Yeni Bir Devletçilik
21.12.2009-pzt.Türkiye’nin yakıcı iki sorunu işsizlik ve bölgesel uçurum, acil müdahale gerektiriyor. Bunun yolu da içinde…
Korona virüsünün dünyayı yeni bir yol ayrımına getirdiğini artık kimse inkar edemiyor. Son 3 ayda Çin’den başlayıp tüm dünyaya yayılan virüsün bir salgına dönüşmesinde, dünyanın gerçekten bir “küresel köy”e dönüşmüş olması etkili oldu. 1980, özellikle de duvarın yıkılışı ile 1990 sonrası dünya kapitalizmi, dünya coğrafyasının tüm hücrelerine yayıldı. Mal ve sermaye akışı dünyanın tüm kılcal damarlarına kadar sızdı. Küresel kapitalizmin etki alanı dışında -neredeyse- bir yer kalmadı. Mal ve sermaye akışına kısmen işgücü akışı da eşlik etti; en azından mal üretimini, sermaye dolaşımını yürütmek üzere daha çok insan gücü kırlardan da boşalarak dünyanın işgücü piyasasına çıktı. Uluslararası çalışma Örgütü ILO’ya göre, 7,4 milyar dünya nüfusunun 5,7 milyarı çalışma çağındaki nüfus ve bunun 3,3 milyarı fiilen çalışıyor. İşte bu akışkanlığın sonucudur ki, virüs, bir anda Çin’den G.Kore’ye, İran’a, İtalya’ya, buralardan tüm Avrupa ve ABD kıtalarına ışık hızıyla yayıldı. Şimdi tüm dünya coğrafyası bu salgının etkisi altında ve aşısı, ilacı henüz bulunmamış bu virüsün aldığı can sayısı hızla artıyor. Bu kadar ağır bir fatura ödemenin arkasında, neoliberal küreselleşmenin sac ayaklarından biri olan sağlığın özelleştirilmesinin vebali büyük. Ticarileştirilip metalaştırılan, kamusal ayağı zayıflatılan sağlık sistemleri, Covid’19 karşısında aciz kalıyor.
Covid’19’un tahribatını azaltmak için önerilebilen en etkili yol, “Sosyal mesafeleşme”, yani bulaşı riskinin azaltılması için tecrit, karantina. Bunun için öneri, evlere kapanmak. Kapanmak, mal ve sermaye hareketinin ani duruşu, onları yaratan işgücünün ortadan çekilmesi, mal ve hizmeti tüketenlerin taleplerini sert bir fren ile azaltmaları demek ve o, oldu. 2019’da 87 trilyon dolarlık mal ve hizmet üreten dünya, zınk diye durdu.
Dış ve iç talebin hem de arz ve tedarik zincirlerinin aynı anda tüm dünyada durması, ilk kez yaşanıyor. Bu, 2008-2009 finansal krizinde bile olmadı. O krizde tüm dünya bu ölçüde sarsılmadı, bazı ülkeler (Çin misal) daha hızlı toparlanıp dünya kapitalizminin tamamının suyun yüzüne çıkmasını biraz olsun kolaylaştırdılar.
Salgının yol açtığı bu “ani duruşa”, ABD dahil hiçbir ülke finansal olarak uzun süre dayanamaz. ABD ve Avro alanı, yani rezerv para sahibi ülkelerin bir süre para ve maliye politikaları ile süreci yönetme şansları daha çok. Diğer orta ve alt gelir grubu ülkeler ise bulundukları ekonomik koşulların belirlediği “bağışıklık gücü” ile orantılı olarak süreci yönetme imkânı ya da imkânsızlıklarıyla baş başalar.
Salgın ne kadar sürer, can ve mal kaybı ne olur, sorusu en popüler soru. Bu konuda yine en popüler cevap, eğrilerle anlatılıyor. Burada iki çan eğrisi var. Birincisi, can kaybını pek önemsemeyen, sağlık tesis kapasitesini de zorlamayı göze almayan, örtülü bir biçimde “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diyor. Bu tercih, verilecek ne kurban varsa onu verip ekonomide bir an önce yeniden normale dönmeyi umuyor. İkinci yol, can kaybını önemsiyor, sağlık sisteminin çökmemesi için didiniyor, bunun için sosyal mesafelenmeyi önemsiyor, o nedenle, uzun zaman alsa da eve kapanmayı öneriyor. Bu, ekonomik olarak resesyonun uzamasını göze alma tercihi aslında.
Kuşkusuz, pratikte ülkeler, bu iki tercihten katıksız biçimde birine yönelmiyorlar. Bu iki ana tercihin birçok karışımı, eldeki imkânlara, alınan sonuçlara , halkın tepkilerine göre deneniyor. Örneğin İngiltere, başlangıçta, “sürü bağışıklığı” denen, virüse meydan okuyan birinci tercihin katı uygulayıcısı olarak ortaya çıktı ama sonuçları görünce hızla geri dönüş yaptı. (Bunun değişik versiyonları ve olası sonuçlarını Ümit Akçay yazdı, bakılabilir).
Baş vurulacak iki yoldan, ilki çok katı ve insanlık düşmanı, ikincisinin de ekonomik bedeli uzadıkça, ağır. Eğilim, bunun çok uzamaması için mümkün olanı yapmak. Örneğin ABD, ekonomik resesyonun ömrünü uzatmamak için kesenin ağzını açtı ama, sağlık önlemlerini çok fazla artırmayabilir de. Donald Trump bunun ilk sinyalini verdi ve “Çarenin sorunun kendisinden daha kötü olmasına izin vermeyeceklerini” Twitter’dan yazdı. Yine de bu, ABD’deki bu seçim yılında söylendiği kadar kolay olmayabilir, çünkü başa geleni çeken sonuçta, “seçmen”, yani halk. Politikacı, seçmeni göz ardı eden tercihleri kolay alamaz. Alırsa da bedel ödemeyi de göze almak zorunda. Türkiye’de de öyle olmuyor mu? Halkın öfkesi yükseldikçe testler artmaya, gerçeklik ortaya çıkmaya, kısmi sosyal mesafeleşme uygulanmaya başlamadı mı?
COVID’19, dünyalılar için ne zaman tehdit olmaktan çıkacak, bunu bilmiyoruz. Herkesin sağlığına kavuşması için, mümkün olan en kısa zamanda demek gerek. Bu dileği küresel kapitalizm de paylaşır ama insani nedenlerden değil, stop eden kâr ve sermaye birikimi çarkını yeniden döndürecek işgücü, emeği ve tüketimi ile hayata dönsün diye. Acaba hayat 2019 sonu, yani virüsün sahne almasından öncesine dönecek mi?
Bugün için öncelikli çaba, eğilim (ihtimal), devrilen küresel kapitalizm treninin katarlarını yeniden raylara koymak ve bu paradigma ile devam etmek için. ABD’den başlamak üzere, tüm ülkeler bunun için bir teşvik (stimulus) paketi uygulamaya soktu , muhtemelen yenilerini de güçleri oranında sokacaklar. Genişlemeci para ve maliye politikalarından oluşan bu paketler, içinde, önceki krizlere uygulanandan farklı olarak, daha çok kamusal harcama önlemi içeriyor. Çoğunda, daha önce pek baş vurulmayan “Helikopter para”, yani ücretli, işsiz, yoksul sınıflara karşılıksız para transferi önlemi de var.
Merkez ve çevre ülkelerin kurtarma paketleri hem nicelik hem nitelik olarak farklılık gösteriyor. Bazıları, belki de ülkelere bu krize karşı biraz daha dayanma gücü verecek, bazılarının -Türkiye gibi- paketleri ise çok göstermelik.
Küresel kapitalizmi su üstünde tutmak için önlemler, her ülkenin devleti tarafından alınıyor çoğunlukla, yanı sıra, Avro alanında ECB, Merkez Bankası, topluluk için önlem geliştirmeye çalışıyor. IMF ise 1 trilyon dolarlık kredi ile itfaiye ekibinde yerini aldığını duyurdu.
ABD’nin FED aracılığıyla uyguladığı genişlemeci para politikaları yaşanan paniği pek yatıştırmazken 2 trilyon dolarlık mali genişleme, heyecan yarattı ve borsa düşüşleri yavaşladı. Trump’ın bu paketinde düşük gelirli Amerikalıya ayda 1200 dolar vermek de var. ABD’nin dolar basarak likiditeyi olağanüstü artırması, ABD kökenli firma ve bankaların batışını önlemeye dönük ve bu likiditenin ABD içinde kalması bekleniyor. Bu anlamda ABD’nin kendisini bir finansal çit ile korumaya aldığı ifade ediliyor. Avrupa’nın da gerektiğinde ABD ile paslaşarak dolar likiditesi ihtiyacını karşılayabilmesi bekleniyor. ABD, AB, İngiltere, Japonya gibi ülkeler genişlemeci para ve maliye politikalarını uygulama gücüne sahipken, bu konuda sırt sırta vermeye yatkın iken, çevre ekonomilerin durumu kırılganlık derecelerine ve bu merkez ile olan ilişkilerine göre şekillenecek. Ama sonuçta, bu tufanda merkezden hem destek hem para çekmede en dezavantajlı olanların Türkiye, Arjantin, G.Afrika, kısmen de Hindistan olduğundan söz edilebilir.
Covid19 tufanı karşısında, küresel kapitalizmin tüm bileşenlerinin ilk elde yaptığı, devletlerinin genişlemeci para ve maliye politikaları uygulamaları. Bunlardan özellikle kamu harcamaları içeren devasa maliye önlemleri, hepsinin bütçe açığını büyütecek. Bunlardan bazılarının bütçe açığı zaten büyük. 2019’da bütçe açığının milli gelire oranı ABD’de yüzde 5,6’yı bulmuşken, Trump bunun yüzde 10’lara kadar çıkmasını göze almış gibi. Aynı açık oranı İngiltere’de yüzde 1,5, Fransa’da yüzde 2,5.
2019’da Almanya bütçesi ise milli gelirine göre yüzde 1 fazla verdi ama Merkel, artık açık bütçeyle kriz yönetmeyi göze almış durumda. Tüm yönetimler, piyasacı anlayışla koronavirüs salgınının yönetilemeyeceğinden, devlet müdahalesinin, bütçe açıkları vererek, para basmayı göze alarak, hatta kamulaştırmalara giderek kullanılmasının gerekliliğinde mutabıklar. Üstelik bu “zoraki sosyallik”, anti-kapitalist, örgütlü bir sol muhalefetin ciddi bir basıncı olmadan, gerçekleşiyor.
Yine de merak edilen soru şu: İşe yarayacak mı? Çünkü virüsün tahribatının nerede sona ereceği ve yeniden bir tehlike olup olmayacağı da bilinmiyor. Bu bilinmezlik içinde devletler ezberlerini bozmuyor, batmasınlar diye şirketlere bankalara para basarak kaynak enjekte ediyorlar.
Eğer, bu önlemler (yeni paketler açılarak da) biraz işe yararsa, umulan, kopan küresel birikim zincirinin onarımı ve dünyanın Aralık 2019 öncesine ağır yaralarla geri dönmesi. Ama zor. Yaraların sağalması da uzun zaman alır. Salgın ilk uç verdiğinde dünya ekonomisi ve tek tek ülkelerin büyümesi ile ilgili tahminler, neredeyse haftada bir revizyona uğradı. OECD Mart başında dünya ekonomisinin 2019’daki yüzde2.9 büyümesinin 2020 için yüzde2,4’e düşeceğini belirtmişti. O tahmin çabuk kadük oldu. Büyük bankaların ortak kuruluşu IIF, tahmini yüzde -1.5 küçülmeye çekti. Ama bu da dayanıksız çıktı. Şimdilerde 2020 dünya daralmasının yüzde 3-4’ü bulacağına ilişkin tahminler var.
Umulan toparlanma, hele ki mevcut paradigma içinde, çok zaman alır. Çünkü, yaşanan travma sonrası, mal, hizmet, gezgin, işgücü, dolaşımında turizm, uluslararası ticaret, taşımacılık vb faaliyetlerinde herkes tedirgin biçimde yol alacaktır. Bunun yanı sıra, devletler, destekler sonucu yüz yüze kaldıkları büyük bütçe açıklarını kabul edilebilir boyutlara indirmeye, makul enflasyonlarla yaşamanın yollarını bulmaya çalışacaklar. Bütün bunlar, uzun bir resesyon dönemi ve ürpertici bir işsizlik, yoksullaşma ile el ele gidecektir.
2019’da Çin’de yüzde 3,8, gelişmiş ülke ortalaması olarak yüzde 4,8, Avro alanında yüzde 7,5 olan işsizliğin 2020’de çift haneli sayılara ulaşması şaşırtıcı olmayacaktır. Krizin, özellikle petrol-hammadde ihracına bağımlı ülkeler ile Türkiye gibi birçok yönden kırılgan ülkelerde etkisi daha ağır olacaktır.
Bütün bu büyük tahribat karşısında birçok şirket ve bankanın, sağlanan desteklere rağmen ayakta kalmaları, birçok sektörde toptan iş yapmanın zemini kalmayabilir. Bu, hem şirket-banka düzeyinde, hem de sektör düzeyinde ciddi bir eleme-ayıklanma gündeme getirebilir. Metalaşmış birçok mal ve hizmet üretimi talebini bulamadığı için rafa kalkabilir.
Birçokları için kamunun zorunlu kamulaştırmalara gideceğini söylemek mümkün. Nitekim daha şimdiden bunun hazırlıkları yapılıyor. Fransa devlet başkanı Macron’un şirketlere hitaben, dilerseniz sizi kamulaştırabiliriz, dediğini hatırlayalım.
Yakın geleceğin kaçınılmaz eğilimlerinden biri, devletin ekonomideki rolünün artacak olmasıdır. Tüm ülkelerde, toplumun yeniden üretiminin sağlanması için devlet, dolaylı ya da doğrudan müdahalelerde bulunacaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrasının Avrupasında yaşananlara benzer biçimde stratejik diye adlandırılan ulaştırma, enerji, temel mal ve hizmetlerin üretiminde arz eksikliği yaşanmaması için, devleti, işletmeci olarak sahnede görebiliriz. Salgında yaşananların etkisiyle sağlık, bunun uzantısı olarak eğitim sektörlerinde daha kamucu bir yapılanma, özellikle kamuoyu baskısı ile kaçırılmaz olacaktır.
Neoliberal Trump, Johnson, Macron, Merkel gibilerin iktidarları sürse bile bu “zorunlu kamuculuk” kendisini dayatacaktır. Bunların bocalamaları ise kamuculuk, sosyal devlet, her alanda adalet ve eşitlik vaatlerine sahip sosyal demokrat partilerin iktidara gelmesini kolaylaştırabilir ve bu ihtimal, belki daha sosyalizan pratiklere kapı aralayacaktır.
Kopan küresel zincirin yeniden dünya ölçeğinde çalışması nasıl mümkün olacaktır sorusunun yanıtını vermek de zor. Bu fiili durum, ülkeleri içe kapanmaya zorlayabilir mi? Bu sorunun da yanıtı kolay değil. Dünya coğrafyaları arasındaki bir işbölümüne dayalı mal ve hizmet üretimini, oradan çekip ülke sınırlarına sıkıştırmak kolay değil. Ama, sağlık ve can güvenliği, tahayyül bile edilemeyen iş modellerinin yaratılmasını zorunlu kılabilir. Bazı malların küresel üretiminden vazgeçilebilir, her ülke, can güvenliği kaygusuyla kendi sınırları içinde öncelikle gıda-tarım güvenliğini önemseyerek, yerli hammadde girdisiyle, üretebileceklerine öncelik verebilir. Bütün bunlar, küreselleşme sürecine zorunlu bir ara vermeyi getirebilir de.
Onlarca yıldır, küresel ölçekte üretim ve tüketim ölçeğine göre planlanmış yapıların, bu zorunlu daralma karşısında büyük kayıplara uğrayacağı, yeni şartlara uyumun milyarlarca dolarlık varlıkları hurdaya çıkaracağı açık. Ama bütün bunlardan önemlisi, bu daralmanın, küreselleşmeyle birlikte işgücü pazarına, kırlardan da koparak gelen nüfusun, işgücünün durumudur. Covid öncesi 3,3 milyar kişi olan dünya istihdamından ne kadarı işsiz kalacaktır, bilinmez. Ama yaklaşık yüzde 10 dolayında olan dünya işsizliğinin birkaç puan artması bile korkunç bir sorun.
Küresel kapitalizme zorunlu ara vermenin, Covid’19 öncesinin mülkiyet, üretim ve bölüşüm ilişkilerinde aynı adaletsizlikleri yeniden üretecek şekilde devam edip etmemesi ise bundan mağdur olan sınıfların buna izin verip vermemeleri, tarih sahnesine çıkıp çıkmamasıyla ilgili. Hem ulusal hem uluslararası düzlemde emek sınıflarına bu konjonktürde kendi ütopyalarını gerçekleştirme, şartların zorlaştırdığı kâr ve sermaye birikimi düzeneği yerine, ihtiyaçlara göre üretim düzeneğini oluşturmanın, yeni bir eşitlikçi dünya inşasının fırsatı da yaratılmış durumda. Bu ihtimalin üstüne daha çok düşünmek, düşünmekten öte eyleme geçmenin yol haritasını ayrıca konuşmak gerekli.