DİHA’ya Lice Katliamı ile ilgili verilen demeç
Dicle Haber Ajansı'na 8 Haziran'da verilen demeçin tam metni; Lice başta olmak üzere Güneydoğu'nun çeşitli…
Ortalık, “mucizevi büyüyen Türkiye” şamatasından geçilmezken Hazine, 2012, Mart sonu itibariyle Türkiye’nin dış borç stokunu açıkladı. 2011’i 307 milyar dolar dış borç ile kapayan Türkiye, 2012’nin Mart sonunda bu borcuna 11 milyar dolar daha eklemiş ve toplam kamu ve özel dış borçları 318,2 milyar dolara çıkmış bulunuyor. Yani, “yumuşak iniş” ile büyüme hedefini yüzde 4’e düşürmüş Türkiye kapitalizmi, dışarıdan borçlanmasını sürdürmüş, bu yılın ilk 3 ayında 11 milyar dolar daha borçlanmış. 2010 ilk çeyreğinde 268 milyar dolar olan dış borcun 12 ay sonra 302 milyar dolara, 2011 sonunda da 307 milyar dolara çıkması, o mucizevi büyümenin dışarıdan borçlanarak yapıldığını, büyümenin dış yükümlülükleri artırdığını ortaya koyuyor. Aynı şey, biraz tempo düşürse de bu yılın ilk çeyreğinde de yaşanmış görünüyor. Dolayısıyla, 2 Temmuz Pazartesi açıklanacak ilk çeyrek büyüme oranı, umulduğu gibi, düşük gelmeyebilir. Bu da dışarıdan süren borçlanma ile açıklanacak bir gelişmedir.
Hazine’nin son verileri, dış borç kamburunun üçte ikisine yakınının özel sektöre ait olduğu gerçeğinin değişmediğini yeniden ortaya koyuyor. AKP iktidarının ilk yılında 2002 sonunda dış borç stoku 130 milyar dolardan ibaretti ve özel sektörün payı üçte birden ibaretti. Kamu, özellikle IMF’ye borçlanmıştı. İzleyen yıllarda kemer sıkma politikaları ile IMF’nin borçları kapatılırken ve kamunun dış borçlanma ihtiyacı azaltılırken, özel sektör, doludizgin borçlanmaya koşuldu. Tüpraş, Erdemir gibi özelleştirmelerin bile finansmanı dış kredi ile sağlandı. Kamunun dış borçlanma ihtiyacının azalması ise, adaletsiz dolaylı vergi düzenin pekiştirilmesi, 50 milyar doları bulan özelleştirme furyasının getirdiği kaynaklar, bir yandan da devletin yatırımlar başta olmak üzere harcamalardan uzak tutulması ile mümkün oldu.
***
2012’nin ilk 3 ayında 318 milyar doları aşmış görünen dış borçların yüzde 38’ine yakınının kısa vadeli olması, ortadaki tablonun en tatsız yanı. Bu oran kriz öncesi yüzde 25 dolayındaydı. Yani Türkiye küresel kriz ortamında dış kredi bulmuş ama bunlar daha çok kısa vadeli krediler olmuş ve sırttaki risk artmış. Boşuna, Türkiye burjvazisini “rehine” olarak adlandırmıyoruz. Büyüme çarkını dış kaynakla çeviren, bunun için de gerekirse kısa vadeli, yüksek faizli kredi kullanmaktan kaçınmayan, dalgalanma olmasın diye de AKP iktidarının her tür hukuksuzluğuna sessiz kalan bir burjuvaziden söz ediyoruz.
Toplamı 318 milyar doları geçen dış borcun 208 milyar doları özel firmaların, kalanı kamu ve Merkez Bankası’nın. Özel firmaların borçlarının yüzde 38’inin kısa vadeli olduğundan söz ettik. Geri kalanı hangi sektörlerde? Bankalar başta olmak üzere finans sektörünün, özel kesim borçlanmasında yüzde 36 payı olduğunu görüyoruz. Bankaların dışarıdan temin ettikleri bu kaynağı, ağırlıkla tüketici kredisi ve KOBİ kredisi olarak kullandırdığını biliyoruz.
Özel sektörün uzun vadeli borçlanmalarında ikinci sırayı, bekleneceği gibi, inşaat ve gayrimenkul sektörü alıyor. İstanbul rantını kıyasıya paylaşan büyük inşaat ve gayrimenkul firmalarının gökdelenler, konut siteleri, AVM’ler, otel yatırımları için yaptıkları borçlanmalar, 2012 Mart sonunda 12 milyar doları buluyor. THY başta olmak üzere sivil havacılık firmalarının dahil olduğu “ulaştırma” sektörünün borçlanmaları da inşaat sektörünkine yakın. Bu sektörün de uzun vadeli borçları 12 milyar dolara yaklaşıyor. Enerjide özelleştirme, piyasalaşma furyası, dış krediye hücumu da beraberinde getirdi. Bu sektörün de 9 milyar doları aşan uzun vadeli borcu var. Başta cep telefonu operatörleri olmak üzere bilgi-iletişim sektörü de 7 milyar dolarlık bir dış kredi yükümlülüğü altında. Görüleceği gibi, dış kredi, pek de imalat sanayii için alınmıyor. Varsa yoksa, spekülatif alanlara, kamunun boşalttığı sektörlere yöneliş söz konusu.
***
Toplamı 318 milyar doları aşan dış borç kamburunun sahiplerinin en büyük korkusu kurdaki ani sıçramalar, kur şokları. Türkiye kapitalizminde 1980, 1994 ve 2001 krizlerinde yaşanan böyle kur şokları birçok banka ve firmayı alabora ederken enkazları devletin kucağına bırakıldı, milyarlarca dolarlık faturaları da topluma ödetildi. Bugün de Suriye macerasının da etkisiyle kafasını yukarı çeviren döviz kuru, borçluları hop oturtup hop kaldırıyor, AKP’ye biatı kaçınılmaz kılıyor. Kurun hızlı artışını önlemek için Merkez Bankası, yüksek faiz, rezervden döviz satma araçları ile dümen tutmaya çabalıyor, bu borç riskini sırtlanmış spekülatif kar meraklısı kesimleri koruma, kollama görevini sürdürüyor.