Coronavirus climbs up Turkey’s economic risk ladder (Al Monitor, March 12, 2020)
The global fallout from the coronavirus outbreak is turning up pressure on the struggling Turkish…
Mustafa Sönmez
Bizde adalet istatistiklerini tutmak için özel bir genel müdürlük vardır. Adalet Bakanlığı bünyesinde Adli Sicil Genel Müdürlüğü. Gelin görün ki, birçok şeyde olduğu gibi, bu konuda da veriler güncel değil. İlgili genel müdürlüğün adalet istatistiklerinin en yenisi 2009 yılına ait. Oysa 2011’in ortasını geçtik. Yine de çok güncel bir istatistiği, tutuklu-hükümlü sayısı ile ilgili aylık bilgileri, bakanlığın sözünü ettiğimiz ilgili genel müdürlüğünden değil, ama basın biriminden bulabilirsiniz.
Söz konusu istatistikler şunu gösteriyor. AKP iktidarlarında hem tutuklu hem mahkûm sayısındaki artış çok dikkat çekici. 2005’te 56 bini ancak bulan tutuklu ve mahkûm sayısı, 2006’da 70 bini, 2007’de 91 bini, 2008’de 103 bini aştıktan sonra 2009’u 116 binin üstünde kapamıştı. 2010’un Eylül sonunda sayı 120 bini geçerken 2011 Mayıs ayında 123 binin üstünde. 2000-2005 döneminde ancak yüzde 10 olan tutuklu ve mahkûm sayısındaki artış, 2006-2011 döneminde yüzde 70’in üstündedir. “Zindan büyümesi” çok çarpıcıdır!.. “İçeri alınanlar” ile ilgili bu tırmanış, nüfus artışlarının çok üstünde ve ayrı bir araştırmayı gerektiriyor.
Temel çarpıcılık tutuklu oranıyla ilgilidir. Demokratik ülkelerde dört duvar arasındakilerden tutukluların oranı yüzde 30’u aşmazken bizde 12 Eylül darbe yılında yüzde 55’i geçmiş, 1990’da yüzde 33’e inse de sonraki yıllarda tekrar yüzde 50’leri aşmış, 2011’de ancak yüzde 43,4’te durabilmiştir.
Kaynak: Adalet Bakanlığı veri tabanı
Bu yılın Mayıs ayı sonu itibarıyla 70,7 bin hükümlüye karşılık 54,2 bin tutuklunun dört duvar arasında bulunduğu görülüyor. Bu ne demektir? Adalet karşısına çıkma durumunda kalanların yüzde 43,4’ü hala, ceza almamış ama yine de “içeride”. Tutuklama kararı, ceza değil bir önlem. Bu önlemin kurallaştırılması değil, istisna olması gerekiyor. Ama adalet terazisinde dikkatlice tartılıp verilmesi gereken bir yargı kararı, yıllardır keyfi bir biçimde, kural haline getirilmiş durumda.
Yine adalet istatistikleri gösteriyor ki, açılan davaların ancak yüzde 40 kadarı mahkûmiyetle sonuçlanıyor. 2009’da sonuçlandırılan her 100 davadan ancak 38’i mahkumiyet ile sonuçlanmış görünüyor. Davaların yüzde 19’u beraat, diğerleri davanın düşmesi, davanın reddi, yetkisizlik ve benzeri kararlarla sonuçlanmış. Yani, sonuçta çoğu insan tutuklu olarak, yattığıyla kalmış.
***
Özellikle AKP iktidarı döneminde bu keyfilik ve kalitesiz adalet üretimi, kamuoyundan yeteri kadar tepki görmüyor. Tutuklanma keyfiliğinden “Ergenekon”, “Balyoz”, KCK olarak adlandırılan soruşturma ve kovuşturmadan kimi askerler, gazeteciler, siyasetçiler, akademisyenler de nasiplerini aldılar, almaya devam ediyorlar.
Milletvekili seçilen Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay 850 gündür tutukludur. Yargılandığı mahkemenin üç yargıcından ikisi, milletvekili seçilmesine rağmen onun “suç işlediği hakkında geçerli şüphenin var olduğu”, eğer serbest bırakılırsa “delilleri karartacağı”, “kaçacağı” görüşündedirler. Aynı yargı, seçilmiş Mehmet Haberal ve Engin Alan için, ayrıca KCK davasından yargılanan 5 Kürt milletvekili Faysal Sarıyıldız, Selma Irmak, Kemal Aktaş, İbrahim Ayhan ve Gülser Yıldırım için de geçerlidir.
***
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 25 inci maddesine göre, yurttaşların siyasi katılım hakkını sağlamakla yükümlü olan devlet, bu hakları güvence altında tutmalıdır. (*) Bunun da ilk adımı, seçilmiş milletvekillerinin içinde bulundukları fiili “tutukluluk hali” engelinin ortadan kaldırılmasıdır.
AKP iktidarı, “Tutukluluk hali nedeniyle”; hem oy kullanan vatandaşların siyasal katılım hakkı ve hem de vatandaşların oylarıyla “seçilmiş” olanların siyasal katılım hakları ihlaline kılıf uyduruyor. AKP’nin bu hukuk tanımazlığına kimse sessiz kalmamalı.
(*) Hukuki metinler ve tartışma için bkz:
Fikret İlkiz, Tutuklu Milletvekillerinin Siyasal Katılım Hakkı, bianet.org