Yerelin Gerçek Boyutları ve Belediye Şirketleri( Mustafa Sönmez-İPA İstanbul Dergisi Sayı 3)
Türkiye’de merkezi yönetimin karşısında yerel yönetimlerin (Mahalli idarelerin) gücü, oranı, tam bir belirsizlik içeriyor İpa…
Mustafa Sönmez
Yaygın medyanın da işgüzarlığıyla Türkiye’de bir sermaye fraksiyonu kavramı icat edildi: “Anadolu sermayesi…”. Bu deyim, AKP iktidarı öncesi de kullanılırdı. Şimdilerde ise , özellikle sol liberallerce TÜSİAD’ın rakibi olarak ,İslami sermaye yerine kullanılıyor.…TÜSİAD’ın yönetiminde bulunmuş olmakla beraber şimdilerde liberal düşünce üretimine katkıda bulunan, Eczacıbaşı ve Soros kaynaklarıyla dönen TESEV’in Başkanı Can Paker, 11 Ekim tarihli Referans Gazetesi’nde “Anadolu sermayesi, İstanbul sermayesi ayrımı TÜSİAD kızsa da var. Bu sosyolojik, objektif vakadır. Niye MÜSİAD var, niye TUSKON var, niye Anadolu Kaplanları diye bir kavram çıktı ?” diye soruyordu. Olgunun varlığı doğru olmakla beraber, niteleme yanlıştır. Paker’in, “Anadolu sermayesi” dediği, özünde İslami sermayedir;Anadolu’da olduğu kadar İstanbul’dadır. Paker, bu kesimin özelliğini şöyle ifade ediyor: “Bu girişimci sınıfın önemli bir özelliği devletin koruması olmadan iş dünyasında yer almalarıydı. Dolayısıyla daha çok kendilerine güvenerek, daha çok ayaklarının üstünde durarak ve daha çok kapitalist rekabet şartlarına uyarak çıktılar”. Bunu neye dayanarak söylüyor Paker? Bu sermaye fraksiyonunun morfolojsine ilişkin tek bir araştırması, bir çalışması var mı TESEV’in ? Yok…
***
Paker’in iddia ettiğinin tersine, hiçbir sermaye fraksiyonu yoktur ki, devletten teşvik, destek görmesin. Paker ve diğer (sol) liberallerin Anadolu sermayesi dedikleri, aslı İslami sermaye olan kesimden , finanstakilerin “Faizsiz bankacılık”ları, her dönem teşvik gördü. Sanayidekilerden hangisi Teşvik Tedbirleri’nden yararlanmadı? Yanılgı şurada: Dünyada, sanayide kar oranlarının düşüşü ile, özellikle sanayinin emek-yoğun, kirlilik yaratan aşamaları çevre ülkelere aktarıldı, bunlara tedarikçi sanayici rolü verildi. Örneğin Türkiye, AB’nin sanayi ürünü tedarikçisi yapıldı. Türkiye’de ilk birikimini sanayiden gerçekleştiren Koç,Sabancı,Eczacıbaşı gibi TÜSİAD kurucuları, sanayinin kar oranı düşük sektörlerinden çekilip finansa, İstanbul rantlarına, enerjiye, Tüpraş,Erdemir, PO, Petkim gibi özelleştirmenin kaymaklarına yöneldiler. Terk edilen sektörleri ise, İstanbul ve Anadolu’da düşük ve ücretsiz emeği tepe tepe kullanma şansı olan KOBİ’lere bıraktılar. Küresel sermaye de eskiden İstanbul üstünden , büyük holdingler ile kurduğu tedarik ilişkisini, doğrudan İstanbul ve Anadolu’daki bu KOBİ’ler ile sürdürdü(*).
Bu sermaye fraksiyonunun, ana profili; ucuz ve örgütsüz emeği insafsızca sömürmeye dayalı, girdilerini artan ölçüde ithalatla karşılayan yoksullaştırıcı bir ihracat-sanayileşme ve /veya büyük holdinglere taşeronluk, devlet rantlarından nasiplenme için yarıştır.
Bu grubu bir araya getiren, “sermaye” olarak çıkarları kadar, İslami hayat tarzı özlemleridir. Bunları, önce Erbakan 1990’da MÜSİAD’ı kurarak örgütledi. Fethullah da TUSKON’u kurdu. Bu kesimin ortak özelliği, İslami söyleme sahip bir parti arkasına dizilerek birikime ortak olmak, dahası, İslami, muhafazakar bir hayat tarzı üstünden kapitalizmi yaşamaktır. Malezya buna örnektir. Bunu, Erbakan’la yapamayınca AKP’ye omuz verdiler ve 2002’den bu yana yol alırlarken saflarına kimi sinik TÜSİAD’cılar , “her devrin sermayedarları” da katıldı. İslami sermayedarlar, irili-ufaklı özelleştirmeler, TOKİ ihaleleri, belediye yatırımları vb. üstünden özellikle kayırılıp büyütüldüler. Bu kesime, “Kendi ayakları üstünde büyüyen” nitelemesinde bulunan Can Paker, hiçbir şeyi görmüyorsa, Çalık’ın RTE ile petrol, rafineri, Sabah-ATV operasyonlarını da mı görmez? Pes…
***
Peki, bir yanda TÜSİAD, diğer tarafta da MÜSİAD-TUSKON çekişmesi nereye evrilecek? Paker’e göre , Gerek ekonomik alışverişlerde gerekse birbirlerinin karşılıklı yaşam tarzlarını kabul etmekle” bunlar kaynaşacaktı…Şöyle devam ediyordu; “Yani eski sermaye gibi devletle ilişkileri yürüten kimse kalmayacak. Ekonominin gidişi bu. Devletin ekonomik olarak verecek bir şeyi kalmayacak zamanla.” Bir kez de Can Paker için hatırlatayım: 2010 Ağustos itibariyle teşvikli yatırım tutarı 35 milyar TL. Bunun 15 milyar TL’si tek başına Çalık-RTE rafineri girişimine ait. Paker, dönüp bakmıyor mu dünyaya…2008 krizinden sonra devletlerden kaç trilyon dolar aktı sermayeyi ayakta tutmak için ? Hani devlette, verecek bir şey kalmamıştı neoliberalizmle ? Hayatın gerçeği,liberallerin ezberlerini tekzip ediyor.
12 Eylül’de “askeri vesayet bitti” fetvasına inanan Paker ve takipçileri, izlesinler İslami burjuvaziyi ve AKP’yi…Bakalım, “sivil vesayet”ten göreceklerine daha ne kılıflar uyduracaklar..
(*) Detaylar için bkz: Mustafa Sönmez, Türkiye’de İş Dünyasının Örgütleri ve Yönelimleri, Friedrich Ebert Vakfı yayını, 2010,İst.