Sağlık ve Güvencesizlik Üstüne İki Kitap
Sosyal bilimlerle ilgili “derleme kitap” sayıları son zamanlarda bir hayli arttı. İyi de oldu.…
Mustafa Sönmez
Türkiye 78 milyar dolarlık cari açık büyüklüğü ile dünyada ABD’nin ardından birinci, yüzde 10,5’luk cari açık/milli gelir oranıyla da dünyada açık ara birinci !..Buna rağmen, Türkiye, bir müflis Yunanistan, bir İtalya değil henüz. Dahası, birçok kurum ve kuruluşun gözünde “sağlam”…
Bu nasıl oluyor? Bu devasa döviz açığı, bunu finanse etmek için dış kaynağa bunca bağımlılık, nasıl Türkiye’nin eline ayağına dolaşmıyor ve bunca cari açığa rağmen, nasıl oluyor da zikzaklar çizse de, dış kaynak Türkiye’ye geliyor?
Hemen söyleyelim; işin sırrı bütçede, kamu maliyesinde. Özellikle bugünün şartlarında bütçe açığı, kamu borç stoku yükü, birçok yatırımcı için, karar verirken önemli. Ülkeler risklerine göre sınıflandırılırken kamu maliyesinin durumu birinci derecede önem kazandı. Bütçe açığı düşük (yüzde 1-2), kamu borç stoku milli gelirin yüzde 50’sini geçmemiş, hele Türkiye’ninki gibi yüzde 40’lardaki ülkeler, “mali disiplin”i yüksek ülkeler olarak pek makbuller. Bu tür ülkelere, kriz yangınında, alevleri anında bastıracak itfaiyesi güçlü ülke gözüyle bakılıyor. İtalya gibi bütçe açığı büyük, kamu borcu yüksek ülkeler ise, cari açığı düşük (yüzde 3) olsa bile, yönetimi sorunlu, riskli ülkeler olarak kabul ediliyor ve yatırım çekemiyor, büyüyemiyorlar da.
***
AKP iktidarının bundan sonrasında da hedefi, bütçe açığı, kamu borç stoku görece düşük, bu sayede dış kaynak çeken, cari açığı da dert etmeyen bir ülke olmak. Türkiye, Orta Vadeli Programda 2012-2014 için ortalama yüzde 5 büyüme hedefliyor ve bunu bütçe açığını yüzde 1’lere, kamu borç yükünü yüzde 35’lere düşürerek, cari açığın da yüzde 8-9 larda seyrini göze alarak yapabileceğini öngörüyor.
Burada dikkat çekici olan, yine “mali disiplin”in üstüne her şeyin bina edilmesi. Peki böyle bir “mali disiplin”, nasıl tesis edildi ve nasıl sürdürülüyor?
Hatırlayalım ki, çok değil, 10 yıl önce 2000’de Türkiye’nin bütçe açığı yüzde 8’i aşmıştı. 2001 krizi ile birlikte kamu borç yükünü çevirmek için ödenen fahiş faizlerle açık, milli gelirin yüzde 13’üne çıkmıştı. Bu durum, IMF’nin acı reçetelerinin uygulanmasıyla düzeltildi ve krizden çıkış , büyümeye geçiş IMF kredileri ile gerçekleşti. Ama IMF, sıkı bütçeyi şart koştu. Sıkılan kemerle açıklar daralmaya, kamu borç yükü makul bir sınıra inmeye başladı, IMF borç taksitleri ödendi, onun yerini de artık özel dış kaynak aldı ve onunla büyüme çarkları dönmeye başladı. Sıcak para biçimindeki yabancı sermaye, düşük kur-yüksek faiz koridorundan girdi, borsaya, devlet kağıtlarına yatırım yaptı. Telekom, Petkim, Tekel gibi iştah açıcı özelleştirmelere doğrudan yabancı sermaye geldi. Özel sektörün uzun vadeli kredi talepleri de dış bankalarca, kaprissiz karşılandı. Sonuçta, bu dış kaynak girişiyle yaşanan yüzde 6-7’lik büyüme, yıllık ortalama yüzde 6 cari açık ile at başı gitmeye başladı, ama ne gam!…Cari açık, dış kaynakla finanse ediliyor ve kırılganlıklar biriktirse de, büyüme çarkı şimdilik dönüyordu. Ne yapıp edip bütçe sıkı tutulmalıydı. İşin sırrı buradaydı.
Kaynak: TÜİK,Hazine, TC Merkez Bankası veri tabanları
Peki, bütçe açığı yüzde 13’lerden yüzde 1’lere, kamu borç yükü yüzde 80’lerden yüzde 40’lara nasıl geriletilmişti? Bu da sır değil ve halk karşıtı şu 3 yol izlendi:
1-Dış kaynak girişli büyümenin yol açtığı ithalattan ve tüketim kredileri ile canlı tutulan iç tüketimden alınan ÖTV, KDV biçimindeki dolaylı vergilerin payı yüzde 70’lere ulaştı ve büyüme ile orantılı olarak artırılan tüketici halkın sırtındaki dolaylı vergiler, güçlü bütçeyi de yarattı. Ücretlilerin sırtındaki gelir vergisi yapısında da bir değişiklik yapılmadı.
2-10 yılda toplamı 50 milyar doları bulan özelleştirmeler, neredeyse hiçbir muhalefetle karşılaşmadı, geliri bütçeye aktarıldı, dahası 50 milyar TL’lik İşsizlik Fonu’na bile hortum bağlanıp bütçe açıkları daraltıldı.
3- Başta sanayi ve enerji olmak üzere kamu kesimi ekonomiden uzaklaştırılınca yatırım harcamaları azaltıldı, kamu çalışan sayısı ve istihdam giderleri düşürüldü. Eğitime, sağlığa, tarıma, hanehalkına destek kısıldıkça kısıldı. Likidite bolluğu ile faizler düşünce, faiz harcamalarının bütçedeki payı da yüzde 35’lerden yüzde 15’lere kadar geriledi.
Böylece bu 3 kanaldan daraltılan açıklar, ortaya her derde deva bir bütçe çıkardı. Bu bütçe rahatlığı, Merkez Bankası’na faizi, gerekiyorsa yükselterek kuru terbiye etmek, kur şoklarına anında müdahale etmek imkanını sundu.
Mali disiplini, sürekli kılmak, bir başka disiplini gerekli kılıyor. O da otoriter bir yönetim… “Sıkı bütçe için, sıkıyönetim” meselesine yarın devam ederiz.