AKP rejiminde milli gelirin yüzde 2,5’u dolayında seyreden askeri harcamalara, iç güvenlik harcamalarındaki artışın eşlik etmesi dikkatlerden kaçmıyor.  Hem RTE tarafı, hem de F.Gülen cemaatinin, polis kanadını, yani, “haki şiddet”i tam kontrol altında tutamamanın kaygısıyla “mavi şiddeti” güçlendirdikleri biliniyor. Nitekim yıllar itibariyle “iç güvenlik harcamaları”nın milli gelire göre payının yükseldiği gözleniyor. Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Nurhan Yentürk’ün bulguları, polis harcamalarının 2006’da milli gelirin yüzde 1’in altında iken 2012’de yüzde 1,1’i geçtiğini ve 9 milyar dolara yaklaştığını ortaya koyuyor. Başka bir ifadeyle, 2012’de 18,2 milyar dolar olarak tahmin edilen askeri harcamaların en az yarısı kadar da iç güvenlik harcaması var. İkisinin toplamı ise Türkiye toplam milli gelirinin yüzde 3,4’ünü buluyor.

 BARIŞSA, ŞİDDET NİYE?

Toplamı 2012 fiyatlarıyla, 50 milyar TL’yi, ya da 27 milyar doları bulan asker ve polis harcamaları, eğer barış süreci samimi bir süreç ise, süratle azaltılmalıdır. Harcamaların yüzde 3,5’tan yüzde 1,5’a indirilmesi en makul olanıdır ve çoğu Avrupa ülkesinde de bu düzeydedir. Bu, ortaya 30 milyar TL’lik bir kaynak çıkarır ki, bununla Güneydoğu’da toprak reformu yapılması, sulama yatırımlarının tamamlanması pekala mümkündür.

Kaynak: Maliye-Muhasebat,TÜİK, Prof.N.Yentürk çalışmaları

 

Gelin görün ki, gerçekte kazın ayağı öyle değildir. AKP rejiminin barış süreci bir samimiyet içermediği gibi, asker ve polis bütçelerini daraltarak oradan tasarruf edilecek kaynakları sosyal harcamalara aktarması da ham hayaldir.

 Ne yazık ki, Kürt siyasi hareketinin bu ham hayale inanmaya yatkın olduğu yönünde bir algı yayılmaya başladı.

“MEZOPOTAMYA SU PAZARI”

Hatırlanacağı gibi, Abdullah Öcalan, İmralı’dan verdiği mesajda, Kürtler için ulus devletten vazgeçtiğini beyan etti. Buna karşılık “Ortadoğu’nun iki stratejik gücü” olarak nitelediği Türklerle Kürtlerin kendi ortak geleceklerini Misak-ı Milli çerçevesinde yeniden kurmaları fikrini savundu. Nereden çıktı Misakı Milli? Tanım, Irak Kürdistanı’nı da içerir.  Burada, tam da büyük burjuvazinin MİT eskileri üstünden  pazarlamaya çalıştığı Türk-Kürt Federasyonu fikrine Öcalan’ın ikna ettirildiği izlenimi çıkıyor. Bu yaklaşımın ardından Türk burjuvazisinin Irak Kürdistanı petrollerine ilişkin emellerini tamamlar  tarzda, “Mezopotamya Su Birliği”  etiketli, Irak ve Suriye Kürdistanı ile bütünleşmeyi ihsas eden demeçlere yer verilmeye başlandı. BDP Eşbaşkanı Demirtaş, Öcalan’ın “Geçmişte AB için kömür, çelik ne idiyse bizim coğrafyamızda da, Dicle, Fırat’ın suyu böyledir” dediğini anlattı. İkinci Savaş’ta tarumar olmuş Avrupa kapitalizmini ayağa kaldırmak için ABD himayesinde Avrupa kapitalistlerinin kömür-çelik birliği projesinden esinlenerek “Su birliği” tahayyül etmek…Buna Türk  ve yabancı burjuvaların  hiçbir itirazı olmaz, çünkü bu model aç tavuğun “petrol birliği” rüyasını da  içerir…

 

KADRAJ DEĞİŞİYOR

Soruna bir kere böyle bakmaya başlayınca, bütün kadraj değişiyor. Artık sorun, sınıfsal olmaktan da çıkıp kapitalist bir bütünleşme projesine dönüşüyor. Bu projenin alt metni aslında pazarları birleştirme, bütün Kürdistan’da kapitalizmi geliştirmedir ve tam da AKP rejiminin tükenmiş Türkiye kapitalizmi için petrol yağmasına çıkışına örtülü bir onaydır.  Bunu “kazan-kazan” diye niteleyen BDP’li Aysel Tuğluk’un 8 Nisan’da süreç ile ilgili şu sözleri, yaklaşımın hemen benimsendiğini de ortaya koyuyor;  Mezopotamya toprakları çok zengindir. Demokratik bir sistem gelişirse tüm Ortadoğu’ya, tüm halklarımıza yetecek kadar zenginlikler var. Artık bu toplumun özüne dönmesi ve önünün açılması lazımdır” . Öze dönmek ve önünü açmak…GAP, Çukurova, Ege toprakları az mı bereketlidir? Hani Türkiye ortak vatanımızdı ? Niye Mezopotamya sevdası? Kürt siyaseti,  bir Kürt burjuva milliyetçi hareketi olsaydı, “su birliği”nde bir tutarsızlık  aranmazdı. Ama kendini Türkiyeli, sol, sosyalist bir hareket olarak takdim eden, sosyalistlerle ittifak kuran bir hareketin bu “su pazarı”nı aniden odağına koyup AKP ile bu temelde yakınlaşması, bunu koyultmak için Alevi kesimi gücendirme pahasına İslami tonlara ağırlık vermeye başlaması, Esat’a tavrındaki ani değişim, tabi ki garipsenecekti . Bazıları abartılı olsa da, sol-sosyalist parti ve grupların Kürt siyasetine soğudukları bir gerçek. Bu, Kürt hareketi için bir anlam ifade ediyorsa, dönüp nereye, nasıl bakmaya başladıklarını gözden geçirmelerinde fayda var.

 

 

Written by Mustafa Sönmez