Avrupa Kültür Başkenti de Cemaat Kapitalizmine…
Mustafa Sönmez 22.03.2010, Pazartesi13 Kasım 2006’da Avrupa Birliği Konseyi’nin, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasını…
Dünyayı üç aydır kelimenin tam anlamıyla teslim alan, felç eden Covid’19 salgınından insanlık ne dersler çıkaracaktır, bilinmez. Başta Türkiye’yi yönetenler olmak üzere, bazıları bu salgının birkaç aylık bir musibet olduğunu ve havalar ısınınca geçeceğini, kopmuş filmin yapıştırılarak eski “normal”e yeniden dönüleceğini sanıyor, umut ediyorlar. Bazıları biraz daha gerçekçi, bu “büyük ara” nın en az bir yılı bulacağını varsayarak plan-programlarını, önlemlerini ona göre alıyorlar. Ama tüm çabalar, eski “normal”e yeniden dönmek üstüne.
Küresel kapitalizmin önüne çıkan bu virüs melanetinin, ağır can ve mal kayıplarına yol açmasına rağmen, eski kâr ve sermaye birikimi düzenine geri dönülebileceği umudu korunuyor, hem de özlemle. Bütün çaba ise , ortaya çıkan büyük yıkıntıyı her ülkede devletin üstlenmesi ve enkazın, zararın toplumsallaştırması, yani faturanın belli bir vadede topluma paylaştırılması için.
Devletle onarmak
Devlet destekleri, merkez bankalarının görülmedik faiz sıfırlamalarıyla, genişlemeci para politikalarıyla, daha çok da, uzun zamandır görülmedik boyutta olağanüstü mali genişlemelere giderek, devasa bütçe açıkları vermeyi göze alarak sürdürülmeye, çöküntü önlenmeye çalışılıyor.
Bununla hem tek tek ülkeler, hem AB gibi ülke toplulukları, tek tek ya da birlikte ne kadar baş edecekler, bu ne süre alacak, henüz bilmiyoruz. Sadece 2008-2009 krizinden miras “ezberden” açılan paketleri, programları görüyoruz. Bunların yıkıntıyı durdurduklarını, yaraları sarmaya başladığını söylemek henüz mümkün değil. Çünkü pandemi, ya da salgın sürüyor; virüs, kurbanlarına doymuş değil; onun elinden kaçan ”eve kapanan” biraz zaman kazanıyor, dışarıda kalan, kalmak zorunda bırakılarak çalıştırılan emek kesimi ise yok olma riski altında.
Şimdiden, başta havacılık, turizm, ticaret gibi servis sektörlerinde olağandışı yıkımlar var. Bu sektörlere mal üreten sanayiler, örneğin giyim, tekstil , dayanıklı tüketim malı üreten otomotiv dahil sanayilerde olağan dışı bir talep düşüşü var ve salgın, fiilen kontrol altına alınsa bile, bu ekonomik yıkımın toplanmasının, eski “normal”e dönülmesinin kolay olmayacağı, biraz soğukkanlı bakabilen herkesin, ortak kanısı.
Bütün bunların, bizi, dünyamızı nereye taşıyacağını bilmiyoruz. Ama insanoğlu bu can ve mal yıkımından bir şeyler öğrenecek mi ? Küresel kapitalizme yön verenler, onların siyasi temsilcileri devletler, sistemin devlet üstü IMF, OECD, Dünya Bankası gibi kuruluşları, “Bizi bir virüs nasıl bu hale getirdi?” diye sorgulayacak mı? Dahası, bir daha fenersiz yakalanmamak için ne yapmalı, sorusu sorulacak mı?
Onlar sormasa dahi, insanlığın geleceği adına bu sorular sorulmalı. Nasıl oldu da bu kadar geliştiği, teknolojik mucizeler yarattığı sanılan insanlık, virüs karşısında bu kadar kayıp verdi, salgını önleyemedi? Sistemin hegemonik gücü ABD bile, salgın karşısında dağınık, hazırlıksız ve beceriksiz bir görüntü verdi. Oysa, küresel ölçekte örgütlenmiş bir istihbarat, güvenlik, iletişim sistemine sahip ve dünya nüfusunun en eğitilmiş unsurlarını da göçmen olarak barındırmanın avantajıyla, eşsiz bir organizasyon kapasitesine erişmiş bir ülkeden ne beklerdiniz; yaklaşan ve kaçınılmaz olan yayılmaya etkili bir hazırlık, etkin bir savunma. Ama olmadı, ABD de virüse mat oldu.
“İnsan”ın acizliği
Virüs karşısında abandone olmuş boksöre benzeyen dünyanın, öncelikle yüzleşmesi gereken gerçek şu: “Toplumsal bir varlık” olarak “bugünün insanı”, virüs karşısında yetersiz, çaresiz kaldı, yenildi. Gelişmiş-azgelişmiş ülke gözetmeksizin, her sınıftan insan, virüs tarafından teslim alındı. Ancak, gücü yetenler, daha çok da varlıklılar, kendilerini daha iyi korudular, ama korunamayanların bir kısmı kurban verildi. ABD’de cep telefonları üstünden yapılan bir saptama , en varlıklı yüzde 10’un evine çekilirken en yoksulun bunu yapamadıklarını gösterdi. Bu kadar sınıfsal,net.
Üst sınıfların kâr ve birikim üstüne küreselleştirdikleri dünyanın tüm coğrafyalarının insanı, genelde, kendisini bu felaketten koruyamadı. Kimisi, dini hurafelerin etkisinde, kaderciliğe teslim olarak virüsten sakınamadı, sakınamadığı gibi önlem almayarak yayılmasına da araç oldu (Türkiye’deki umreciler örneği). Ama burada bireyleri değil, onları böylesi bir dışsal tehlike konusunda örgütlü, bilinçli davranacak bireyler olarak eğitmemiş sistemi sorgulamak gerekiyor. Seküler bir eğitimin rafa kaldırıldığı birçok ülkede dogmalarla bezeli öğretiler, bireyleri bu virüs karşısında çok savunmasız, bilgisiz, toplumsal disiplinden , sorumluluktan yoksun bireyler olarak yakaladı.
Küresel kapitalizmin toplumsal varlığı olan bugünün insanı, hastalıklardan, tehditlerden kendisini koruması gereken kamusal kurumlardan, kısaca devletten himaye görmediği için, kusuru üstünden atabilir, haklıdır da. Ama, insana değer veren, insanı bilimle eğiten, geliştiren bir toplumun insanları, bir virüs belasına bu kadar kurban vermezlerdi, hem kendilerini hem çevrelerini koruyabilirlerdi. Bunu bireysel çabalarıyla olduğu kadar, virüs karşısında gösterecekleri etkili örgütlenme becerileri ile de gösterebilirlerdi. Kapitalizm bu “insanı” ne yazık ki yaratamadı, benzer durumlarda aynı zayiatı bu insan tipi yine verecektir. Çıkarılması gereken en önemli derslerden biri budur.
Sağlık hakkının gasbı
Küresel kapitalizm, neoliberal uygulamalara geçtiği 1980 sonrasında, insanın temel haklarından olan sağlığı, kamu tarafından sağlanan , ücretsiz bir hizmet olmaktan çıkararak daha çok parasallaştırdı, özelleştirdi, ticarileştirdi. Özellikle alt,orta sınıflar buna direnemediler. Bir insan hakkı olan “sağlık hakkı” paraya tahvil edilince, tüm ülkelerde kamusal sağlık sistemi önemli ölçüde gerilerken “paran kadar sağlık” devri başladı. Sağlığa erişim kolaylaştırılmış gibi görünse de sağlığın finansmanında daha çok yurttaşların ellerini ceplerine atmaları istendi, koruyucu hekimlik yerine, endüstriyel, ahlak dışı bir sağlık sektörü geliştirildi, ticarileştirildi, metalaştırıldı. Örneğin Türkiye’de vergi ve sigorta pirimleri ile zaten sağlık harcaması için katkıda bulunan yurttaşlar, bunun üstüne tedavi, ilaç vb. amaçlı yapılan cepten sağlık harcamalarıyla 2018’de 35 milyar doları bulan sağlık harcamalarının yüzde 17’den fazlasını üstlendiler.
Toplumsal felaketlere karşı geliştirilmesi beklenen kamusal sağlık araştırmaları da neoliberal sağlık düzeninde gözden çıkarıldı. Araştırma Geliştirme harcamaları, daha çok kâr getirecek sektörlerde, silah endüstrisinde yoğunlaşırken sağlık, özellikle de halk sağlığını tehdit edebilecek viroloji alanı ihmal edildi.
Bu küresel kapitalizm ihmalidir ki, hem virüsün teşhisinde hem onunla mücadelede milyarlarca insanı savunmasız bıraktı ve hala virüse karşı aşı,ilaç üretmekte aciz durumda.
Kapitalizmin yıkıcı yarışı
Küresel kapitalist şirketlerin, onların kontrollerindeki devletlerin birbiriyle rekabeti, bu uğurda birbirinin felaketine neredeyse el ovuşturması, insanlığın virüs karşısında ezilmesinin bir başka önemli nedeni. Virüs dünyayı sararken ülkeler, ortak bir mücadele yerine, virüsün faili konusunda suçlamalarla uğraştılar. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü virüsü, Wuhan’da Ekim 2019’da yapılan Dünya Askeri Oyunlarına katılan Amerikan askerlerinin getirdiğini iddia etti. Rusya’da devlet denetimindeki medya, virüsün bir biyolojik silah olarak ABD’de üretildiğini iddia etti. İran, daha açık bir şekilde ABD ve İsrail’i virüsün arkasında olmakla suçladı. ABD’deki bazı gruplar korona virüsü Çin’in Wuhan’daki Viroloji Enstitüsü’nde biyolojik silah olarak üretmeye çalışırken kazara yaydıklarını iddia ettiler.
Kapitalizm kendisini dünya ölçeğinde küreselleşmiş bir birikim tarzı olarak üretmeye geçince, kırlar boşaldı, insanlar kentlere aktı, göç, yerel değil uluslararası bir sorun oldu, göçmen düşmanlığı , yabancı düşmanlığı arttı. Çarpık kentleşmelerle , hammadde kaynaklarına azgın saldırıyla doğa tahribatı büyüdü, salgın hastalıklar, mal ve sermayenin küreselleşmesiyle beraber kısmen küreselleşen işgücü üstünden tüm dünyayı sarmaya başladı. Eşitsizlikler büyüdükçe kitlesel tepkiler öfkeler yer yer “terör” şeklinde küresel sorun olmaya başladı. Küreselleşme savunucuları, bu tür sorunların artık tekil devletlerin değil, “küresel sorun” olarak dünyanın sorunu olarak ele alınacağını ve devlet üstü kurumların koordinasyonu ile çözüm üretileceğini öne sürdüler. Ama hiç de öyle olmadı, olmuyor. Örneğin ABD, iklim anlaşmalarından çekildi, “terör”ü , hegemonyasının devamında kullanacağı bir aparata dönüştürdü, küresel ısınma ürkütücü bir biçimde hızlandı.
Oysa, insanı değerli bir varlık olarak tanıyan bir dünyada yaşıyor olsaydık, virüs gibi küresel bir tehdit karşısında ülkeler, devletler, biri birine rakip, düşman değil, evrensel, dayanışmacı bir anlayışla, devlet üstü ve devlet dışı aktör ve kurumları öne çıkaran bir siyasetle sürece müdahil olur ve zayiat büyümeden önleyebilirlerdi. Virüse karşı daha koordineli, dünya çapında bir planlama ile önlemler geliştirilip can , mal kaybı en aza indirilebilirdi.
İnsanı önceleyen bir düzen olsaydı, muhtemelen Dünya Sağlık Örgütü koordinasyonunda bütün imkanlar seferber edilir, uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşları birlikte hareket ederdi. Devletler hem salgının kendisiyle mücadele etme, hem de bir ilaç ya da aşı geliştirme konusunda uzmanların elbirliğini sağlar , evrensel bir çalışmayla bu kısa sürede başarılabilirdi.
Ne yazık ki, bugünün düzeninde bunlar olmuyor, olmadı. İlaç endüstrisinin devleri, aşı ya da ilacı bulmaya çalışan şirketler, ortaya çıkan büyük pazara belki de el ovuşturdular, buradan edebilecekleri milyarlarca dolarlık kârları düşündüler. Bırakalım küresel işbirliğini, bu toz duman arasında, bu yangın ortasında Küba ve İran’a yönelik yaptırımları kaldırmak bile kimsenin aklına gelmedi.
Ne yapmalı?
Dünyalıları, tehlikelere karşı bilgisiz, donanımsız, edilgen bir varlık durumuna sokan, onun temel sağlık hakkını elinden alıp paraya tahvil eden küresel kapitalizm, miyadını doldurmuş insanlık dışı bir sistem. Bu artık yeterince ortada.. Dünya servetinin yüzde 44’ünü tek başına elinde tutan yüzde 1’lik azınlığın bu çürümüşlüğü artık sürdürülemez, bu yapının hiçbir yanı artık dikiş tutmaz. Bu tükenmiş , miyadını doldurmuş sistem bir avuç egemenin artık yönetemediği, milyarlarca nüfusun katlanabileceği bir sistem olmaktan çıktı. Bütün mesele, bunun yerine ne konulacağında. Kuşkusuz uzaydan birileri gelip yeni, insani bir dünyayı inşa etmeyecek, ya da sistemin egemenleri durduk yerde bu enkazı insani bir yapıya dönüştürmeyecekler. Onlar, bırakın dönüştürmeyi, kozmetik rötuşları bile beceremiyorlar. İşte küresel ısınma konusunda ne yapabildikleri ortada.
Bu çürümüş sistemi dönüştürecek olanlar, bizatihi bu sistemden büyük zarar gören alt sınıflar. Onların bu sistemin içinden filizlendirip yaratacakları yeni bir örgütlenme ve onun yürüteceği siyasi mücadele ile yeni bir dünya inşa edilebilir. Bu dönüşüm, sosyalizmdir, ona olan inancın yeniden ve yeniden yeşertilmesi gerekiyor. Çünkü Covid’19, sosyalizmin inşasında ataletin, duraksamanın, inançsızlığın, dünyayı bir barbarlığa, insanlığın yok oluşuna götüreceğini yeterince gösterdi. Daha ne yapsın?