Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde, bir tıkaç gibi duran Kürt sorununu, bugün AKP ile Kürt siyaseti tartışma masasına yatırmış, bunun üzerinden alışveriş yapıyorlar. Demokrasiyi kendine dert etmeyen bir AKP ve onun otoriterliğinden mağdur Kürt siyaseti…Peki CHP? Demokrasinin tesisinde daha çok iddiası ve samimiyeti olduğuna inanmak istediğimiz CHP nerede? Tribünde, seyirci. İmralı’da ve onu takiben muhtelif mahallerde olanları sadece izliyor ve “bize bilgi verilmiyor” diye sızlanıyor, şikayet ediyor. Ama bir aktör olarak ortaya çıkamıyor. Otoriter rejimden  mağdur Kürtleri, yine rejimden mağdur diğer halklar ve sınıflarla buluşturup, demokrasi düşmanı AKP’ye karşı omuz omuza bir hizada buluşturamıyor. Bu, niye böyle?

Bu, CHP’nin bir kesimine hakim Kürt fobisi ile ilgili. Bu fobinin köklerinin Osmanlı’da, Balkanların yitirilmesi sonrası yaşanan travma ile ilgisi olduğu ve kuşaktan kuşağa taşındığı açık. CHP’nin bir kesimi, birçok başka kesimde de olan bu korkuyu aşamıyor. Ama korkularla baş edilebilir.

İki Kürt Siyaseti

Kürt hareketi, Abdullah Öcalan’ın (AÖ) yakalanmasından kısa bir süre öncesine kadar daha ayrılıkçı, ufkunda bir Kürt devleti olan perspektifle hareket ediyor, ülke bütünlüğü içinde soruna çözüm arama eğilimi daha cılız kalıyordu. Resmi otorite, devlet, buna “Teröre ve bölücülüğe karşı bebek katili Apo’yu imha” söylemi ve eylemi ile cevap veriyordu. Bu duruşu, CHP’nin bir kesiminin de dahil olduğu çoğu siyasi parti, büyük medya, kanaat önderleri de benimsiyor ve yeniden üretiyorlardı.

AÖ, 1999’da bu stratejiyi terk ettiklerini açıkladı. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrı bir devlet olarak örgütlenmelerinin koşullarının olmadığına ikna olduklarını ve ülke bütünlüğü içinde Kürt kimliğinin tanındığı, Kürt kültürünün ifade edilebildiği, demokratik bir programla birlikte yaşamanın gerekli ve mümkün olduğunu ifade etti. Bu akılcı bir paradigma değişikliğiydi.

Kürt hareketi bu kopuştan itibaren, yeni söyleme uygun olarak taban örgütlenmelerine, sivil inisiyatiflere,yerel yönetimlere ağırlık verdi, TBMM’ye daha çok temsilci göndermeye gayret ettiler. Ama, silahlı güçlerini tasfiye etmediler.Çünkü, yenilenmiş beklentilerinin bile karşılanmasından kuşkuluydular.  Kendimizi savunmalıyız, diyerek askeri güçlerini korudular.

Algılandı mı?

Kürtlerin ülke bütünlüğü içinde demokrasiyi geliştirerek haklarına kavuşmaları biçiminde özetlenebilecek yeni yönelimleri, resmi kurumlar ve onunla birlikte hareket eden diğer siyasi parti, medya vb. tarafından ne kadar doğru algılandı ve tavır değişikliği görüldü? Bu farklılığı anlayan oldu, anlamak istemeyen oldu. Kimisi, bunun bir taktik çekilme olduğunu, Büyük Kürdistan’ı kurma hedefinden, ne ABD’nin ne de onun maşası PKK’nin vazgeçmeyeceğini ısrarla savundu ve savunuyor. BOP projesinin kapsamında bölgede ikinci bir İsrail kurulmak istendiği, bunun da Büyük Kürdistan ile olacağı tezi canlı tutuldu. Bu söylemi devletin önemli bir kesimi, büyük medya, kanaat önderleri, sol geçinen bir kesim ve CHP içinde bir kol hâlâ sahipleniyor. Bu kesimler, Türkiyelileşmek kararı alan Kürt siyasetine yaklaşmamakta, onları anlamamakta ısrarlılar.

 

Çözüm için…

Kürt siyaseti, kendisine mesafe koyan CHP’deki ve bir kısım soldaki bu “Kürt fobisi” karşısında, onları ikna için çabalamak, korkularını aşacak çabalarda bulunmak yerine, iktidardaki AKP ile sorunu çözme seçeneğine yöneldi. Biraz da kolaycı, pragmatist davrandı. Bunu da, zaman zaman çatışmaları yükselterek “müzakereye” zorlama biçiminde yapmaya başladı. Habur süreci başarısız olanıydı. Ama, tabanda, hem bölgede hem batı kentlerinde hızlı ve etkin bir örgütlenmeyle yükselişi sürdü. Sosyalist solun bir kesimi , Kürt siyasetinin bu Türkiyelileşme yönelişine olumlu yanıt vererek 2007 ve 2011 seçimlerinde ittifak yaptı.

CHP’de Baykal döneminde Kürt siyaseti ile yakınlaşmama siyaseti hep korundu. Kılıçdaroğlu dönemine geçiş ile birlikte, bu tutum belli değişikliklere uğradı. CHP’yi daha sosyal demokrat bir parti yapma, Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümünden de geçtiğini kabullenme gerçeği, CHP’nin en azından bir kanadını, resmi görüşten kopardı. Yine de bugün varılan yerde CHP, Kürtlere değebilmiş değil. Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere ulaşabilmiş, Kürt siyaseti ile, onun TBMM’deki temsilcisi BDP ile ilişki geliştirebilmiş değil.

Sosyal Demokrasi

CHP’nin, bir an önce, en azından üyesi olduğu, (BDP’nin de gözlemci üyesi olduğu) sosyalist enternasyonal normlarına uygun bir sosyal demokrat yaklaşımı, Kürt sorununun çözümüne uyarlaması gerekir. Kürtlerin vatandaşlık, anadilde eğitim gibi taleplerini dinleyebilmesi, tartışabilmesi gerekir. CHP’nin BDP’yi, demokrasi mücadelesi ile  Kürtlerin özgürleşme taleplerinin iç içe olduğuna, dar programlara kapılmaması gerektiğine ikna etmesi gerekir. BDP, CHP’den böyle bir söylemi ve eylemi görürse, olmayacak duaya amin demekten uzaklaşıp AKP ile nafile namazı kılmaktan vazgeçebilir. BDP’deki liberal ve dinci damarın, RTE’yi diktatörlüğe taşıma pahasına, “kendine Müslüman” davranma yanlışının önü kesilebilir. Böyle bir işbirliğine yöneliş, sosyalist solun da rüzgarını arkasına alır ve RTE’nin, “barış”ı diktatörlük tırmanışına  basamak yapma oyununu bozar.

Kürt fobisini yenmek, “halden anlamak”, CHP’yi parçalamaz, büyütür.Önüne koşabileceği geniş bir koridor açar. Önkoşul, Kürtlerle ilgili samimi bir dil tutturmak, korkularla baş etmek, sorunu çözmeye talip, muktedir bir aktör olarak ortaya çıkmak, kendine güvenmektir. CHP yönetimi, çatışmacı, kutuplaştıran, çoğulculuğu reddeden eğilimleri, kendi içinde isterse ikna edebilir. Korkularını aşmalarına yardımcı olabilir. Bunu, izleyeceği pozitif, demokrasiyi güçlendirici, çok kültürlülüğe sahip çıkan, kaynaştırıcı, tüm ezilenlerden yana politikalarla yapabilir. Bunun için geç değil.

Written by Mustafa Sönmez