Economic policy reversal fraught with political risks for Erdogan (August 14 ,2020)
Unrelenting inflation and the uncontrollable slump of the Turkish lira have forced Ankara to start…
Mustafa Sönmez
Hazret, Türkiye’nin önde gelen vakıf üniversitelerinden birinde hoca, Başbakan’ın damadının yönettiği medya grubunda köşe yazarı. Bu profil, ona sık sık TV ekranlarında ahkam kesme imkanı da tanıyor. Üstelik, kendisine sorsanız hala solcu. Seçimin ertesi günü ekranda konuşmasına kulak misafiri oldum. AKP döneminde yüksek büyümenin nimetlerinden kitlelerin de nasiplendiğini, yoksulluk ve işsizlik göstergelerine itibar edilmemesi gerektiğini söylüyordu. AKP’ye oy verenler, büyümenin nimetlerinden paylarına düşeni almışlardı ki, oylarını RTE’nin partisine oy vermişlerdi vs…Bu tür “bilim insanları”nın ders verdiği kürsülerde, bir tezin doğruluğunun, olgularla test edilmesi gerektiği öğrencilere öğretilir ve olgular tezi doğrulamıyorsa, tezi gözden geçirmek gerekir, denir. Tezin, kendi içinde de tutarlı olması yine öğretilenler arasındadır. “Kahraman’ımız”, bilim insanı olarak göstergelere itibar edilmemesi gerektiğini, ortaya çıkan sonuca göre tez üretmeyi uygun görmüşe benziyordu. Böyleleri ne yazık ki, üniversitelerde çoğaldı. Bir sığlık, bir hoyratlık, öznellik ki, sormayın gitsin…İnsan, özellikle çoluk çocuğunu büyük fedakarlıkları göğüsleyip böylelerinin parsellediği üniversitelerin eline teslim eden ailelere acıyor.
***
AKP’nin 12 Haziran 2011 seçimlerinde yüzde 50 oy alması, Türkiye’deki yoksulluk ve işsizlik, adaletsiz gelir dağılımı ve diğer büyük eşitsizliklerin birer hayal mahsulü olduğu anlamına elbette ki gelmiyor. Açıklanmaya muhtaç soru şu: AKP, artan yoksulluk ve işsizliğe rağmen kitlelerin oyunu almayı nasıl başarmıştır ?
Hatırlatmak gerekir ki, 50 milyon seçmenin kabaca 14 milyonu ücretli kesim, 5 milyonu işsiz, 5 milyonu emekliler oluşturuyor. Bu toplamda, çalışan, çalışamayan ve emekli çalışanların seçmenin yüzde 48’i demek. Buna 5 milyon tarımdaki nüfusu eklerseniz, yüzde 58 eder. Seçmenlerin dörtte birini oluşturan 12 milyonu, ev kadını. Bunların da çoğu, ücretli-işsizlerin, emeklilerin eşleri, genç kızları…Diğer seçmenin 5 milyonu öğrenci, 2 milyonu işveren, esnaf, kendi hesabına çalışan kentli, kalanı da başka özellikte. Kitle partileri bu kesimlerin her birinden oy alırlar. Ücretlilerin, emeklilerin, işsizlerin daha çok sol, sosyal-demokrat bir partiye oy vermesi beklenir ama özellikle 12 Eylül darbesi ile sol ideolojinin büyük darbe yediği, küresel rüzgarlarla at izinin it izine karıştığı bizim gibi ülkelerin seçmenlerinde sınıfsal bilinç ve davranış çok zayıfladı. Taşeronlaştırılan, güvencesizleştirilen, örgütsüzleştirilip yoksullaştırılan işçilerden de AKP’ye oy çıktı. Sendika başkanları AKP milletvekili oldu. DİSK’in Başkanı CHP’den, Hak İş’in Başkanı AKP’den milletvekili seçildi.
***
2001 krizi gibi toplumda çok ciddi işsizlik ve yoksulluk travması yaratan bir vurgunun tepkilerini 2002 seçimlerinde tepki oyu olarak toplayan AKP, kitleleri o zamandan bu yana “yönetmeyi” becerdi. Onlara belki kalıcı , güvenceli iş temin sunamadı ama yiyecek, yakacak vb. yardımları ile dokunabildi ve bunlarla, kitlelerle bağ kurmayı başardı. Özelleştirmeden gelen kaynaklar, kamu arsalarını karşılıksız kullanarak üretilen TOKİ fenomeni, 2002-2007 döneminin para bolluğu yaşayan konjonktürünün estirdiği yabancı kaynak girişleri ve buna dayalı yoğun göz kamaştırıcı ithalat, AKP’yi hep projeci, büyümeci olarak gösterdi kitlelere.
AKP iktidarının ikinci döneminde, 2009 krizini bile kısa bir daralma konjonktürünün ardından sıcak para girişi ile büyümeye çevirirken okkanın altına yine çalışanlar gitti, ama sahnede yine aşılmış kriz görüntüsü vardı. Seçimlere giderken AKP’nin propagandası iki ayaklıydı. Birincisi büyük projeler. İkincisi Türk milliyetçiliği. İşsiz ve yoksullar, yaşanan büyümeden, bugün değilse de, bir gün kendilerinin de nasiplenebilecekleri umuduna inandırıldılar. Kürtlere karşı yürütülen Türk milliyetçiliği propagandası ise AKP’ye Kürt bölgelerinde oy kaybettirdi ama , Antalya, İzmir gibi sahillerdeki milliyetçi oyları getirdi.
AKP’nin bu “yoksulluğu yönetme” deneyiminden öncelikle CHP’nin çıkarması gereken dersler var. Bu yaklaşıma ne kadar etkili politika geliştirilebildi ve bu ne kadarı uygulanabildi ? Şimdi muhasebe zamanı…