Ak faşizm, özellikle Rusya’nın Orta Doğu denklemine doğrudan dahil olmasından itibaren, Orta Doğu’da yeni bir “dönem” başladığı ve ona göre “fırsat” yakaladığı inancında. Bölge için yeni “stratejik derinlik” saptamaları yapılıyor ve ittifak kurguları yapılıyor,  yer tutuluyor. Buradan hareketle de hem Kürt siyaseti ile ilişkileri hem de iç politikada yönetim biçiminde ayarlamalar yapılıyor. Ak faşizmin bu Orta Doğu algılamasını ve politika seçimlerini iyi anlamak, gelecekle ilgili hamlelerini öngörmek açısından önemli.

Ak faşizmin Orta Doğu Serüveninin geçirdiği aşamaları ve değerlendirmesini, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na başdanışmanlık yapmış Etyen Mahçupyan (Kısaca EM)’ın 13 ve 15 Aralık tarihli Akşam gazetesindeki köşesinden izlemek mümkün.  EM’nin görüşlerinin, Ak faşizmin resmi Orta Doğu politikalarını dillendirdiğinden emin olabilirsiniz. O nedenle  EM’ye yapacağım atıfları, Ak faşizmin resmi görüşlerine atıflar olarak okuyabilirsiniz.

Baş aktör İran

EM, 13-15 Aralık tarihli yazılarında Orta Doğu’da “Bu oyunun en iyi oyuncusu” nun İran olduğunu belirtiyor. “Senaryosunu İran’ın yazıp yönettiği, başta ABD ve Rusya olmak üzere en önemli aktörlerin rol aldığı ‘yeni Ortadoğu’ oyununda, Türkiye de ağırlığını koymak üzere uğraş veriyor” diyor. Demek ki, bölgedeki ana aktör İran…Neden İran? Buna da şöyle gerekçeler bulunmuş; “Ortadoğu’da yaşanmakta olan hikaye İran’ın bir Şii hattı yaratma stratejisi ile başladı. İran’ı Suriye üzerinden Lübnan’a bağlayan hatta sorun Irak’tı. Yönetimin Sünni olduğu bu ülkede üstelik halkın çoğu da Şii idi. Savaşı İran kazanmadı ama ABD müdahalesi ile birlikte Irak ve Saddam kaybetti.” Buradan anlıyoruz ki, ABD müdahalesinin Irak’taki sonuçları, İran’a yaradı;  Şii hattı yaratmada İran, Irak kalesini kazandı. Ama ya Suriye ne olacaktı?

İran’ın Suriye’de Esad’ı iktidarda tutacak koşulları üretmesi gerekiyordu. Epeyce eski ama işlevsel bir taktik uygulandı. Önce Irak’ta Maliki yönetiminin ayrımcı siyaseti sayesinde Sünni azınlık üzerinde büyük bir baskı kuruldu ve Irak’ın Sünni radikalizm için bir cazibe merkezi haline gelmesine yol açıldı” .

Bu analizin devamında Sünni radikalizmin ürünü örgütleri, giderek IŞİD’in peydahlanmasını İran’ın adeta eliyle teşvik ettiği öne sürülüyor ve sonuçta deniyor ki; “ İran’ın başarısı çok net. IŞİD sayesinde çoğunluk olmasına rağmen Sünni muhalefeti gayrı meşru hale getirirken, Esad’ın istikrar adına kalıcılığını da garanti altına aldı.”

Baş aktör İran’ın ağlarını örmeye devam ettiğini anlıyoruz.

Bu analizin devamında , anlıyoruz ki,  İran, ABD ile nükleer anlaşma imzalayarak kendi meşruiyetini artırdıktan sonra, gelişmelere, hep kendi değirmenine rüzgar olacak biçimi vermekte de pek mahir!..

“Batı, bitmeyen IŞİD tehlikesi karşısında koalisyon kurmaktaydı ve Rusya’nın bunları uzaktan seyredecek hali yoktu. Böylece İran’ın önüne çok iyi bir imkan çıktı: Kendisine yarayacak siyasetin kadim ortağı Rusya tarafından hayata geçirilmesi…”   Suriye’nin gerçek Sünni çoğunluğunu temsil eden muhalefetin direncinin kırılmasını Rusya üstlenmişti. Bu, İran’ın on yıllardır hayaliydi ve bedavaya getirmişti Rusya sayesinde…

Ak faşizmin hislerine tercüman olan bu analizin “mezhepçi” niteliği netlikle ortada: İran, Şii bir hat inşası derdinde ve Orta Doğu’yu buna göre şekillendiren ana oyuncu…Buna karşı ne yapmak gerekir? Tabi ki “Sünni bir hat” ile karşı koymak…Bunu yaparken de bölgedeki Sünni Kürt, Arap,Türkmen vb güçlerle beraber, bölgede nüfuz paylaşımı derdi olan ABD, NATO güçlerini de bu Sünni hattın tarafı durumuna getirmeli…

Bu marazi bakış açısının “Stratejik derinlik” adı altında teori-pratiği var , bilindiği gibi. Bunun da EM’ye göre 3 safhası var. İkisi yaşandı, şimdi üçüncü yaşanıyor. Bakın nelermiş onlar…

Birinci Perde

“ Oyunun ilk perdesi ‘kar maksimizasyonu’ mantığını yansıtıyordu” diyor EM ve devam ediyor; “Arap baharları başlamıştı. Toplumsal dinamikler demokratikleşme yönünde ağırlık koymakta, Baasçı ve vesayetçi rejimler sarsılmaktaydı. Bu aynı zamanda küresel post modem dünyada anlamlı olabilecek yeni bir İslami anlayışın gerekliliğini de ortaya koymaktaydı. Bunu sağlayabilecek tek ülke ise, Osmanlı’nın doğrudan varisi ve geleceğin muhtemel AB üyesi Türkiye idi.” Peki ne oldu kârlara?  EM’ye göre  Ortadoğu toplumlarının Türkiye toplumunu model alma eğilimi çok açık olarak gözlemlenebiliyordu. Dolayısıyla AKP bölgedeki yönetimleri ikinci plana iterek doğrudan toplumların beklentilerini taşıyan bir Ortadoğu siyaseti üretti. Ancak beklenen başarının elde edilemedi. Bakın, neden ?  “ Bunun nedeni Ortadoğu’da hiçbir toplumun hayallerin peşinden gidecek inisiyatif ve gücü elde edememesiydi. Arap baharı bir ‘kışa’ dönüşürken, yönetimler askeri despotizmler şeklinde yeniden yapılandılar. Ortam bir savaş atmosferine doğru kaydı. Türkiye’nin bu açıdan göreceli bir dezavantajı olmasa da, esas avantajı olan ‘yumuşak gücü’ anlamını yitirmişti.”

Mezhepçi siyasetin duvara çarpmasının, iflasının tahlili de bu kadar sefil işte…

İkinci Perde

Sonra ikinci perdenin yaşandığına inanılıyor.O da PKK ile ilgili. …” savaş ortamı PKK’nın Suriye’de kanton üretme stratejisine yönelmesine neden oldu ve bu durum örgütün Türkiye’deki çözüm sürecine direnç göstermesiyle sonuçlandı. PKK, Suriye ile Türkiye’deki kaderini birleştirme yönünde bir strateji geliştirirken, bunun anlamı Türkiye’de de yeniden silahlı mücadelenin başlatılmasıydı. Söz konusu gelişmeler Türkiye için ‘ikinci perdeyi’ ifade etti ve yaklaşım ‘risk minimizasyonuna’ döndü.”

 Ne yapılmış peki bu ikinci perdede? “ PKK’nın Türkiye’nin istikrarını bozma girişiminin önünün alınması ve nihayet IŞID’in Türkiye’den uzak durmasının sağlanması gerekiyordu. Bu sıkışma AKP iktidarının ‘savunmaya’ geçmesiyle sonuçlandı. Lüzumsuz risk alınmadı. Koalisyon güçlerinin bilgisi ve onayı olmayan hiçbir adım atılmadı. Sabırla sağduyunun hâkim olması beklendi.”  

Üçüncü perde

Geliyoruz üçüncü perdeye, yani bugüne… “İran ve Esad’ın IŞİD’İ bitirme gibi bir niyetinin olmadığı belli olunca ABD ağırlık koymaya yeltendi ve Rusya oyuna büyük bir müdanasızlıkla dâhil oldu. Hedefi belliydi ve gizlemedi. Bu Türkiye için ‘üçüncü perde’ demekti…”

İran’ın baş aktör olarak Şii hattı inşa  hedefine inanan Ak faşizm, belli ki, bunun karşısında şimdi Sünni hatta, ama denkleme dahil olan emperyal güçleri de katarak yer tutma azminde. Durumu şöyle tarif ediyor EM, “ Bugün Türkiye Ortadoğu’da yeniden ve gerçekçi bir aktör… Hedefleri, ilkeleri, ortakları ve eylemlerinin olası sınırları belli… Savunma ve korunma güdüsü bu yeni pozisyonun esası. Ama sınırlı da olsa bölgede kendi gerçek gücünü işbirliği içinde büyütüp pekiştirecek kanallarda bundan böyle daha belirgin bir biçimde açılacak. Hayat Türkiye’ye bu büyük oyunun içinde gerçekçi bir ‘orta yol’ üretmiş durumda…”

Direnmek…

Bu saptamalardan ortaya çıkanlar belli; Ak faşizm, İran-Bağdat-Esad ittifakının ve onlara omuz veren Rusya’nın karşısında Sünni hattı örgütlemeye azimli. Barzani’den IŞİD nüveli Sünni Araplara, Suriye cihatçılarından bölgedeki Sünni petrolcülere uzanan hattın yanına ABD ve NATO’yu çekmeye pek hevesli. Bu dizilişte PKK, yok edilmesi gereken bir iç ve bölge düşmanı. Rusya uçağının düşürülmesi ve öteki kışkırtmaları da bu çerçevede okumak gerekiyor.

Bu marazi analizin ve icraatının içeride iyice baskıcı bir rejimi zorunlu kıldığı, dahası, Türkiye’yi bir bataklığa sürüklediği açık. İçerideki ekonomik ve siyasi tıkanıklığı böyle bir serüvenle aşmaya çalışmaktan başka bir yolları kalmadığı ortada.

Suriyeli sığınmacı kartını AB’ye karşı kullanarak , onları nötrleştiren Ak faşizmin bu serüvenine , ABD , NATO ne kadar, nereye kadar ortak olur, omuz verir, bilinmez, ama hastalıklı gidişatın teşhiri çok önemli. Dahası, bu hastalıklı yönelişin devamı olan Kaçak Saray şiddeti ve baskısı  karşısında Türkiye solunun, CHP’nin, Türkiyelileşme hedefli Kürt siyasetinin, tüm halk güçlerinin en geniş direniş cephesini kurup geliştirmeleri, her gün daha da yaşamsal hale geliyor.

 

 

 

Written by Mustafa Sönmez