Merkez ve Çevre krizin neresinde (2)
ABD öncülüğünde, “merkez” ülkelerin en azından önemli bir kısmının, yeniden bir büyüme ivmesi yakalayıp krizi…
Yaklaşık 5 yıllık bir kriz konjonktürünün ardından ABD’nin dibe vurup yukarı çıkma çabaları, bunun için bir yeniden büyüme patikası hazırlığına giriştiği 2013’ün ortası, yeni bir dönemin ya da evrenin başlangıcı kabul ediliyor. ABD ile birlikte AB de bu çakılmış uçağı yeniden kaldırmanın gayreti içinde ve ABD ile koordineli bir kalkış arayışında.
YİNE NEOLİBERAL
Kuşkusuz, AB gibi 28 üyeli hiyerarşik bir blokun yekpare olarak ayağa kalkması pek mümkün görünmüyor. Kriz, AB’nin tek parça kalıp kalmayacağını sorgulattı. Bugün bile bu soru geçerli. Özellikle Avro alanının ülkeleri, yine Avro ikliminde kalarak yollarına devam edebilecekler mi ve bunun gereklerini ne kadar yerine getirebilecekler? Bir “ayrışma” kaçınılmaz görünüyor. ABD’den sonra AB’de de , özellikle Merkel’in yeni iktidar döneminde hızlı bir silkelenme, sağlamların çürüklerden ayıklandığı, “uyumsuz”larda daha fazla ısrar edilmediği bir döneme geçilebilir. Yunanistan, sıradaki ilk sorun olmayı sürdürecek. Portekiz, İspanya, İtalya hep öyle.
Özünde , sermaye birikiminin neoliberal formatıyla sürüklenilen krizden, yine neoliberal zihniyetle bir çıkış arayışı söz konusu. Bu anlamda “yeni” bir şey yok. Umulan, yine mal ve sermaye hareketlerinde sınırsız bir liberallik, sınırsız bir metalaşma, ticarileşme ve daha koyu bir özelleşme…Umulan, krizden koruyan devletin şimdi de yeniden birikimin bozulan raylarını yerine oturtması. Umulan, yeniden büyüme için emek üstünde daha baskıcı bir devlet, kaynakları sermaye lehine yontan ve yeniden krize girilmemesi için belki biraz daha mali sistemi kontrol altında tutan bir devlet ya da devlet üstü resmi kurumlaşmalar. ..
‘ÇEVRE’DE OLACAKLAR…
Merkez ülkelerin bu “yeni”ye kalkışmalarının çevre ülkelere etkilerine gelince… İrice olanlarının “yükselen pazarlar” olarak adlandırıldığı çevre ülkelerde, Merkez’in dipten çıkma hamleleri, kendisini özellikle kriz yıllarında yükselen ülkelere gelmiş sermayenin yön değiştirmesiyle anında etkilemiş görünüyor. Kriz yıllarında merkezde büyümenin dibe çökmesiyle büyüme şansı kalmayan ve çevreye demir atan sermayenin “sıcak” türü (hisse senedine, devlet kağıtlarına gelen ve/veya kısa vadeli mevduat, kredi biçiminde yayılan) , Mayıs’tan itibaren ‘sat-çık’lara , hesap kapamalara yöneldi. Bu çıkışlar özellikle cari açığı büyük ve başını Türkiye’nin çektiği, ardından G.Afrika, Hindistan, Endonezya’nın geldiği kırılgan ülkelerde “kur artışları”na yol açtı. Hepsinde yüzde 15 ile yüzde 20 dolaylarında yerli paranın değersizleşmesi yaşandı. Üstelik bu, henüz ABD, tahvil alımlarını azaltma operasyonlarına başlamamış, bunun zamanını geldiğini sadece seslendirmişken oldu. Tahvil alımlarını azaltmanın takvimi netleşip fiili uygulama başladıkça gürültü daha da büyüyecektir. Bu netlik, kırılgan ülkelerden çıkışı daha da hızlandıracak. Bu da 2008 krizi öncesi likidite bolluğunu fırsat bilip dış kaynak çeken, kriz yıllarında da gidecek kapı arayan sıcak paraya adres olan ülkeler için “bir dönemin kapanışı, yeni bir dönemin açılışı” anlamına geliyor. Türkiye, özellikle bu ülkeler arasında.
Hem kriz öncesi, hem krizli yıllarda dışarıdan kaynak kullanan çevre ülkeler, bu kaynağı döviz kazandırıcı bir tarzda kullandılarsa, dış kaynağın doğrudan yabancı sermaye türünü çekebildilerse, dönemden kârlı çıktılar ve girilen yeni dönemden de pek çekinmiyorlar. Çünkü cari açıkları büyük değil ya da cari fazlaları var ve risk primleri yüksek değil. Ama tersi durumda olanlar için durum vahim ve bunun baş örneği Türkiye.
AKP İLE BİR DÖNEM
AKP iktidarına denk gelen dış kaynağın oluk oluk aktığı yıllarda üçte ikisi borç yaratan olmak üzere 400 milyar dolar girmesine karşılık, Türkiye, milli gelirinin yüzde 7-9’u arası cari açık veren bir ülke durumuna düştü. Dış kaynak, hovardaca kullanıldı. AKP rejimi, dış dünya ile rekabete girip ihracatla, hizmet satışı ile döviz kazanan bir ekonomi geliştirmek yerine, rekabet kaçkını , içe dönük inşaat, iç talep odaklı bir büyümeye yöneldi. Bunun nimetleri ile kitleleri fethedip otoriter bir islami rejim kurma hedefini her şeyin önünde tuttu. El parasıyla büyümenin bir kısım nimetlerini sağlık, hayırseverlik, TOKİ popülistliğinde kullandı, seçimlerde oya tahvil etti.
İç taleple büyüme, hanehalkını borçlandırarak yapılınca bankalar günü kurtardı. İnşaat ya resulullah ile yandaşıyla, olmayanıyla, tüm sermaye günü kurtardı. Vatandaş, tüketici kredisi , kredi kartı ile borçlanarak çeşmeden kovasını doldurduğunu sandı. Dış kaynaklı büyüme ile bütçeye dolaylı vergi girdi, Maliye, günü kurtardı. Üstüne, özelleştirmelerle, devlet binası, kamu arsası demeden ne varsa satıp savarak gün kazanıldı. El parasıyla büyümeden 10 yılda yaklaşık 5 milyon kişi asgari ücretle de olsa, güvencesiz de olsa iş sahibi olup eve ekmek götürünce herkesin işi tıkırında göründü. Bütün bunlar AKP’ye 3 dönem iktidarı getirdi. Üstüne, RTE, bunları sürdürülebilir büyüme sanıp kendisini dev aynasında gördü; Başkanlık, bölge gücü gibi iddialarla, heveslerle, herkesin hayatına, Orta Doğu’ya ayar vermeye kalktı ama çuvalladı. Şimdi bu dönem bitiyor, bu devranın böyle gideceği üstüne yapılmış bütün projeler, mega projeler, projeksiyonlar çöküyor. AKP inişte. Hayatın akacağı yeni nehir yatağı arayışları öne çıkıyor.