Sıkıldık Bu Fil Tepişmesinden…
Sizi bilmem, ama ben bu tepedeki fillerin tepişmesine “demokrasi mücadelesi” denilmesinden fena halde sıkıldım. Kuşaklar…
Mart sanayi üretimi TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa geçen yıla göre toplam üretimin yüzde 1.3 artmasını öngörüyordu. Fiili sayı yüzde 0.2 çıktı. İmalat sanayi yüzde 1.1 arttı, elektrik-gaz-su üretimi yüzde 4 geriledi. İç açıcı göstergeler değil bunlar.
Türkiye kapitalizminin büyümesinde ana rüzgar hanehalkı tüketim harcamaları. Özellikle otomotiv, konut, beyaz eşya satın almaları , ardından konut alımları ile ithalat ve ithalata bağımlı sanayi büyümesi yükünü tuttu. Ama bu tüketimin borç-harçla, kredi ile yapıldığı unutulmamalı. Tüketici kredileri, kredi kartı borçlanmaları ve borcu borçla kapatma için başvurulan ihtiyaç kredileri hızla tırmandı. Ailelerin borçlanma kapasitelerini zorlamaları ile iç talep, iç pazar zorlanmaya başlıyor. Dış rekabet gücünü, dolayısıyla ihracat yeteneğini artırmayan sanayi için patinaj başlıyor. Bu yıl da aynı şey olacağa benzer ve bu gidişle bütün kredi ucuzlatma vb. operasyonlara rağmen, hedeflenen yüzde 4 büyüme için gerekli iç pazar hareketlenmesi kolay kolay yaşanamayacak. Nasıl yaşansın; hanelerin çoğunda borç gırtlakta…
BORÇ MANZARALARI
Bankalara tüketici kredisi borcu bulunanların sayısında AKP döneminde patlama yaşandı. 2003 yılında bankalara 2,4 milyon kişinin tüketici kredisi borcu bulunuyordu. 2012 sonu itibariyle ise bankalara tüketici kredisi borcu bulunanların sayısı 13,2 milyon kişiye ulaşmış durumda.
Kaynak:BDDK, TCMB
Kredi kullanan sayısı arttıkça aile borçları da arttı. 2002 yılında 6,5 milyar lira olan hanelerin bankalara tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarının toplam tutarı 2011 ‘de 223,4 milyar liraya,2012 yılı sonunda da 264,3 milyar liraya çıktı. Nisan 2013 basında 280,3 milyar liraya ulaşan tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 2002 yılındaki düzeyinin 42 kat üstünde.
Artık, atasözleri tutulmuyor, kimse ayağını yorganına göre uzatmıyor, haddinin üstünde borçlanıyor. AKP döneminde hanelerin borcu gelirlerinden çok daha yüksek oranlarda artış gösterdi. Bankalara olan borçların yanı sıra TOKİ’ye olan taksitli konut borçlarının toplamından oluşan finansal borçlar, 2003 yılında harcanabilir gelirlerinin yüzde 5,5’i iken 2012’de yüzde 48’e kadar yükseldi.
2002 yılını izleyen yıllarda tüketicilerin bankalara zamanında
ödeyemediği, batık krediler de tavan yaptı ve 2012 sonunda 7,9 milyar lirayı, Nisan 2013 tarihi itibariyle ise yeni bir rekorla 8,9 milyar lirayı buldu.
Borcunu ödeyemeyen sayısı da her geçen yıl artıyor. 2012 yılında kara listeye alınan sayısı 933 bin kişiyi buldu. 2013 yılının ilk iki ayında ise toplam 284 bin kişi kara listeye alınırken listedeki toplam sayı 2 milyon 480 bin kişiyi buldu.
KURGU İFLASTA…
Dış kaynağa bağımlı, iç tüketime dayanan, ihracatı ihmal eden bu kurgunun süremeyeceği ortada. Kalbur üstü ülkeler içinde Meksika ile birlikte en berbat gelir bölüşümüne sahip Türkiye’de iç tüketimde denizin bu kadar hızlı tükenmesinin nedeni ise malum; İnsafsız gelir bölüşümü!…Nüfusun yüzde 20’si gelirin yarısına el koyarken kalan yarıya yüzde 80 talim ediyor. Böyle bir gelir eşitsizliği içinde alt-orta sınıfları borçlandırarak yol almak da buraya kadar…
Deniz burada tükenince geriye ‘yırtınarak ihracat’ kalmaktadır. Nitekim 2012 için Orta Vadeli Plan yüzde 4 büyüme hedefinde yine iç tüketimden ve özel yatırımlardan bekliyordu büyümeyi, net ihracatın katkısı negatif olacaktı. Ama uygulamada tüketim ve yatırım negatife dönerken yırtınan ihracat (İran’a altın ihracı hileleri ile birlikte) yüzde 2 büyümenin lokomotifi oldu çıktı. Bunun da arızi, sürdürülmez bir durum olduğu, bugüne kadar ihmal edilmiş sanayi ve sanayi ihracı ile ancak bir atımlık barutu olan “yoksullaştıran ihracat” yapılabileceğini bilmek gerekir.
Bir kez daha vurgulayalım; Merkez Bankası’nın bütün faiz koridoru numaralarına rağmen, Türkiye, büyümeye esas iç tüketimde de, ihracatta da tık nefes durumdadır…Kurgu yıpranmış, iflas etmiştir. Sosyal devlet uygulamaları, özgür sendika ve toplu sözleşme düzenleri ile gelir dağılımını ve tüketimi adilleştirmek; planlı, uzun soluklu, koruyucu önlemlerle rekabet gücü olan, istikrarlı, döviz kazandıran bir ihracatçı ekonomi yapısına evrilmek gerekir. Bu yapılırsa ancak, iç pazar-dış pazar dengesi de makul bir yere gelir. Ama bugüne kadarki çapaçul , miyop yaklaşımı ile AKP zihniyetindeki bir iktidarın yapacağı şeyler değil bunlar.