Otomotiv rampada fena tekliyor (Al-Monitor, 20 Haziran, 2019)
Dış kaynağa bağımlı, iç pazara dönük üretim ve tüketimle beslenen AKP rejiminin büyüme paradigmasının sac…
Mustafa Sönmez “Gezi direnişinin öncüleri cesur insanlar oldu, gerisi sel gibi aktı geldi. Artık cin şişeden çıktı, şişeden çıkanın da yeniden şişeye girmeye hiç niyeti yoktur. Her şey daha yeni başlamaktadır” diyor.
Söyleşi:
Berkant Gültekin
Gezi Parkı’nda yapılması planlanan AVM’ye karşı başlatılan ve büyüyerek, AKP’ye karşı büyük isyana dönüşen direnişle ilgili İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez ile konuştuk. Sönmez, direnişin AKP’ye karşı biriken 10 yıllık bir tepkinin sonucu olduğunu ve artık eskiye dönüşün kolay olmayacağını belirtiyor.
Gezi Parkı direnişi, çoğunluğunu çevreye duyarlı insanların başlattığı bir yeşil alan savunması olarak başladı. Bu eylem, nasıl oldu da bir anda, neredeyse tüm AKP karşıtlarını kapsayan ortak bir direniş haline geldi?
Nasıl ve hangi aktörler öncü oldu, sorusu önemli. Eylemin öncüleri ve katılımcıları yaygınlaştırlımak istenen bir efsanedeki gibi , bilgisayarının başından, internet kafeden kalkıp gelen digital gençlik, politika ile ilişkisi olmayan gençlik filan değil elbette. Gezi eylemi ve onunla dayanışmaya öncülük, tamamen sol-sosyalist kadroların hüneri, emeği. Yıllardır AKP’nin gerici, neoliberal pratiğine muhalefet eden sosyalistler, bir türlü harekete geçiremedikleri kitleleri nihayet sürüklediler. Öyle ki, rejimden yaka silken ama sinen, korkan kim varsa sürüklenip geldi. Orhan Pamuk, Cem Boyner gibi AKP muhibbi figürler, bir dizi yetmez ama evetçi bile direnişçilerin arkasına hizalandı. Bu, hiç de kendiliğinden değil, planlı, sol-sosyalist aktivistlerin başarılı bir eylemidir. Nitekim, Taksim Platformu adına Ankara’ya talepleri taşıyanlara bakın; sol liberallerin, muktedirlerin tülylerini diken diken eden Mimarlık, Şehircilik Odaları, DİSK, T.Tabipler, KESK gibi emek örgütlerinin temsilcileridir. Takdir edilmesi gereken şu; eyleme öncülük eden sosyalist kadrolar, direnişe hiçbir biçimde damgalarını vurmaya kalkmadılar, bunu dar örgüt, siyaset hanesine tahvil etmediler, dışlayıcı değil, kucaklayıcı oldular, önderlik sosyalistlerde olsa da buna cumhuriyetçileri, liberalleri, geldikleri kadar Kürt yurtseverleri, özellikle politikleşmeye aday gençleri katmayı başardılar.
Bilelim ki, eylem politiktir, önderlik sosyalistlere aittir. Cinin şişeden çıkması başarılmıştır ve şişeden çıkanın da yeniden şişeye girmeye hiç niyeti yoktur. Her şey daha yeni başlamaktadır.
Bu direniş, büyük oranda örgütsüz de olsa bir halk hareketi. ‘Bu halk hareketinin gelişmesinde en büyük etkenlerden biri direnişin meşruiyeti ve bu meşruiyetin halk bilincinde kavranmasıdır diyebilir miyiz?
Direniş, ağaca, canlıya sahip çıkmakla başladı. Ağaç-yeşil, kilit sözcük. Bu eylemin ilk aktörleri, rejime karşı, neoliberal icraata karşı , İstanbul rantına, kentin yağmalanmasına karşı politik duruşu olan , AKP rejimi ile derdi, sorunu olan ve yıllardır bununla uğraşan bir gruptu. Mimar odaları, şehircilik odaları, sanat örgütleri içinden insanlardı. Öyle sokaktan geçerken Gezi’ye sahip çıkmaya kalkmış bir grup değildi. Birileri, “Haysiyet mücadelesi” filan gibi oldukça spontan teşhisler koymaya kalkıyor. Aslında farklı hesaplarla da yapılıyor bu. Elbette ki haysiyet mücadelesi ama arka planında AKP rejimi ile didişen, mücadele eden, rejimin insan haysiyetini aşağılamasından son derece incinen sol-sosyalist kimlikli insanlardan söz ediyoruz.
Son olarak Emek sineması için direniyorlardı. Dayanışma için 100 küsur kişi bile gelmedi yanlarına ve Emek’te “kaybettiler”. Pes etmeyip Gezi’ye geldiler, ağaçlara sahip çıktılar. Ağaç, canlıdır, neredeyse kutsaldır; en sıradan insanı bile ağaç mevzuu yolundan eder. Birçok insan çocuğuna ağaç ismi verir. Çınar, Selvi, Söğüt, ya da ağaç soyadı alır; Kavak,Meşe, Kayın gibi…Ağaca, yani cana uzanan ele isyana kimsenin duyarsız kalması beklenemezdi. Direnen gruptaki arkadaşlar, adeta bir katliama kendilerini siper ettiler. Bu kadar insancıl bir davranışa polisin en sıradan insanları isyan ettiren vahşi tutumu, sabaha karşı eylem alanını basıp çadır filan yakmaya kalkması, insanların içinde biriktirdiklerini de tetikledi, vicdanları da isyan ettirdi. Buna, bir de RTE’nin nobran, küstah tavrı bindi. İnsanlar yıllardır o kadar biriktirdiler ki içlerinde. O kadar kendilerini mağdur, her gün bu rejimden azar işitir, itilir kakılır halde hissediyorlar ki, bunu bu isyan kopuncaya kadar kimse tahmin edemezdi. Biriktirilmiş çok şey var; hukuk ihlalleri var, sindirme, entrika, korku var… Belki çok genç olanlar anımsamayacaktır ama son 10 yıldır aklı siyasete erenler nelere, nelere şahit oldular. 10 yıldır bu topluma neler yaşatıldığı bir anımsanırsa, bu isyanın arka planında neler yattığı daha iyi anlaşılır. Bu isyanın gençleri birebir yaşamasa da ailelerinden duyuyorlar yaşanmışları, ona gerek kalmadan gündelik yaşamlarında hergün şahit oluyorlar baskıya, kısıtlamalara, haksızlıklara, kayırmacılğa, eşitsizliklere. RTE’nin nasıl diktatör bir figür haline geldiğini bizzat kendi yaşam alanlarına yaptığı müdahalelerle an be an görüyorlar. Bu, gecikmiş bir isyandır. Birilerinin cesur olması gerekiyordu. Öne atılması gerekiyordu. Gezi direniş öncüleri oldu bunlar, gerisi sel gibi aktı geldi.
Korkuyla baş etmenin yolu korkulan şeyin üstüne üstüne gitmektir. Bu oldu. Ve görüldü ki, o kadar da korkulacak birşey yok. Gaz, tetikleyici oldu, isyan ettirici oldu. En sıradan, alan dışı insanları bile çileden çıkardı, çünkü bulaşıcıydı ve isyan ettiriciydi.
Kürt sorunundaki çözüm sürecinin, direnişe pozitif yönde bir etkisinin olduğundan bahsedebilir miyiz? Yoksa tarihsel olarak basit bir tesadüf olarak mı kabul edilmeli?
Kürtlerin mücadeleleri, bu eylemlilikte önemli bir esin kaynağıdır. Yıllarca bu yakanın insanları Kürtlerin kırlarda kentlerde zorbalığa zulme karşı nasıl direndiklerini, el kadar çocukların panzerlere nasıl taş attıklarını izlediler, hayranlıkla izlediler ve onlar gibi olamadıkları için de belki eziklik hissettiler. Ama herhalde bilinçaltına, birgün ben de yapabilirim ,diye bir kayıt düştüler. Kürtlern özgürlük mücadelesi, evet, önemli bir esin kaynağı oldu. Çözüm sürecine denk gelmesi ise bir dizi karışıklık yarattı. Kürt hareketi, AKP ile imzaladığı ateşkesin bir tür ihlali olarak yorumlanacağı kaygısıyla, dışarıda durarak, üstten konuşarak direnişe doğrudan katılmadı. Direniş bileşenleri içinde bazı ulusalcı unsurların oluşun, aktif katılımda bulunmamanın gerekçesi olarak gösterdi. “Irkçı,faşistlerle bir arada olamayız” ifadesi kırıcıydı, her ne kadar sonrasında pişmanlık duysalar da. Oysa, Kürt hareketinin deneyimi, enerjisi, bu direnişi daha da büyütürdü, halkları bu eylemlilik içinde daha çok kaynaştırır ve ortak programlar üretilmesi, pratiği konusunda büyük bir alan açabilirdi.
Şimdi “Çözüm süreci”nin zemini de çöktü.
Neden çöktü?
AKP rejimi, Irak’ın toprak bütünlüğüne kast etme pahasına orada yaratmak istedikleri Erbil-Bağdat kopuşuna karşı ABD’nin itirazını ve uyarısını dinlemediler. Önlerine çıkan PKK pürüzünü ise ‘Türk-Kürt Federasyonu’ önerisi biçiminde İmralı’ya taşıyarak aşabileceklerini hayal ettiler. Böylece hem Kürt sorunu belasını aşacak hem de Irak ve Suriye Kürtleri ile bir bölgesel güç haline gelip “yırtacaklardı”!…Olmadı. Olmayacak duaya amin demekti. Aç tavuğun darı rüyasıydı. ABD, AKP rejminin umduğu Irak parçalanmasına izin vermedi; Erbil ile Bağdat’ı kaynaştırdı. 29 Nisan’da iki taraf birbirlerine iyi niyet sözleşmesi uzattı, bugün ( 9 Haziran Pazar günü) Irak Bakanlar Kurulu Erbil’de yani Kürt bölgesinin başkentinde toplanıyor, sorunlarını konuşacak, sözleşmelere bağlayacak ve bütünlüklerini sürdürmeye karar verecekler. Bu, AKP rejiminin Kürt planının suya düşmesi demek. ve Kürt hareketine, çekilme karşılığı yapılmış en ufak bir jest yok. Çözüm süreci hatırına Gezi patlamasının içinde görünmek istemeyen, İstanbul Taksim’de olanlara, başka bir ülkede yaşanan şeylermiş gibi davranan Kürt hareketi, yanlışını anladı; BDP’liler Taksim’e gelerek “çapulcular ile teröristler elele” demeye başladılar.
İlk soruyla da bağlantılı olarak, farklı siyasal kimlikler, politik rotanın belirlenmesi noktasında, direniş saflarının hareket kabiliyetini engelliyor mu? Talepler açıklandı, bu doğrultuda bir mesafe kaydetmek mümkün mü?
Ortada belirli, net bir politik rota yok. Bu kadar farklı bileşenin olması bir zenginlik ve bunu daraltmak, sadeleştirmek, belli örgütsel formatlara sokmaya kalkmak, yapılabilecek en büyük hata. Bu eylemliliğe hangi talepler sığdırıldı bilemiyorum, Verilen talep listesinde niye o var, bu yok diye o kadar uzun tartışma başlatabiliriz ki…Talepler sadece Gezi için mi? Gazi mahallesinin talepleri ne olacak? Ankara,İzmir, Antalya,Adana,Tunceli,Erzincan’ın beklentileri ne olacak? Bu hareketi belli bir program için yola çıkmış ,hedefe kilitlenmiş ve onun için sevk ve idare edilecek bir hareket olarak görmek büyük yanılgı. Diyelim ki, Ankara’da Arınç’a verilen liste bir tamam yerine getirildi, herkes Sırrı S.Önder’in beklediği gibi, bir şölenle evine mi postalanacaktır? Olmaz. Cin şişeden çıktı ve şişeye geri dönmez, dönmemeli. Bu bir ruh hali ve yaşatılmalı, Gezi’den taşınsa bile ayakta kalmalı, onu yaşatacak eylemliliklerin sonu gelmemeli. O ruh, dara düşen, kadre uğrayan, hak ihlali yaşayan her yerde bitmeli.Hava iş grevcilerinin anında yanında olmalı, sendikalaştıkları için işten atılanların yanında olmalı, üniversite öğrencilerinin güvencesi olmalı, taşeron işçisinin yanı başında bitmeli, kamu varlıklarını talan nerede varsa orada olmalı. Herkes, dara düştüğünde “Şimdi toplarım Gezi’yi başınıza” diye esip savurmalı ve gerçekten de Gezi direnişçileri her an oraya yetişmeli. Cin çoğalmalı, şişeye asla dönmemeli…
Şüphesiz yurdun dört bir yanında gerçekleşen direniş, iktidar tarafından öngürülebilir bir hareket değildi. AKP’nin canını yaktığı insanlar şimdi sokaklarda öfkeli kitlelere dönüştü. Bu, iktidar açısından kolay aşılabilir bir tıkanıklık mıdır, yoksa AKP politik hattında bir revizyona gidebilir mi?
Bu hareketin yaratıcı bir öfkesi olmalı, yıkıcı değil. Her direnişçiye bu öğretilmeli. Öfkenin adı duyarlılık olarak değiştirilmeli. AKP’nin sorunu öfke değil, duyarlı,sorumlu ,cesur yurttaşlar olmalı ve meydanın boş olmadığı hissettirilmeli. Şimdiden bu oldu zaten. İzmir’de twiter oparasyonuna heves eden anında çark ediyor. Medya nasıl pozisyon değiştirdi, gördük; yandaşlıkta ısrar eden ağır bedel ödeyeceğini biliyor; başlarına geldi çünkü. AKP rejimi de bundan sonra , korkunun aşıldığını, insanların eşiği aştıklarını, kendi kapasitelerinin farkına vardıklarını kabullenmiş olarak adım atacak. Eski hukuksuz, küstah, horgören tutumlarının hepsini gözden geçirmek zorunda kalacaklar.
Olaylara bakış konusunda iktidarda da bir yaklaşım farklılığı var. Arınç ve Gül ikilisi konuya “mesaj alındı” tavrıyla yaklaşırken, Erdoğan hala katı bir çizgide duruyor. Bu Arınç’ın ifade ettiği gibi sadece bir üslup farklılığı mı, yoksa kapsamlı bir stratejinin parçası mı?
Filler katında olanlar, kendi iç hesaplarıyla da ilgili. AKP rejmi bir koalisyon ve Cemaat bileşeni dikkate alınmalı. RTE’nin başkanlık ve yetkiyi daha çok kendinde toplama heveslerine Cemaat’in onay vermediği, dahası RTE’nin Yeni Osmanlıcılık diplomasisinin ABD’den dirsek gördüğünü de hatırlayalım. Bunlar, yukarıdaki figürlerin tepişmesine yol açıyor. Direnenler bu tepişmeyi de iyi izleyip çatlaklardan yararlanmayı bilmelidirler. RTE, Kuzey Afrika gezisi sonrası, yokluğunda Arınç’ın, Gül’ün yatıştırıcı üslubunu dinamitledi, esti gürledi. Beklenen şeylerdi. İç savaş tehditi elindeki tek koz. Ama, yemezler. Bunu göze alamaz. 340 milyar dolarlık dış borç kamburu ile fena yakalandı bu politik krize…Faiz lobisi, şu, bu diyerek acizliğini dışa vuruyor. Her gerilim, ekonomide sermaye kaçışı ve imaj kaybı demek, göze alamaz. Ayrıca, ABD’den Allahın günü uyarı alıyor, aynı uyarıları AB’den de alıyor. Dünya kamuoyu aleyhine döndü. Dünya medyası yerden yere çalıyor. İçeride Cemaat fena sıkıştırdı, ya iktidarı benimle paylaş ya da yalnız kalırsın, uyarısı yapıyor durmadan. AKP, rejim ve parti olarak ciddi kan kaybına uğradı, RTE’nin her gerilim yükseltici davranışı, kendi kitlesini geriyor ve ondan uzaklaştırıyor. Rize’dekine benzer sahnelerin büyük kentlerde yaşanması söz konusu bile olamaz. Olacaktıysa bugüne kadar olurdu zaten.
Kısacası, yolcudur Abbas, kimse tutamaz…
Direnişçilerin artık savunmadan atağa geçmeleri gerekiyor. “Hep mi defans sol kanat” serzenişimin yerini, umut aldı. Artık geleceği düşlememizin, , nasıl bir dünya istiyorsak onu kurgulamanın, ona odaklanmanın zamanı…
Tekrar direnişin öznelerine dönersek; toplumda bir kabuk kırılması yaşanıyor. Bugün Türkiye’de demokratik haklar ve talepler sokakta dillendiriliyor. Bundan sonraki süreç için farklı bir siyaset algısından söz edilebilir miyiz?
Edebiliriz. Bu yaşananlar bana göre çok önemli ve adeta bir kilometretaşı. Herkese çok şey öğretiyor. Geleneksel örgüt ve söylem formatlarını aciz duruma düşürüyor,ezberleri bozuyor.Süreçle birlikte yeni bir insan tipi ortaya çıkıyor. Bu yeni insanı şekillendirmeye kalkmamalı, kendini ifade etmesine imkan tanımalı, bize öğretmesine de fırsat vermeliyiz. Bu yeni tür, mutlaka emekten yana, özgürlükten yana, barış ve doğadan,yaşamdan,çok kültürlülükten, renklerden yana olacaktır, tersine kapılması mümkün değil. Böyle bir güfte ve beste ile ortaya nasıl müthiş melodiler çıkar, düşünebiliyor musunuz?
Süreç ekonominin gidişatını yönde etkiler?
Sadece ekonomi değil, bundan sonra politik,sosyal pratik, sahnede direnişçi faktörünü dikkate almak zorunda kalacaktır. Artık her özelleştirme kararı, her neoliberal proje, her emek karşıtı tasarrufa niyet edilirken, “ya direnişçiler ayaklanırsa” korkusu yer etmelidir yüreklerde. RTE, iktidarda kalırsa iki düşünüp bir konuşacaktır artık.Öyle külhan ağzıyla konuşmanın nelere mal olacağını bilecektir. Medya, iktidarın borazanı olursa tekrar başına ne geleceğini hesaba katmak zorunda olacaktır. Direnişin ekonomiye büyük zarar verdiğinden dem vurdular. Onların zarar olarak gördükleri, spekülatif yerli-yabancı sermayenin dışarı çıkması. Aslında anlamadıkları şudur; Gerçek,risk alacak yatırımcı Türkiye’ye, bunların eş-dost kayırmacılıkları yüzünden,hukuksuzluklarından dolayı gelmiyor. Rüşvet,avanta almadan ne yerliye ne yabancıya iş yaptırmıyorlar. Oysa küresel kapitalizm, hukuk ister, bildiği normları görmek ister. Adil ve demokratik, haysiyetli yurttaşların direnişine Batılı kapitalistler de saygı duyuyor. AKP rejmi, onlar için ancak borç para vereceğin ve faizini tahsil edeceğin bir ekonomidir, o kadar. Borç tutarını 340 milyar dolara çıkarmayı başarı diye pazarladılar dünya aleme. KİT’leri, İstanbul arsalarını yabancıya peşkeş çekmeyi, yabancı yatırım diye yutturdular herkese. Yeni (yeşil) büyük yatırım neredeyse sıfır. Direnen,sorgulayan, talana, yolsuzluğa dur demeyi bilen bir yeni iradenin yeşermesi, açlığı,yoksulluğu,işsizliği, geleceğe dönük kayguların hepsini alt eder, yepyeni bir üretim, bölüşüm düzeni bunun üzerinde çok sağlıklı biçimde inşa edilir.
Geleceğe dair konuşursak; nasıl bir Türkiye bizi bekliyor?
Biz nasıl bir Türkiye istiyorsak, öyle bir Türkiye…Özgürlük için gaza, copa direnenlerin, yalana, dolana pabuç bırakmayanların, haksızlıklara tek vücut olup karşı çıkabilenlerin yarattığı özgür ruhu her şeyden çok koruyup geliştirmeyi bilenlerin, sorgulayan, karar süreçlerine katılmayı büyük bir iştah ve kıskançlıkla isteyenlerin Türkiyesini tahayyül etmeli ve yaratmalıyız. Kolay olmadığı kesin ama önceleri imkansız gibi görünen şeyleri bakın bir-iki haftada nasıl başardık elbirliği ile..Demek ki olabiliyor. Demek ki istersek ve yan yana gelirsek yapabiliyoruz. Bundan büyük kanıt var mı?