Kürtlerin hedefi devlet mi, özgürlük mü?
Sayıları 30 milyonu aşmasına rağmen, kimlikleri inkâr edilen, yaşadıkları 4 coğrafyada, Türkiye,Irak, Suriye ve…
2009 krizinde yüzde 5’e yakın küçülen Türkiye ekonomisinin, izleyen iki yıl, olağanüstü, yıllık yüzde 9’a yakın büyüdüğünü biliyoruz. Ama bu büyümenin döviz açığını (cari açık) da milli gelirin yüzde 10’u gibi rekor bir düzeye tırmandırdığı da aklımızda. Madalyonun bir yüzünde fantastik bir büyüme, öteki yüzünde rekor bir döviz açığı var. Bunun iktidarı, “yumuşak inişe” mecbur bıraktığı ve 2012 için yüzde 4 büyüme hedefine fit olduğu da malum. Yılın ilk yarısında bu hedefin gerisinde kalındığı ve yüzde 3 büyüme gerçekleştirilebildiği, yılın tamamında da hedefin tutturulma ihtimalinin düşük olduğu yaygın bir kanı. Ama daha kötüsü, bu tıkanmanın takip eden yıllara da uzama ihtimali. Çünkü büyüme kurgusu bozulmuş görünüyor. Nedir o kurgu? Dışarıdan kaynak bularak içeride üretme ve içeriye ithal etme, içeride tüketmedir kurgu. İhracat, bu bahiste ikincil, arızi öğedir.
Nitekim 2010 ve 2011’in yüzde 9’luk büyümelerine bakıldığında programlananın çok üstünde büyüyen ekonomi hep iç tüketimle büyümüştür. Kalkınma Programlarına bakın; 2010 için başlangıçtaki hedef yüzde 3,5 büyüme idi. Gerçekleşme yüzde 9,2 oldu!…2011 için büyüme hedefi yüzde 4,5 idi;gerçekleşme yüzde 8,5 oldu…Bu hesapta olmayan olağanüstü büyüme, dışarıdan sıcak para ve öteki tür kaynağın akması, bunların da ağırlıkla hanehalkı tüketimi ve özel yatırımda kullanılması ile oldu. Özellikle hanehalkı tüketim harcamalarının bu 2 yılda müthiş arttığına tanık olduk. Ama aynı aile harcamaları 2012’de bıçak gibi kesildi. Haneleri böyle tüketime coşturan sonra da iştahlarını kesen borçlanma ve borca battıktan sonra kabuğa çekilme oldu.
Gerçekten de son yılların büyümesinde ana rüzgar hanehalkı tüketim harcamaları. Özellikle otomotiv, konut, beyaz eşya satın almaları ile ithalat ve ithalata bağımlı sanayi büyümesi yükünü tuttu. Ama bu tüketimin borç-harçla, kredi ile yapıldığı unutulmamalı. Tüketici kredileri, kredi kartı borçlanmaları ve borcu borçla kapatma için başvurulan ihtiyaç kredileri hızla tırmandı. Tüketici kredilerinin bakiyesi Ağustos 2012 sonu itibariyle 183 milyar liraya, kredi kartı borçları 66 milyar liraya yükseldi. Tahsili gecikmiş kredi kartı ve tüketici kredisi borçları ,tüketici finansman şirketlerine olan borçlar, takipteki tüketici finansman alacakları , TOKİ’ye olan borçlar, bankaların varlık yönetim şirketlerine sattıkları donuk kredi alacakları da hesaba katıldığında, ailelerin borçlarının Ağustos 2012 sonunda 280 milyar liraya yaklaştığı tahmin ediliyor. 2011 sonunda bu borç 252 milyar TL idi. Bugün aileler gelirlerinin yüzde 55’inin üstünde bir borç yükü altında görünüyorlar. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları anketini yanıtlayan ailelerin yüzde 62’si, konut alımı ve konut masrafları dışında borç ve taksit ödemeleri olduğunu, borçlu olanların yarısına yakını da borç ve taksit ödemelerinin kendilerine çok yük getirdiğini belirtmişler…
İki yıl boyunca büyümeye en güçlü desteği veren iç tüketimin 2012’de bıçak gibi kesilmesi, artan borç yükü ile ilgilidir. Her ne kadar Merkez Bankası son Finansal İstikrar Raporu’nda, aile gelirinin yüzde 55’ine ulaşan borç yükünü AB ortalamalarının gerisinde ve endişe verici bulmasa da, iç tüketimdeki bu kasılmanın başka bir açıklamasını yapamamaktadır.
***
Türkiye ekonomisinde dış kaynağa bağımlı, iç tüketime dayanan, ihracatı ihmal eden bu kurgunun süremeyeceği ortadadır. Kalbur üstü ülkeler içinde Meksika ile birlikte en berbat gelir bölüşümüne sahip Türkiye’de iç tüketimde denizin bu kadar hızlı tükenmesinin nedeni de nüfusun yüzde 20’sinin gelirin yarısına el koyarken kalan yarıya yüzde 80’in talim etmesidir. Böyle bir gelir eşitsizliği içinde alt-orta sınıfları borçlandırarak yol almanın da sınırları belli işte.
Deniz burada tükenince geriye ‘yırtınarak ihracat’ kalmaktadır. Nitekim 2012 için Orta Vadeli Plan yüzde 4 büyüme hedefinde yine iç tüketimden ve özel yatırımlardan bekliyordu büyümeyi, net ihracatın katkısı negatif olacaktı. Ama uygulamada tüketim ve yatırım negatife dönerken yırtınan ihracat (İran’a altın ihracı hileleri ile birlikte) yüzde 3 büyümenin lokomotifi oldu çıktı. Bunun da arızi, sürdürülmez bir durum olduğu, bugüne kadar ihmal edilmiş sanayi ve sanayi ihracı ile ancak bir atımlık barutu olan “yoksullaştıran ihracat” yapılabileceğini bilmek gerekir.
Merkez Bankası’nın bütün faiz koridoru numaralarına rağmen, Türkiye, büyümeye esas iç tüketimde de ihracatta da tık nefes durumdadır…Kurgu yıpranmış, iflas etmiştir. Sosyal devlet uygulamaları, özgür sendika ve toplu sözleşme düzenleri ile gelir dağılımını ve tüketimi adilleştirmek; planlı, uzun soluklu, koruyucu önlemlerle rekabet gücü olan, istikrarlı, kazandıran bir ihracat yapısına evrilmek gerekir. Bu yapılırsa ancak, iç pazar-dış pazar dengesi de makul bir yere gelir. Ama bugüne kadarki çapaçul , miyop yaklaşımı ile AKP zihniyetindeki bir iktidarın yapacağı şeyler değil bunlar. Muhalefetin, özellikle ana muhalefet CHP’nin, gidişatı okuma ve önlem geliştirme konularında biraz daha gayrete gelmesi, tıkanmayı yaşayanlara çözüm üretmesi, göstermesi gerekir.