Özürlü Seçimler…
Mustafa Sönmez Türkiye’nin alaturka demokrasisinde, seçmenin ortalama yüzde 30’a yakınının iradesi meclise yansımıyor. Bu…
Mustafa Sönmez
Başta Yunanistan olmak üzere, “devletin mali krizi” biçimine bürünmüş küresel krizin ikinci fazında, tıkanma nasıl aşılır? Bu sorunun yanıtı, farklı iç ve dış konjonktürde mali kriz yaşamış Türkiye deneyiminde yer alıyor aslında . Ama Türkiye’de yaşanan ve yaşatılanlar Avrupa’da yapılabilir mi, o başka. Yine de küçük bir zihin idmanında yarar var.
Yunanistan başta olmak üzere, yüksek kamu bütçe açığı ve döndürülemeyen kamu borç stokunun ağırlığı altında ezilen ülkelere, “kurtarma” adı altında bulunan çözümler, sadece sündüren, sorunu öteleyici çabalar, o kadar. “Kurtarma operasyonları” adı altındaki mutabakatların hiçbiri iflası tek başına önlemeye yetmiyor. Nitekim, İngiliz Financial Times gazetesi, Yunanistan’a ağırlıklı olarak borç takası ve özel sektörün elindeki tahvillerin vadesinin yayılması şeklinde sağlanacak olan 109 milyar Avro tutarındaki son paketin çok da işe yaramayacağını söylerken haksız değil. Yenilik ne? Yenilik , özel bankaların da elini taşın altına sokması talebinde ısrarcı olan Almanya Başbakanı Merkel’in muradına ermesi. Ama borcu bir el daha çevirmek neye yarayacak? Bu borç nasıl makul bir büyüklüğe indirilecek? Sorun bu. Borç stokunu milli gelirin makul bir düzeyine indirmek için üç şey önemli:
1- Bütçede vergi gelirlerini artırmak, harcamaları kısmak gerekiyor. Bu operasyon, bütçeden borç ödemelerine artan ölçüde kaynak ayırmayı mümkün kılmalı. Bu, işin “Mali disiplin” ayağı.
2- Özelleştirmelerle, kamu varlığını eritip elde edilen geliri bütçeye aktarılıp borç azaltmada kullanmalı.
3- Büyümeyi, ihracatı ihmal etmeden sürdürülebilir bir kulvara oturtmalı. Dünya işbölümünde avantajlı sektörleri belirleyip oradan ilerlemeli.
Türkiye bunu 2001 krizinde yaşadı ve eksik-fazla birşeyler yaptı. Şimdilerde dostu Yorgo Papandreu’ya gayri resmi akıllar vererek ondan teşekkür alan Kemal Derviş, mutlaka Türkiye’ye IMF ile içirdiği acı ilacın deneyimini aktarıyordur.
***
2001’de Türkiye’nin yaptığı, Avrupa’nın ise bugün yapmakta zorlandığı ve zorlanacağı şeylerin bir kısmı iç koşullar bir kısmı da dış koşullarla ilgili. Türkiye, 2001’de dış konjonktür açısından şanslıydı. Dışarıda küresel kriz öncesinin balonu şişiyordu, likidite bolluğu vardı ve büyüyen bir dünya ekonomisi söz konusuydu. Dolayısıyla içeride gerekli operasyonlar tamamlandıktan sonra, 2001 kriziyle değersizleşmiş TL, ihracatçılar için teşvik oldu. Krizde işsiz kalmış işgücünün hızla ucuzlaması Türk ihraç ürünleri için rekabet gücü oldu ve özelleştirmeye hem içeriden hem dışarıdan alıcılar çıktı; iştah yerindeydi. Bütün acı operasyonlar, bir koalisyon hükümeti eliyle yapılıyordu. Halkın muhalefetine öncülük edecek bir parti yoktu. Muhalefetteki CHP, hayırhah bir tutum içindeydi. O kadar ki operasyonların mimarı Derviş’i partinin vitrinine koymaya vardırdı işi. Kuruluş halindeki AKP ise yıkımın parsasını toplamanın hazırlığını yapıyordu.
***
Avrupa’nın mali krizdeki ülkeleri için bugünün dış konjonktürü iç açıcı değil. ABD, yeniden küçülme iklimine geçerken Asya bile durgunluğa gidiyor. Avro, krizdeki Avrupa ülkeleri için devalüe edilecek bir para değil, dolayısıyla Avro’yu veri alıp mal-hizmet ihraç edebilir halde olmaları gerekiyor. Sendikal, sosyal strüktür, bizdeki gibi vahşi bir çalışma iklimine geçişe izin vermiyor. Avrupa sosyal normları, kazanılmış sosyal haklar var.
Özelleştirme projelerine hemen alıcı çıkar mı bilinmez. Özelleştirilecek kamu işletmelerinde çalışanların ücretleri, sosyal hakları yüksek. Mesela Yunanistan, 2015’e kadar 50 milyar Avroluk özelleştirme geliri elde etmek istiyor. İlk etapta mevduat bankası Hellenic Postbank’ın yüzde 34’ü satılmak isteniyor. Ayrıca Pire ve Selanik limanlarını elden çıkarmak, kamu enerji şirketinin, telekom şirketi “Ote”nin ve su şirketinin satışından gelir bekliyorlar. Ama bunların hiçbiri çöpsüz üzüm değil ve umulan fiyatlarda teklifler almaları zor.
Vergi gelirlerini artırmaları tüm sınıflardan, özellikle de varlıklı kesimin iknasını gerektiriyor; kolay değil. Bizdeki gibi vur abalıya misali, dolaylı vergiye abanabilirler mi, sanmıyorum. İş, kamu harcamalarını kısmaya gelince, orada da kimse bizim gibi, “Vur ensesine al hakkını” acizliğinde değil; her hak kısıtlama operasyonu, tepki görüyor. Sağlığı, eğitimi diğer sosyal devlet hizmetlerini bizde yapıldığı gibi özelleştirip, ticarileştirip metalaştırmaya kolay kolay onay vermiyor Avrupalılar…
Özetle, bizde 2001 krizinde uygulanan ağır reçeteleri Avrupa alt-orta sınıflarına uygulamak hiç kolay değil. Kaldı ki, dünya ekonomisinde yeni bir büyüme ivmesi yakalanmadan, düze çıkmak da kolay değil. Avrupa’daki sancı, Türkiye’ye de uzanıyor. Cari açıkla başı beladaki Türkiye, Avrupa’da daralan çemberin etkisiyle, bir de sıcak para çekilişi ve ihracat talebi düşüşü yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Bu, umulanın ötesinde bir küçülme, önce sanayide, inşaatta, sonra finans kesiminde esmer günler anlamına gelebilir.