Dünyanın gündelik yaşamına damgasını vuran koronavirüs salgını, en temel ihtiyaç olan gıdada kıtlık korkusunu da artırdı. Her hane, ihtiyaç hiyerarşisinde ilk sırayı alan gıdada daha fazla stoklamaya giderken, salgınla baş etmenin uzaması hâlinde karşı karşıya kalınabilecek, kıtlık dâhil, başlıca riskleri düşünmeden edemiyor.

Pandemi öncesi tarımda da oluşmuş küresel iş bölümleri, üretim zincirleri yer yer kırılırken ülkeler gıda konusunda “küresel” değil, “ulusal” düşünmeye başladılar. Neredeyse her ülke öncelikle kendi gıda güvenliğini ön plana çekiyor. Böyle olunca, önceden ihraç edilen bazı ürünlere ihraç yasakları getiriliyor. İthalatla tedarik edilen ürünler için telaşla yerli üretim seçenekleri üstünde duruluyor.

Türkiye’nin zaten son yıllarda iyice sorunlu olan tarımsal yapısı, COVID-19 salgını ile birlikte kırılganlaştı. Erdoğan iktidarı, başından beri salgını kısa zamanda aşılacak bir sorun olarak görüyor ve her alanda olduğu gibi tarımda da önlemleri kısa vadeli, yüzeysel tutuyor. Seçmen memnuniyetsizliği ana telaş. Bu nedenle tarımda önlem olarak, kıt döviz varlığına karşın, tarımsal-hayvansal hammadde ithalatı tercih ediliyor ve stoklar ithalatla tahkim ediliyor. Bu ithalat tercihi, yerli çiftçinin hem motivasyonunu azaltıyor hem de uzun dönemli üretim planı yapmasını engelliyor ve rejime bu alanda da güvensizlik tırmanıyor.

Written by Mustafa Sönmez