2014’te Üç seçim, İki seçim günü…
RTE’nin danışmanlarından Dr. Ertan Aydın, El-Cezire'de yayınlanan son makalesinde erken seçim ihtimalinden bahsetti. “Gelecek yıl…
3 Haziran’da aramızdan ayrılışının üstünden 50 yıl geçen ve insanlığa eşsiz bir mücadele ve kültür mirası bırakan Nazım Hikmet’in dizeleri, şu tarihi günlerde durmadan dilime dolanıyor. Özellikle de Ateşi ve ihaneti gördük diye başlayanı… Ateşi ve ihaneti gördük /Ve kanlı bankerler pazarında/ memleketi Alaman’a satanlar,/ yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar /düştüler can kaygusuna/ ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından/ karanlığa karışarak basıp gittiler…
MEDYANIN İHANETİ
Yakın tarihimizin en önemli kalkışmasına yokmuş gibi davranan ana akım medyanın ihaneti uzun zaman unutulmayacak. Bu ihanet, benim için hiç sürpriz olmadı, kimseyi şaşırtmaması için de kaç zamandır dilim döndüğünce uyarıyorum. En son, bir ay kadar önce, çoğunluğunu CHP’li vekillerin oluşturduğu, gazeteci ve akademisyenlerin katıldığı bir bilgi alışverişi toplantısına Yurt’taki diğer yazar arkadaşlarım Ayşenur Arslan ve Cüneyt Ülsever ile birlikte katılmıştık. CHP’li vekiller, medyayı etkileyememekten yakınıyorlardı. Görüşlerine, haberlerine yer verilmemesinden şikayet ediyorlardı. Olabildiği kadar açık konuşarak şunu ifade ettik. Siz, henüz başımıza geleni yeterince kavrayabilmiş değilsiniz. Türkiye 10 yıldır bir iktidarın değil, bir rejimin yönetiminde. Bir rejim, tüm kurum ve kuruluşlarını inşa eder, tüm resmi kurumları merkezileştirip kontrol altına almakla kalmaz “sivil” alana da müdahil olur, orada da nefes imkanı bırakmaz. AKP rejimi, özellikle ikinci iktidar dönemiyle beraber, yasama-yürütme-yargıyı tam kontrolüne alacak hamleler yaptı. Askeri vesayetin defterini dürerken YÖK’ten kamu medyasına, yargıdan diyanete tüm alanları biçimlendirmekle kalmadı, sivil alana da sızdı.
AYAR ÜSTÜNE AYAR…
Rejim, sendikal kulvarda Hak-İş’i, Memur-Sen’i organik kurumları haline getirirken yandaş medyasında Sabah-ATV operasyonuyla tahkimat yaptı. Yetmedi, başta Doğan Grubu’nun olmak üzere “merkez” medyanın kolunu bükerek onları biata zorladı. İkna etmesi de zor olmadı. Çünkü madenleri, bankaları, şantiyeleri ve her an hükümetin gazabına uğrayabilecek yatırımları ile yumuşak karınları korumasız medya patronlarıydı bunlar. RTE’nin tehditlerine karşı koymak yerine kolayca boyun eğdiler , hatta giderek cellatlarına aşık oldular, yandaş medyadan daha kralcı kesildiler. Ortada, etkilenmeye açık bir medya kalmamıştı.
CHP’li vekillere tavsiyem şu oldu; farklı bir dönemdeyiz ve daha zor günler bekliyor hepimizi; kendi medyanızı inşa edin, etmek zorundasınız. Ajans kurun, TV kanalı kurun, gazete çıkarın;ya da bunları yapmaya çalışanları destekleyin, üç kuruşunuzdan ikisini medyaya yatırın…CHP’nin portföyünde hasbel kader bir Halk TV vardı. Ama, olan biteni anlamakta çok güçlük çeken yönetim, bunu bir tür atsan atılmaz satsan satılmaz bir miras olarak görüyordu. Gezi direnişi ile ilgili haber alma hakkının nasıl gasp edildiği ortaya çıktığında tüm toplumun kilitlendiği iki kanaldan biri onca imkansızlığına karşın Halk Tv , diğeri Ulusal Kanal oldu.
Haber, yatırım isteyen bir üretim. Rehine medya, olan biten karşısında üç maymunu oynayarak insanları isyan ettirirken eli serbest olanlara kaldı haber alma umudu. Ancak, haber üretimi yetersizdi, bilgi ancak sosyal medyadan sağlanmaya çalışılıyordu. Medyanın ihaneti, böylesi bir tarihi momentte ihmalleri, eksikleri de ortaya çıkarmıştı.
KÜRT SİYASETİ VE DİRENİŞ
Ateşi ve ihaneti gördük şiirinin dizeleri dilime , Kürt siyasetinin sözcülerinin beyanatlarına rastlayınca da dolandı. Sürdürülen direniş, Türkiye toplumunun Türküyle Kürdüyle, alevisi sünnisi ile, alt ,orta sınıfları ile büyük bir yelpazesinin yaşamakta olduğu mağduriyetlere, baskılara, anti-demokratikliğe isyandı. Kürt sorunu, bu isyanın dışında değil, bizzat içindeydi. “Çözüm süreci”ne kilitlenen Kürt siyaseti, olan bitene sanki başka bir ülkede yaşanan bir şey gibi yaklaşmakla büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Örneğin, “Halkın taleplerini görmezden gelirseniz özgürlükler gelemez” diyordu Ahmet Türk ve hükümetin sokaktan yükselen sese kulak vermesi gerektiğine işaret etmekle yetiniyordu; tıpkı RTE’nin kankası Gül’ün ağzıyla… Ya BDP eşbaşkanı Demirtaş’ın şu sözlerine ne buyurulur; “Biz Gezi parkında yaşananları müzakere karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz…kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmayız. Bizim tabanımız ne yapacağını bilir…”
Kürt siyaseti, büyük bir hayal kırıklığı yaratırcasına, “Bu direniş de nereden çıktı!…” demeye getirmektedir. Kendilerini dünyanın merkezine koyma ve kendi hedeflerini her şeyin önünde görme gibi bir hastalıktan malul Kürt siyasetine önerimiz akıllarını başlarına devşirmeleri olabilir ancak. Bu kadar dar görüşlülükte ısrar ederlerse, kendilerine er geç kazık atacak AKP ile umduklarından hızlı bir biçimde baş başa kalırlar ve bundan yakınmaya hiç, ama hiç hakları kalmaz…