Dünyada olup biteni, sağda ya da solda,   “ulusalcı-milliyetçi” optikten yorumlamaya kalkanların, yıllardır, değişen dünya koşullarına, dünya dengelerine rağmen, bozmadıkları bir ezber var;  Bu, ABD’nin her şeye kadir olduğu, her aktöre piyon muamelesi yaptığı biçiminde bir ezber …Bu sığ ve kısır açıdan, bugün de Suriye hadisesine, Kürt meselesine bakanlar, aynı şeyleri ısrarla tekrarlıyorlar. Milliyetçi körlük, sonuçta,  kardeşliği güçlendirmek yerine,  Türk-Kürt kutuplaşmasının değirmenine su taşıdıklarının, AKP rejimi ile yan yana düştüklerinin de  ayırdında değiller.

Bu milliyetçi bakışa göre,  ABD, Esad’ın ve Şii ağırlıklı yönetimin ortadan kaldırılmasını ve yerine, Sünni (ve Müslüman Kardeşler) ağırlıklı bir yönetimin getirilmesini amaçlıyor…Buraya kadar tamam, ama sonrasında ne var? Yine bu bakış açısına göre, bu geçiş döneminde Suriye Kürtlerinin, Kuzey Irak’ta olduğu gibi bağımsız bir yönetim kurmaları, ABD’nin senaryosu…Dahası, aynı ABD, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye Kürt yönetimleri arasında bütünleşmenin sağlanarak, “Büyük Kürdistan” konusunda en önemli iki ayağın, Akdeniz’e bağlanarak gerçekleştirilmesini de hesap kitap etmiş…

Böylece bakın ne olacakmış; Bu bölünme ve rejim değişiklikleri ile Suriye üzerinde, İran’ın etkisi ortadan kaldırılacak, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye Kürt yönetimleri arasında bütünleşme sağlanarak “Arap Ortadoğusu’nda İran’ın tamamen yalnızlaştırılması” sağlanmış olacakmış…

Bu görüş sahipleri, ABD’nin Müslüman Kardeşler tercihini unutarak, AKP rejimini , “ABD’nin Suriye politikasında en büyük rolü oynayacak aktör” olduğuna ve bu yolla İran’ın Şii etkinliğini geriletecek en önemli gücün AKP rejimi olacağına inandırılmışlar.

Bu zevata  göre, buraya kadar, AKP rejiminin, ABD’nin politikası ile çelişen bir yanı yok. Ancak, derler, bazı karşıtlıklar belirmiştir. Nelerdir onlar? Konu Kürt meselesi olunca, “AKP rejimi ile ABD rejiminin yolları ayrılmaktadır”… Kuzey Suriye’de de Kuzey Irak’ta olduğu gibi bağımsız bir Kürt yönetiminin ortaya çıkması halinde, ‘domino teorisi’nde olduğu gibi bunun Türkiye’ye sıçramasını engellemek imkânsız hale geleceği için, AKP rejimi bu bahiste ABD’den ayrılmaktaymış (!)…

Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye özerk yönetimine ışık yakan ABD, kaçınılmaz olarak Türkiye Kürt Özerk Bölgesini de dayatacak ve nicedir amaçladığı “Büyük Kürdistan” ın kurulması için hiçbir engel kalmayacakmış…

Analiz böyle olunca, o zaman emperyalistlerden Kürt meselesinde “ayrışan” AKP rejiminin hemen yanına geçmek gerekmez mi? Nitekim, bu bahiste MHP’nin sık sık yaptığını, diğer sağcısı, solcusuyla milliyetçilerin yapmaması için bir neden kalıyor mu?

***

Bu bakış açısı, özellikle 2000’li yıllarda hızla güç kaybeden ABD emperyalizminin zafiyetini hiç dikkate almaz. ABD’nin, Orta Doğu politikalarının 2008 krizi sonrası ciddi kırılmalara uğradığını, Rusya, Çin, hatta İran gibi güçlerin bu kırılmalarda yükselen aktörler olduğunu es geçer.

Ezberci bakış açısı,  Kürt siyasi hareketleri için ise ezel ebet, “kukla” nitelemesinden şaşmaz. Kürtler, ABD’nin ağzının içine bakmakta ve ABD’nin bahşedeceği bir kukla devlet için sustada durmaktadırlar.  Kuzey Suriye Kürtleri, her nasılsa ABD’nin inayetiyle ayağa kalkmakta ve özerk bölge kurmaktadırlar. Oysa, herkes farkında ki, Suriye Kürt Yönetimi’nin tarih sahnesine çıkması, PKK çizgisinde 10 yıla yakın bir süredir örgütlenen PYD’nin insiyatifi. Barzani yönetimi ise Suriye’de  dümeni  PKK’ya kaptırmamanın uğraşı içinde, ama başarılı değil. Irak Kürtleri ile Suriye Kürtlerinin birleşmesi gündemde değil. PKK-PYD-PJAK çizgisi ile Barzani politik  çizgisi, sanıldığı gibi örtüşmez. Hatta, iki Kürt siyaseti, farklı sınıfsal tercihlere sahiptir.  PKK, alt sınıflardan yana, Marksist damardan kopmamasına karşılık, Barzani’nin KDP’si , hızla bir burjuva siyasete dönüşmektedir. Sınıfsal duruş farklılıkları, er geç etnik ortak paydanın önüne geçer. Bu, Türkiye’deki Kürt siyaseti için de geçerlidir ve yaşanmaya başlamıştır.

***

Irak ve Suriye’nin Türkiye’de ‘domino etkisi’ yapması ise bir başka ezberin yeniden yüksek sesle dile getirilişi. PKK’nın, Türkiye’den “ayrılma” stratejisi, Türkiye gerçeğinin İran,Irak ve Suriye gerçeğinden çok farklı olduğunun farkına varılması ile 1990’ların sonlarında terk edildi. Türkiye’de Kürt nüfusun bütün coğrafyalara yayılması, diğer kimliklerle kaynaşması, bu kimya, “ayrılma” stratejisini geçersizleştirdi. Bu stratejinin terki, bizzat Abdullah Öcalan tarafından açıkça ifade edildi ve Türkiye bütünlüğü içinde Kürt kimliğinin tanınması, demokratik özerk yönetim düzeni içinde, bir arada eşit yurttaşlar olarak yaşama mücadelesinin verilmesi, yeni strateji olarak ifade edildi. Buradan hareketle,  Türkiye’deki Kürt siyaseti, 2000’li yıllarda da bunu yeni mücadele hattı olarak benimsedi. Hem yerel yönetimlerde hem genel seçimlerde bu stratejiyle  önemli mesafeler alındı. Ancak, sistemin egemenleri , Türk milliyetçileri, bu yükselişten rahatsız oldular ve  “niyet okuyucular” olarak, Kürt siyasetini hep ayrılıkçı, “Büyük Kürdistan” emellerinden vazgeçmeyen olarak takdim edip baskıcı, savaşçı bir dili hakim kılmak istediler. Milliyetçilere  göre, ABD, bölgede ikinci bir İsrail ihtiyacında ve bunu “Büyük Kürdistan Devleti”ni kurdurarak elde edecek. Bu “ayrılıkçılık” fobisi toplumda işlendikçe, Türk-Kürt kardeşliği de yaralanmakta,  yakınlaşmanın ve kardeşliğin yerini düşmanlık, kamplaşma, kutuplaşma almaktadır.

Özellikle sol, sosyal demokrat çevrede bu sığ, bilim dışı ve çarpık analizlere karşı aklın, sağduyunun hakim kılınması gerekiyor. Türk-Kürt kardeşliğine halel getirecek “Büyük Kürdistan” umacısı ile beslenen düşmanca söylemlerden uzak durmalı, bu ülkenin bütünlüğü içinde “ Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” yaşama hedefine sıkı sıkı sarılmalıyız.

 

Written by Mustafa Sönmez