMAAR işçilerinin eylemi ilginçti. Demirtaş’ların tutuklanmasına karşı sokağa çıktılar. Ama biliyoruz ki binlerce işçinin çalıştığı EMAAR’da İnşaat İşçileri Sendikası’nın iş kazalarına ve ücretlerin ödenmemesi gibi durumlara karşı yürüttüğü çalışmalar var. İnşaat işçileri bir yandan da sendika üyeliği anlamında çok örgütsüz ve Kürt kökenli işçiler. Sendikaların geleneksel anlamdaki etkinliğinin dışında, siyasal tepkilerle sınıfsal tepkilerin iç içe geçtiği emekçi refleksleri karşımıza çıkabilir…

Evet, ekonomik demokratik haklarını kaybetmemek için insanların verebilecekleri tepki mutlaka bu rejimin yarattığı başka mağduriyetlerle birleşecektir, bu kaçınılmaz. Bu tepki sadece iş aş tepkisi olmaz. İş aş tepkisi mutlaka, işte Cumhuriyet değerlerinden tutun hukuksuzluğa, ifade özgürlüğünden tutun yargının bağımsız olmamasına, hukukun askıya alınmasına kadar duyulan bir dizi tepki ver mağduriyetle birleşir. Bunun pür iş aş ve ekonomik bir tepki olması mümkün değil. Bu diğer mağduriyetlerle ekonomik mağduriyetler diğer siyasi ve kültürel mağduriyetlerle, aidiyet kimlikle ilgili mağduriyetlerle mutlaka birleşir.

KRİZE KARŞI EMEKÇİ TEPKİSİ KENDİLİĞİNDENLİĞE BIRAKILAMAZ

Buna müdahil olmak gerekir. Yani böyle bir muhalefet kendiliğindenliğe bırakılamaz. Burada demokratik muhalefet aktörü kim varsa, partiler, gruplar bunu böyle örgütlemek durumundalar. Yani buna böyle bir biçim verilirse ve böyle bir yan yana geliş, yol arkadaşılığı oluşursa, bununla baş etmenin, bunun üstünden kayıpları geri almanın imkanları söz konusu olur.

Aksi takdirde, böylesi krizleri kendiliğinden bir kaos çıkarması ya da insanları kendiliğinden bir tepkiye ve kazanımlara götürmesi gibi bir beklentide olmak son derece yanlış olur. Çünkü böylesi kaos durumlarında Tayyip Erdoğan bunu ifade etti, “yüzde 11 işsizlik var” dedi. Sanki bunu yaratan başka biriymiş gibi. Ama şöyle bir hesap içinde olabilir. “Bu hükümet, parlamento, parlamenter düzen problemleri halledemiyor. Karar alamıyorlar, yönetemiyorlar. Bu işsizliği de, pahalılığı da bana yetki verirseniz, beni başkan yaparsanız, ben hallederim” gibi bir söylem de geliştirebilir. Umutsuz kitleler, krizde canı yanmış kitlelerin bir kısmı buna kanabilir de.

Bu söylem daha çok işler yolundayken işe yarıyor gibi. Ama son dönemde Tayyip Erdoğan’ın başkanlık zorlamasıyla işlerin kötüye gittiği gibi tersine bir algı da oluşmaz mı, hele de AKP içinden çatlak sesler de ortaya çıkıyorken…

Bu bir ihtimaldir. Buna açık kapı bırakmak lazım. Yani mutaka olur demiyorum ama eğer doğru siyasi müdahaleler yapılmazsa bu damar işleyebilir. Bu damar zorlanabilir. Çünkü ülkede bir özgür medya yok, ellerinin altında tuttukları bir medya var. Bunların üstünden bunu işleyebilirler. Tabii bu yetkiyi, bu vekaleti verseler bile ben beklentilere bir cevap verilebileceğini sanmıyorum. Ama en azından o zevat bu söylemi sürdürerek istediği hedefe ulaşabilir. Buna o açıdan dikkat etmek lazım.

BU KRİZDEN AKP SERMAYESİ DE AZADE DEĞİL

Kuşkusuz bu işin nereye büküleceği, hangi mecraya akacağını belirleyecek bir dizi dış ve iç etken var. Dış dinamikler var. İçerde hem emek ve sermaye arasındaki bilek güreşi hem sermayenin kendi içindeki bilek güreşi sonuçları belirleyecek. Yani bu sermayenin özellikle organik kesiminin de şikayetleri mutlaka olacak. Çünkü bu krizden onların azade olması mümkün değil.

2009’da 67 milyar olan döviz açığı 2016’da 211 milyar dolara çıktı, üç kat arttı. Şimdi burada kim borçlandı? Burada MÜSİAD’cısından tut TÜSİAD’cısına kadar herkes borçlandı. Bu ustalık dönemi gazına gelip. Dolayısıyla böyle bir döviz açığı bütün sermaye kesimlerini kapsıyor. Burada hani “Bize dokunmaz ya da biz kayırılırız” beklentisi içinde olanlar olabilir. Ama bu mesele kayıracak kadar kaynak var mı, öyle bakmak lazım, ayrıca böyle kaotik bir ortamda herkes kaybedebilir. O nedenle ben bu süreçte AKP içinde de MÜSİAD’ı temsilen ciddi kırılmalar, çatlamalar, saflaşmalar olmasını ihtimal dahilinde görüyorum.

Şu anki çatlak sesler onun yansıması olabilir mi?

Bir anlamda evet, onlar duyulmaya başlandı. Hükümetin içinden bazı kesimlerin “Avrupa Birliği ile ilişkileri bu kadar germeyelim, bağları bu kadar koparmayalım, bunu efort edemeyiz” demesi önemlidir, anlamlıdır. Bu sesler artabilir.

BU KRİZ AĞIRLIKLA POLİTİK GEREKÇESİ OLAN BİR KRİZDİR

Şu görüldü ki bu kriz ağırlıkla bir politik gerekçesi olan krizdir. Yani ekonomik olarak alınacak önlemler bu krizi aşmaya yetmez. Çünkü bu sonuç olarak dış sermayenin Türkiye’den soğuması geri gitmesi ve gelmemesidir. Bu iştahsızlığın nedeni de Türkiye’deki ekonomik kırılganlıklar değil sadece, ama Türkiye’de politik risklerin yükselmesi, jeopolitik risklerin yükselmesidir.

Politik risklerin yükselmesini Avrupa Birliği müzakereleri dondurma şeklinde ifade etmiştir zaten tescillemiştir. O nedenle hukuk, insan hakları, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü bu alanlarda bu ihlallerle ilgili geri adımlar atmadıkça Türkiye’nin imajı düzelmeyecektir. İmaj düzelmedikçe de ihtiyaç duydukları dış sermaye akışı olmayacaktır.

İÇ KAVGA VE SAFLAŞMALAR ARTABİLİR

Şimdi hükümet içinde bunun ayırdında olan belli kesimler vardır. MÜSİAD ya da hükümete yandaş sermaye içinde, pek sesi çıkmayan TOBB içinde kesimler vardır. Bunlar bu uyarıları daha yüksek sesle yapmaya başlayacaklar.

Bizim Avrupa Birliği’yle olan ilişkileri koparmamak için politik olarak biraz havayı yumuşatmamız, geri adım atmamız gerekebilir ki nitekim işte OHAL’in uzatılmaması üstüne hem başbakandan sesler duyulmaya başlandı, idam kararı vs ile ilgili geri adımlar atılmaya başlandı. Mehmet Ali Şahin HDP’li milletvekillerinin salıverilmesinin mümkün olduğuna dair şeyler söylemeye başladı. Bunlar biraz daha artabilir. Dikine dikine gitmek yerine böyle esnemeler, bunun üstünde iç kavgalar artabilir, saflaşmalar artabilir. Bunun üstünden örgütlenmeler de olabilir. Bunu ihtimal dışı bırakmamak lazım. Bütün bunlara gebe görünüyor gelecek.

Written by Mustafa Sönmez