Kürt Sahnesinde Gecikmiş CHP
CHP, Kürt sahnesine çıkıyor. Biraz gecikmiş olarak…Ama olsun, geç olmasın da varsın güç olsun… Kürt…
İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez, okurların beğenisine sunulan yeni kitabı AKP-Cemaat: Çatışmadan Çöküşe’de, AKP ve Cemaat çatışmasını tüm geçmişiyle mercek altına alıyor, bu çatışmanın yakın tarihine ışık tutuyor.
Mustafa Sönmez, ‘Sonun başlangıcı, Dış desteğin çöküşü, Gezi direnişi travması, AKP-Cemaat sürtüşmesi ve Yolsuzluk üzerinden savaş’ başlıkları altında AKP iktidarının inişleri ve yükselişleri ile tüm tarihini konu edinen kitabıyla ilgili soruları yanıtladı.
“AKP-Cemaat: Çatışmadan Çöküşe” henüz piyasaya çıkmışken, siz sıcak gelişmelere ve AKP ile Gülen Cemaati arasındaki çatışmadaki asıl dinamikleri ne olarak görüyorsunuz?
AKP’nin 11 yıllık tarihinde bir yükseliş, bir de düşüş dönemi var. Yükselişini hazırlayan koşullar, onun inişinde de etkili oldu. Kitapta çıkışı hazırlayan iç ve kaldıraçları merkez partilerin tükenişi ve İslamcı koalisyon ortakları arasında uyum, İslamcı koalisyona başta ABD ve AB olmak üzere sağlanan dış destek, 2000’lerin dünya ekonomisi ve iç ekonomik ikliminin sunduğu elverişli ortam, İslamcı koalisyonunun, askeri vesayeti ve geleneksel iktidar bloğunu geriletme operasyonlarına “sol liberalizm”in sağladığı (ahmakça) destek olmak üzere dört başlıkta topladım. Bu dört kaldıraç, AKP’yi 2002’den bu yana iktidara taşıdı ve yükseltti. Ama 2011 seçimleri ertesinde bu kurgu bozulmaya, AKP’yi ayakta tutan payandalar kaymaya, çatırdamaya başladı.
İnişi hazırlayan etkenleri satırbaşlarıyla nasıl özetliyorsunuz?
Kitabın giriş bölümünde, AKP’nin dörtlü bir basınç altına girdiğini yazdım. Şöyle özetledim; birincisi dış desteğin zayıflaması; ABD’nin “ılımlı İslam” formülünden vazgeçmesi, bölgesel güç vehmine kapılan RTE’li AKP’yi “çizmesi”; ikincisi artan otoriterleşme ve başkanlık eğilimleri ile iktidardan dışlandıklarını hisseden Fethullah Gülen Cemaati’nin direnci ve çatışma, üçüncüsü dış kaynakla büyümenin yarattığı cari açık kırılganlığı, dünyada değişen parasal iklime uyumsuzluk ve dördüncüsü ise özgürlüklerine sürekli kısıtlama getirilen her sınıftan muhalifin sokağa çıkışı ile Gezi İsyanı; artan Kürt muhalefeti ve cesaretlenen CHP.
ABD ile Cemaat’in AKP’ye karşı duruşlarında bir eşgüdüm var mı? Yoksa bir tarihi tesadüf mü?
Gülen Cemaati’nin öteden beri ABD ile bir uyumu dikkatlerden kaçmaz. Gülen Cemaati kendisine oyun sahası olarak sadece Türkiye’yi görmez, dünyayı görür. Merkezi de Türkiye değil, ABD’dir. Gülen’in Pensilvanya’da ikameti seçmesi tesadüf değildir. Bütün iç ve dış politikalarda Cemaat’i ABD ile çatışırken göremezsiniz. Bu, İsrail konusunda da böyledir, İran konusunda da. RTE ve çevresinin bileklerinin iki güç, ABD ve Cemaat tarafından bükülmeye başlaması da eş zamanlıdır.
ABD ne zaman ve neden gözden çıkardı sizce Başbakan’ı?
AKP üstünden “Ilımlı İslam” formatıyla, İslam radikalizmine çözüm bulduğuna en az bir süre için inanan ABD, son yıllarda bu konuda yanıldığını anladı. AKP’yi, daha doğrusu RTE’yi “azleden” gelişmelerden biri bu oldu. ABD’de bu fikrin pekişmesine RTE-Davutoğlu’nun dış politika yanlışları eklenince süreç daha da hızlandı. Kendilerine bir bölgesel güç vehminde bulunan bu “Yeni Osmanlıcı” ikili, ABD’nin “at değişimi” fikrini, öteki hatalarıyla birlikte hızlandırdılar. Arap isyanlarına değin, Batı’daki dış politika çevrelerinde, politik İslamın “ılımlı” kanadının sandıktan çıkarak iktidar olmasına olanak sağlamanın, radikal İslamı etkisizleştirilebileceğine ilişkin bir inanç hakimdi. AKP ile Türkiye deneyimi de adeta bu inancı destekliyordu.
Bu “ılımlı”kanadın temsilcileri Mısır ve Tunus’ta iktidara geldiler, ama devleti yönetemediler. Radikal kanat hızla gelişti, Kuzey Afrika’dan Suriye’ye kadar büyük çaplı silahlı yapılarla etkinliğini hızlandırdı. Bu gelişmeleri gözleyen ABD, AKP’nin son yıllarının pratiğinden de rahatsız olmaya başladı.
Hangi pratikler bunlar?
“Çırak” ve kısmen “kalfa” döneminde güçler ayrımına “katlanan” RTE, “ustalık” döneminde kılıcını çekti. Özellikle sivil-asker bürokrasinin sandıktan çıkmış “seçilmişlerin” önünü kestiğini, bu “atanmışlara” haddini bildirmek gerektiğine hükmetti. Bu, parlamenter demokrasinin temel prensibi olan güçler ayrımını tanımamak ve giderek otoriterliğe ve kutuplaşmaya, çatışmaya davet demekti. ABD, biraz geç de olsa fark etti ki, “ılımlı” sıfatıyla rahatlama sağlasa da politik İslam, iktidara gelince devleti, toplumu, gerektiğinde şiddete baş vurarak, totaliter bir yapı oluşturacak yönde yeniden şekillendirmeye kalkıyor. Politik İslamın , devlet -sivil toplum-özel yaşam ayrımlarını yok sayması tesadüf değil. Tersine onun yapısal bir özelliği. Türkiye gibi dünya kapitalizmi ile bütünleşmede bir hayli yol almış, hızla kentleşmiş, ücretlileşmiş bir toplumsal formasyonla politik İslamın uyumsuzluğu anlaşıldı. Görüldü ki, sandıktan çıktım, her istediğimi yaparım, anlayışı bir saplantı halinde. Bu, çok tehlikeli, kutuplaştırıcı çatıştıran bir duruş. Buradan devrim kazalarına bile uğrar bir ülke. ABD bunu göze alamazdı.
Kitabınızda “Bölgesel güç” olma vehminden rahatsızlığa da dikkat çekiyorsunuz…
Evet, öyle. ABD’yi rahatsız eden ve güven sorunu yaratan gelişmelerin bir ayağı da, RTE-Davutoğlu ikilisinin “Bölgesel güç” vehmine kapılıp bölgede ABD’nin hiç onaylamadığı bir Yeni Osmanlıcılık oynamaya kalkmalarıyla ilgiliydi. Bu, kendisini Irak, Suriye, Mısır politikalarında ve İsrail ile ilişkilerde hep gösterdi.
AKP döneminde Türkiye’ye dış kaynak girişi olmadık boyutlarda aktı. Bunun nedenlerine ayrıca gireriz, isterseniz. Bu, yılda 40 milyar dolarlık dış kaynak akışını, konjonktürün bir lütfu olarak algılayamayan, üstelik bunun “sürdürülebilir bir büyüme” yaratmayıp çok önemli cari açık kamburu yaratarak Türkiye’yi hızla kırılgan bir ekonomi durumuna getirdiğini fark etmeyen, ya da etmek istemeyen AKP rejimi ve onun lideri, bu gazla bölgede bir “alt-emperyalist” olma hevesine kapıldı. Bu da Washington’dan sert tepki gördü.
Neden tepki gördü?
Suriye’de, ABD’den neredeyse kopuk, Esad’ın defterini dürmeye kalkan, bunun için El Kaide’nin de dahil olduğu Suriyeli muhaliflere açık-örtük her tür desteği verip ABD’yi de sürekli müdahaleye davet eden AKP rejimi, bu deli bozuk tavrıyla da ABD’nin keyfini kaçırmıştı. 2013 yazında Mısır’da “ılımlı İslam”Mursi’ye danışmanlık yapan RTE-Davutoğlu ikilisinin, Sisi darbesi ile uzaklaştırılmasına direniş çağrısı çıkaran Türk ılımlı islamı , ABD için bitmiş sayılırdı. Zaten Gezi direnişine polis şiddeti ile verdiği karşılık ve tüm toplumu hızla kutuplaştıran tavrı ile RTE, Obama yönetimi için fişi çekilmiş lider sayılabilirdi artık.
Artık AKP, ılımlı İslamla örnek, ekonomik mucize yaratan ülke değildi. AB, Gezi direnişiyle birlikte farklı bir RTE yüzü görmüştü ve dehşet içindeydi. Buna 17 Aralık yolsuzluk operasyonları karşısında verdiği hukuksuz, daha da otoriter tavır sadece tüy dikiyor.
Başbakan, bütün bu dış alemin dozu artan eleştirilerini umursamadan yoluna devam edebilir mi? Onlara rağmen kendi rejimini tesis ederek hükümet edebilir mi?
Bunu deniyor denemesine…Brüksel’de HSYK konusunda başka konuşup burada bildiğini okudu. Her icraatı artık dışarıda skandal olarak niteleniyor. Herhangi bir yönlendirmeye gerek kalmadan uluslar arası medya tefe koyup çalıyor. Ama o, bunları önemsemeden kapağı 31 Mart’a atmaya ve sandıktan çıkacak sonucu, eleştirilere karşı en önemli kalkan yapma çabasında.
Sandıktan anlamlı bir oy kaybı çıkmaz ise ne olur?
Böyle bir ihtimal, kayba uğrama ihtimaline göre daha zayıf. Ama çıkabilir de, buna hazırlıklı olmak gerekir. Ancak yine de Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim rauntları var. Onlara aynı enerjiyle girmesi tabi ki söz konusu olmayacak. En önemlisi, fiili hayat var. Başta maddi hayat, yani ekonomi. Orda olan biteni yönetmesi iyice zorlaşıyor. Rüzgarını ancak dışarıdan giren sermaye ile temin eden bir çark var. O rüzgar kesilince bu çark da duruyor. Döviz yükseliyor, onu önlemek için faizi yükselttiler. İkisi de yıpratıcı önlemler bunlar. Şimdiden iç tüketim daraldı, homurtular artmaya başlar. İşten çıkarmalar başlar. Ertelenmiş enerji zamları ile homurtular biraz daha yükselir. Ellerinde bir maliye kartı var oynayabilecekleri, devlet geliri ve harcamaları üstünden bir süre alevleri yatıştırabilirler ama sınırsız bir su tankı değil bu yangını söndürecek… Onun için yine dışarıdan para girişi gerekli. O ise iyice zorlaştı.
Neden zorlaştı…?
Birincisi, AKP dışarıya hep ekonomide “mucize yaratan” imajı pazarladı. Oysa öyle değildi. Dışarıdan akan kaynakların önemli bir kısmı dış ticarete konu olmayan başta inşaatta, servis sektörlerinde kullanıldı, hovardaca ithalat yapıldı, ihracatçı sektörler ise ihmal edildi. Sektörlere rekabet gücü kazandıracak politikalar hep kağıt üstünde ve güdük kaldı. Bunun sonucu olarak da kırılgan bir ekonomi kaldı elde. 2013’te 65 milyar dolara ulaşan cari açığı ve milli gelirinin yüzde 8,2’sine varan cari açığıyla her yerde “En kırılgan ekonomi” olarak adlandırılıyor Türkiye. İkincisi, Mayıs 2013’te ABD’de FED’in sıkılaştırılan para politikaları ile yeni bir para iklimine geçti dünya. Bu iklimle yabancı para, yüzünü dışarıya, ABD’ye döndü. Kırılgan Türkiye ekonomisi de kaynak kaybı ile hızla aşağı doğru hızla inmeye başladı. Bu yabancı soğuması, TL’ye hızla değer kaybettirdi. Üçüncüsü , yolsuzluk operasyonları ile patlayan politik kriz ekonomiye daha çok kan kaybettirdi. Şimdi ortada hergün bir hukuksuzluğu, bir kayırmacılığı, anti-demokratikliği sergilenen bir Başbakan’ın hükümeti var. Meşruiyetin kaybolması, her şeyin sonudur zaten. Bu hükümet içeride ve dışarıda meşruiyetini yitirdi. Bu da oyunun sonu demektir.
Kürt siyaseti olarak tanımladığımız PKK-BDP siyaseti, hep kendi programını önde tutan, bütün iç ve dış gelişmeler, süreçler ile ilgili pozisyon almada, kendi hedeflerine öncelik tanıyan bir siyaset. ABD’ye de böyle bakıyor, Cemaat’e de, AKP’ye de CHP’ye de, Türk soluna da..Yeni bir gelişme, süreç, onun hedeflerine denk düşmüyorsa hemen karşı tavır alıyor, kim olursa olsun yanında yer alıyor. Bu, Kısa vadede amacına hizmet etse de uzun vadede, hareketi açmazlara, çelişkilere sürüklüyor. Bunu hem Gezi direnişi sırasında hem AKP-Cemaat çatışmasında gözlemledik. Gezi direnişi patladığında, bu, barış sürecini baltalıyor diyen Kürt siyaseti, direnişi ulusalcıların bir komplosu demeye vardırdı teşhisini. Gezi direnişi AKP’yi sarsacak, bu da onlara çözüm yolunu açacak aktörün yara alması demekti onlar için. Çok sorunlu bir değerlendirmeydi. Neyse ki, akıl hızlı galebe çaldı, özeleştiri yapıp Gezi’nin bileşenleri arasına katıldılar. Ama bu kez AKP-Cemaat çatışması çıkınca, çözümde adım atmanın karşılığı olarak seni Cemaat’ten koruruz dediler AKP’ye…Cemaatin, birçok şeyde olduğu gibi, Kürt meselesinde de kendine has bir politikası yok. ABD’ye bakıyor hep. Orası nasıl duruyor, neye onay veriyorsa, onlar da öyle tavır alıyorlar. ABD, kitabımda uzun uzun anlattığım AKP’nin Kuzey Irak petrolü odaklı Kürt politikasını doğru bulmuyor. O nedenle, bu temeldeki hamleleri hep engelliyor. Kürt siyaseti, hem Kürtlerin özgürlük mücadelesi hedeflerini hem de Türkiye’nin genel demokratikleşme hedeflerini ortaklaştırmadan, buna dönük ortak dil ve eylem üretmeden sonuç alınamayacağını artık öğrenmeli. Bu meselede ne yazık ki hepimiz pek başarılı değiliz.