Pek sevmem ama atasözü işte;  “Tatlı tatlı yemenin acı acı geğirmesi  de var”…AKP rejiminin 10 yıllık cafcaflı büyüme sürecinin şimdi hesabını ödeme zamanı geldiği için başımıza gelecekleri anlatıyor.

Temmuz ayı sanayi üretimi yüzde 4,6 artmış diye birilerinin gözleri parlıyor, ikinci büyüme verisinin yüzde 3 olarak açıklanması, acaba yüzde 4 hedefini yakalamak mümkün olacak mı, tartışmalarını başlatacak. Ama hemen ertesi gün cari açık verisi gelince suratlar yine düşecek, Türkiye’nin yine en çok cari açık veren en kırılgan ülke durumunda olduğu gerçeği ile yüz yüze gelinecek.

 CARİ AÇIĞIN KAÇ?

Artık en can alıcı veri, ne enflasyon,ne işsizlik, ne de büyüme..En can alıcı gösterge cari açık...Hele ki, küresel krizden çıkış arayışları başlatan ABD’nin FED ile yeni bir para politikasına dünyayı hazırlamaya başladığı ve yavaş yavaş uygulamaya geçeceği bu konjonktürde…

AKP rejimi yıllardır büyümeyi öne çıkardı, büyümenin ithalata bağımlılığına, ihracat kapasiteninin zayıflığı nedeniyle ortaya çıkan cari açığa ise “nasılsa finanse ediliyor, sorun olmaz” diyerek omuz silkelediler, umursamadılar. İşin zorunu değil, kolayını seçtiler.

Kaynak:TÜİK, milli gelir veritabanı(*)Emlak,konut sahipliği  dahil

AKP’nin ekonomi politikasının mimarları üretken sektörleri, sanayi, tarım, madencilik, hatta kültür turizmini geliştirmek, bunları ihracatçı, en azından ithalatı gerçekten ikame eden sektörler olarak geliştirmek ve bununla ilgili politikalar izlemek yerine;  inşaatı, ulaştırmayı, cep telefonculuğunu, sivil havacılığı, AVM’ciliği, emlak ticaretini, özel hastaneciliği, özel eğitimciliği  vb. özendirdiler; kaynaklar bu döviz üretmeyen, tersine döviz harcayan  sektörlere aktı.

 SANAYİ DEĞİL İNŞAAT

 Son 10 yılda  yüzde 5 büyüyen ekonomide milli gelirde payı artan, sanayi değil, öteki rekabete kapalı , üretken olmayan sektörler oldu. Örneğin milli gelirde imalat sanayinin payı 10 yılda 1 puan bile artmadı, buna karşılık inşaat, emlak ticareti , finans sektörü, ithalata dayalı sivil havacılığın, cep telefonculuğunun zıplamasıyla ulaştırma-haberleşme sektörünün milli gelirdeki payı arttı.

Yeni yatırımlar da bu sektörlere doğru akarken, özel sektörün kıt kaynaklarının yanı sıra dışarıdan borçlandıkları kaynaklar da yine döviz üretme yeteneği olmayan özelleştirme projeleri için kullanıldı. Başta Tüpraş, Tekel olmak üzere, elektrik santralleri, elektrik dağıtımı gibi hep dış ticarete kapalı sektörlerin işletmelerini, kamu arsalarını,  en büyük özel sektör firmaları milyarlarca dolar borçlanarak  aralarında paylaştılar. Özel sektör için ne gam!…O an için o kârlıysa, ona yöneldiler, döviz üretmeyi hiç de kendi misyonları olarak görmediler…AKP rejimi ise bütçeyi tahkim etmek için bizzat kamunun işletmesi çok mümkün olan ve hiç de toplumsal bir yük üretmeyen işletmeleri nakde tahvil etmeyi, özelleştirmeyi tercih etti.

 GAFLET, DELALET..

Bunlar hep hatalı yönelişlerdi. Hükümet de yaptığı hatanın farkına varmış gibi ama neden sonra!..Onuncu Plan metninin 67. Sayfasındaki şu paragraf çok şeyi anlatıyor. Şöyle deniyor;

“ Son yıllarda kaynakların sanayi sektöründen, rekabet baskısının sınırlı olduğu dış ticarete konu olmayan sektörlere yönelmesi ve imalat sanayiinin toplam katma değer içerisindeki payının düşmesi, orta-uzun vadede potansiyel büyüme oranını olumsuz yönde etkileyebilecek kritik bir gelişme olarak görülmektedir. Bu nedenle, Onuncu Kalkınma Planı döneminde para, maliye ve teşvik politikalarının uygulanmasında kaynakların üretken alanlara yönlendirilmesi öncelik olarak gözetilecektir”.  

 

UMUTSUZ VAK’A

Hata, Onuncu Plan’da saptanmış ve gereği ifade edilmiş olsa da pratik için umutlu olmak kolay değil. Başta RTE ve çevresinin, bugünü kadar yöneldikleri ve birikim sağladıkları alanlardan, özellikle İstanbul rantından çark etmeleri neredeyse imkansız. Kaybedilen olimpiyatların yatırımlarını  bile  İstanbul’un akciğerlerine, Kuzey ormanlarına dikmeye kararlı bir rantperest yönetim, bu bölgedeki 3. Köprü, 3. Havalimanı, iki uydu şehir, kanal İstanbul gibi ucube projelerden, bunları dışarıdan borçlanarak  yapacak kamu-özel ortaklığı projelerinden vazgeçmiş değil.

Hatadan dönülmesi, her şeyden önce hem sektörel, hem bölgesel paradigma değişikliği gerektiriyor. Sektörel olarak sanayi, tarım, madencilik gibi üretken sektörleri, hem de döviz üretici tarzda geliştirmek gerekiyor; bölgesel olarak da İstanbul’a yatırımı vergileme ile caydırıp, oradaki faaliyetleri de bölge dışına çıkartıcı özendirmelere gitmek, Anadolu’da yeni sanayi, tarım vahaları yaratmaktan geçiyor. Bunu AKP zihniyetinin,  hele ki rantçı RTE’nin anlaması neredeyse imkansız.

 

 

Written by Mustafa Sönmez