Ali Babacan’a Halkbank’ı Sorsaydınız ya!
Legonun ya da yap-bozun parçaları ortaya çıktıkça, AKP’nin “paralel parti bütçesi”ni oluşturan “merkezi rüşvet-kara para…
Bugün Ankara’da, Sıhhiye’de büyük bir miting var. İşçilerin, memurların, mimar-mühendislerin, sağlık çalışanlarının çatı örgütlerinden DİSK, KESK, TMMOB ve TTB düzenliyor mitingi. “Yolsuzluk,Yoksulluk ve Zulüm Düzeninden Hesap Sormak İçin” şiarı ile bir araya gelip örgütlenmiş bu büyük buluşma.
Neden diğer ücretli sınıf örgütleri yok, bu organizasyonda, diye sorabilirsiniz. Haklı bir soru olmakla beraber, cevabı kolay değildir. Ücretli sınıfta her geçen yıl niceliksel artış hızlanırken, bu niceliğin örgütlü, bilinçli bir sınıf haline gelmesi, niteliksel dönüşümü, ne yazık ki çok yavaş ve önüne konulan barajlar, engeller var, çarpıtmalar, yanıltmalar var.
KAÇ İŞÇİ?
AKP rejiminin 11 yıllık tarihinde, yabancı kaynak rüzgârıyla yıllık yüzde 5’e yakın büyüyen ekonomiyle beraber, –yetersiz bulsak da, nitelikli olmadığını söylesek de- istihdam da arttı. Bir kere tarımdan, kırdan kente, tarım dışına göç hızlandı, kente gelenlerin bir kısmı, işgücü olarak piyasaya girdi ve iyi-kötü istihdam edildi. İnşaatta, hizmet sektörlerinde, az da olsa sanayide iş bulanların yanında bir de yedek işçi ordusu büyüdü.
Kaynak:TÜİK,Hanehalkı İşgücü Anketi veritaban,(*)2013,9 aylıkı
AKP’nin neoliberal politikaları bir kısım küçük iş sahibine kepenk kapattırırken onları da proleterleştirdi. Böylece, 2004’te tarım dışında iş-güç sahibi olanların sayısı 14 milyon iken, 2013’te 20 milyona kadar çıktı. Bu tarım dışı istihdamda yüzde 43’e yakın bir artış demek. Bunlardan “ücretli” olarak çalışanların sayısı da aynı dönemde 11 milyondan 17 milyona çıkarak yüzde 60 arttı ki, bu da dehşetli bir sıçramadır. Demek ki, AKP döneminin başında tarım dışında (kentlerde) her 100 çalışandan 71’i ücretli iken 2013’te her 100 çalışandan 80’i ücretli sınıfa dahil oldu.
MAVİ-BEYAZ…
Neoliberal dönüşümle mimar, mühendis, doktor, avukat, bilişim, iletişim uzmanı, bankacı vb. beyaz yakalı, nitelikli işgücünün “ücretli” sınıf içindeki yeri daha da büyüyor. Türkiye için de bu böyledir. Sanayinin alt dallarında, madenlerde, inşaatlarda 2004’de 5 milyon dolayındaki ücretliye (mavi yakalı diyelim) karşılık 6 milyon hizmet sektörü ücretlisi (beyaz yakalı diyelim) vardı. Bu sayı 2013’te 6 milyona 10 milyon şeklinde , hizmet lehine değişti. Ücretlilikte mavi-beyaz yakalılık, bazı sosyolojik analizler için önemli olsa da , artık bir detaydır, ücretlilik, esastır. Sınıf mücadelesinde beyaz yakalı ücretliler öncü rolü üstlenebilmektedir. Örneğin, Gezi direnişinden de görüldü ki, bilinçli beyaz yakalı sınıf, sömürüye, talana, kent hakkına, çevre hakkına yapılan saldırılara karşı koymada, örgütlenme, iletişim kurma ve yaratıcılıkta daha öne çıkan bir karakterde.
NİTELİK…
Kentlerde her 100 iş-güç sahibi insandan yaklaşık 80’inin “ücretli” olması, ücretliler aleyhine büyüyen ve çarkı dönen bir sistemi, bu ezici çoğunluğun lehine işler bir sisteme dönüştürmenin nesnel şartlarını yarattı. Ama bu yetmiyor, öznel şartların da oluşması, bu ezici çoğunluğun niteliksel dönüşümü de yaşaması gerekiyor. Çünkü 16 milyon ücretli ordusunda 3 milyon kadar kayıt-dışı yani kaçak çalıştırılan kitle vardır, dolayısıyla örgütsüzler. Dışarıda resmi olanı 3 milyon, sayılmayanlarla birlikte 5 milyon işsiz, yani yedek işçi ordusu, örgütlenme karşısında bir tehdit olarak kullanılıyor. Yasalarda var gibi görünen sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakkı ise, bir dizi barajlarla kullandırılmıyor.
Bu işsizlerle tehdit, işten atmayla tehdit, yasal barajlarla engellemelerden geriye, örgütlenebilen ücretli sayısı çok düşük bir kere. Sayıları 2,5 milyonu bulan kamu çalışanları en örgütlü kesim görünmekle beraber, toplu sözleşme-grev haklarından mahrum bırakılmış, önemli bir kısmı, iktidar yandaşı, apolitik sendikalarda bloke edilmiş durumdalar.
“Memur” sendikalarının dışındaki kamu ve özel sektör ücretlilerinin toplam örgütlülükleri hala 2,5-3 milyonu bile bulmuyor. Bunlardan bir kısmı AKP yandaşı Hak-İş çatısı altında, kendi sınıf düşmanlarıyla aynı safa dizilirken önemli bir kısmı da Türk-İş gibi, AKP’ce rehin alınmış kof bir örgüt çatısı altında. DİSK çatısı altında örgütlü çalışan sınıf ise bir dizi imkansızlıkla, engeller ve tehditlerle uğraşarak ayakta durmaya çalışıyor. Özetle 17 milyon ücretliden toplu sözleşme hakkını fiilen kullanabilenlerin sayısı 1 milyonu bulmaz iken grev silahı ise fiilen işletilmiyor.
Sendikal örgütlülükten mahrum ezici ücretli çoğunluğun, AKP yolsuzluğu, zulmü ve adaletsizliği karşısında “seçmen” kimlikleriyle tercihleri de önemli ve önlerinde hiç olmasa bu yoldan da rejimi sonlandırma fırsatı var. Bakalım bu fırsat sandıkta doğru kullanılacak mı…