‘Barış balonu’ ve artan şiddet bütçesi
'Barış süreci’nin askeri harcamaları azaltacağı iddiası pek revaçta. 28 Mart’ta, Radikal’deki köşesinde Seyfettin Gürsel şöyle…
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Mayıs 2019 dönemine ilişkin ödemeler dengesi verilerini 11 Temmuz’da açıklarken, uzun zamandır yaşanmayan bir gelişme yaşanıyor ve döviz dengesi ya da “cari işlemler hesabı”, mayısta 151 milyon dolar fazla verdi. Yıllık ya da son 12 aylık cari açık 2,4 milyar dolar ile 16 yılın en düşük seviyesine geriledi. Bu, Türkiye ekonomisi için kronik hale gelen bir açık — geçici de olsa — “out” demekti.
Bu verinin açıklanmasından üç gün sonra ise bir başka temel gösterge ile ilgili veri açıklandı: Bütçe açığı hızla büyümüştü. 2018 yılı Ocak-Haziran döneminde 46 milyar TL açık veren bütçe, 2019 yılı Ocak-Haziran döneminde 78,6 milyar TL açık vermişti. Yüzde 72’ye yakın bir açık artışı demekti bu. Sonuçta, döviz dengesi açığı “out” olmuştu ama bu kez başka bir denge, merkezi bütçe dengesi büyük bir açık vermiş, bütçe açığı “in” olmuştu.
Ülkelerin döviz açığı (cari açık) ile merkezi bütçe açıkları her zaman temel göstergeler arasında yer alır. Bu iki dengenin açık olarak bir arada olması, yani ikisinin de milli gelire göre yüksek açık oranlarına ulaşması, “ikiz açık” olarak adlandırılır ve ülke bu duruma gelmişse “başı belâda” diye nitelendirilir.
Döviz gelirleri, daha çok da ihracat ve turizm gelirleri, döviz harcamalarının (daha çok ithalat) çok altında kalan ülkeler, cari açık belâsına tutulmuş ülkeler olarak adlandırılır. Aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen ülkelerin” cari açık sorunukronik kabul edilir. Latin Amerika’da Arjantin, Meksika, Şili, Brezilya; Asya’da Endonezya, Hindistan; bir diğer yükselen Güney Afrika, Doğu Avrupa’da Rusya, Polonya, Çekya, büyüme yıllarında cari açık veren başlıca ülkeler olarak bilinirler.
Cari açık sorunu olan yükselen ülkelerdeki büyüme, ithal girdilere, makine-teçhizata, ithal enerjiye bağımlıdır. İthalata dayalı üretim, ağırlıkla iç pazarda tüketilir, dolayısıyla pek döviz kazanılmaz. Döviz kazandıran yetersiz ihracat, turizm ve bazı hizmetlerden (taşımacılık vb.) sağlanan döviz gelirleri döviz harcamalarına yetmeyince ülke cari açık verir. Bu açık ise dışarıdan yabancı kaynak bulunarak finanse edilmeye çalışılır. Bunun mümkün olduğu yıllar da vardır, kaynak sağlanamayan yıllar da.
Yabancıları çekmek için başta enflasyon olmak üzere temel ekonomik göstergelerin, politik iklimin güven vermesi gerekir. Yabancı yatırımcıya güven vermek için yükselen ülkelere özellikle “mali disiplin” tavsiye edilir. Yani bütçelerini sağlam tutmaları. Dolayısıyla “cari açık verseniz de fazla bütçe açığı vermeyin” türü tavsiyeler, başta IMF olmak üzere küresel sistemin orkestra şeflerince salık verilir.
Cari açık veren ülkenin aynı zamanda bütçesi de açık veriyorsa, orada hükümetin ekonomiyi yönetmekte zorluk çekeceği, çıkacak yangını söndürecek su tankının pek dolu olmadığına hükmedilir ve yabancılar bu gibi durumlarda ülkeden uzak dururlar. Cari açığını dış kaynakla finanse etmekte zorluk çeken ülkenin yerel parası hızla değer kaybeder, döviz değere biner. Bu, bir yandan ithal girdiler nedeniyle maliyetleri artırarak enflasyona yol açar, öte yandan artan fiyatlar iç talebi düşürür ve ülke bir anda büyüme hızını yavaşlatmak, hatta küçülmek zorunda kalır. Küçülme ile birlikte ithalat da azalır, sonuçta azalan ithalat ile birlikte cari açık da daralmaya başlar ve ülke küçülürken cari açık da küçülür, hatta ülkenin ihracat ve turizm gelirleri ithalatın üstüne çıkar, ülke bir süre için de olsa döviz açığı değil, döviz fazlası vermiş gibi görünür. Cari açık “out” olmuştur.
Türkiye’de de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidarda olduğu 2003-2018 döneminde yılda milli gelirin ortalama yüzde 4,8’i tutarında cari açık ile ekonomik büyüme sağlanmıştı. Bu oran, yüksek büyüme yılı 2011’de yüzde 8.9’u bulmuş, kriz yılı 2009’da ise yüzde 1,8’e kadar düşmüştü.
Yüzde 5’e yaklaşan bir cari açık/GSYH oranı, dünyada çok az yükselen ülkede var. Türkiye bunu 16 yıl sürdürebildi. Ancak bu açık 2018’in ikinci yarısından itibaren dış kaynakla finanse edilemeyince ve bulunamayan döviz hızla pahalanınca ekonomide hızla küçülme ve kriz geldi. 2019’da yüzde 3 dolayında küçülmesi muhtemel ekonominin ithalat talebi azalınca cari açık da kapandı, hatta mayıs ayında fazlaya geçti ve IMF tahminlerine göre, 2019 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 3’e yakın küçülürken cari açık vermeyecek, cari fazlası yaklaşık 5 milyar dolar ile milli gelirinin yüzde 0,7’sini bulacak. Ama aynı IMF, takip eden yıllar için yeniden düşük tempolu büyüme ve cari açık öngörüyor. IMF, 2020’de ekonominin yüzde 2,5 büyümesini öngörürken yeniden 3,4 milyar dolar cari açık verileceğini ve milli gelirin yüzde 0,4’ü kadar da olsa yeniden cari açığa dönüş yaşanacağını öngörüyor.
Kriz tünelinin eşiğine gelen ekonomilerde, hükümetler Hazine kaynaklarını kullanarak krizi yumuşatmaya, hasarı azaltmaya çalışırlar. Türkiye’de de krizi yönetmek için bütçe kaynaklarına sıkça başvurulunca 2018’in ikinci yarısı ve 2019’da bütçe hızla açık vermeye başladı ve bu kanama sürüyor. 2016 yılında bütçe açığı milli gelirin yüzde 1,1’inden ibaret iken, 2017’de yüzde 1,5’e çıktıktan sonra 2018’de yüzde 2’yi buldu. Kriz yılı 2019’da ise bütçe açığı yüzde 2,5’i rahatlıkla bulacak. Özellikle faiz dışarıda bırakılarak bakılan bütçe dengesinin (faiz dışı denge) 16 yıldır ilk kez açık vermesi, dikkat çekici.
Bütçe açığının daha da büyümesini önlemek için vergiler yetersiz kalınca bir kerelik gelirlere başvuruluyor. Örneğin bedelli askerlik uygulaması ile kaçak, imar hukukuna aykırı yapıları affa dayanan “İmar Barışı” gibi uygulamalarla elde edilen gelirlerin yanı sıra, Merkez Bankası’nın yedek akçesinin bir kısmının bütçeye alınması da açık daraltma çabaları arasında. Yine de bütçenin borçlanma ihtiyacı artıyor. Böylece cari açık bir süre için “out” olurken, bütçe açığı “in” durumuna geçiyor.
Ekonominin ihtiyacı, küçülmeden çıkıp büyümeye geçmek. Bu da büyük ölçüde dış kaynak girişine bağlı. Yabancıların, başta enflasyon olmak üzere ekonomik dengeler kadar ülkenin politik risklerinden de emin olması gerekiyor. Türkiye’de AKP yönetimi, küçülme yaşayan ekonomiyi yeniden büyüme patikasına oturtmaya çabalarken, özellikle ABD ile S-400 sorunu, AB ile “Doğu Akdeniz doğalgaz sorunu” üstünden yaşanan gerilimler nedeniyle yüksek riskli ülke olmaktan çıkamıyor. Bu nedenle etkili bir biçimde yabancı kaynak girişi sağlayamıyor ve yeniden bir büyüme ivmesi yakalayamıyor.
Ekonomi dibe vurmuş ama dipten zıplayamayan bir patlak top görünümünde