Otomobil keyifsiz, beyaz eşya limoni…
TÜİK açıkladı; sanayi üretimi bir önceki aya göre yüzde 1,4; bir önceki yılın aynı ayına…
RTE’nin önceki hafta kalabalık bir heyetle Gabon, Nijer ve Senegal’i ziyaret etmesi, Türkiye kapitalizminin Afrika fethi(!) gibi takdim edildi. RTE de fırsatı kaçırmadı, bir karikatür emperyalist gibi üfürdü durdu. Küçüldüğü yıl bile yıllık döviz açığını ancak 50 milyar dolara indirebilmiş, o ölçüde dış yatırıma muhtaç Türkiye’yi, dışa sermaye ihraç eden,yatırımcı bir ülke gibi şişirdi. Türkiye, çevre ülkelere,Avrupa’ya yatırımı olan, “sermaye ihraç etmiş” bir ülke görüntüsü verse de temelde, bağımlı, orta gelirli bir çevre ülke statüsünden henüz çıkamadı. Dış yatırımlara gelince; aslına astarına bakalım…
Lenin, 1916’da, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması kitabını yazarken “sermaye ihracı”nı, emperyalizmin ayırt edici özelliklerinden biri olarak sayıyor ve “sermaye fazlası” olan İngiltere,Fransa ve Almanya’nın dış yatırımlarını analiz ediyordu. Lenin’in yazdıklarının üstünden yaklaşık 100 yıl geçti. Ama yazdıkları eskimedi. Sermaye birikimi, yüzlerce kez katlandı.Kapitalizm, dünyanın en ücra köşelerine kadar girdi ve kapsama alanı tüm yerküre oldu. Eğitimden sağlığa, kültüre kadar en temel ihtiyaçlar bile metalaştırıldı. Bu arada, dış sermaye ile kaynaşan ve ‘merkez’in tanıdığı insiyatif ölçüsünde gelişebilen ülkeler de farklı saiklerle, dışa yatırıma da yöneldiler.
Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye yatırımları da, daha çok 2000’lerde, içeriye büyük ölçekli dış kaynak girişi arttıkça, kıpırdadı. 2002-2012 döneminde Türkiye’ye giren 485 milyar dolar dolayındaki dış kaynağın, ağırlığı kredi ve sıcak para, yüzde 20’si de doğrudan yatırım olarak geldi.
Kaynak:TCMB veri tabanı
Son 10 yılda, 100 milyar dolara yakın doğrudan yabancı sermaye girişi yaşandı. Yeni yatırımdan çok, özelleştirilen KİT’leri, yerli bankaları satın almak amacı ağırlık taşıdı. Aynı yıllarda Türkiye’den dışarıya yapılan yatırım ise bunun beşte birini bile bulmadı ve 18 milyar dolarda kaldı.
Çokuluslu firmalar, her zaman en yüksek kâr oranı hangi sektörde, faaliyette ise oraya yönelir, kârlılığı düşük sektörleri, işleri, diğer alt ülke firmalarına bırakırlar. Sanayinin, Asya’ya terkedilmiş olması bu nedenledir. Bir zamanlar dokuma ve gıda atölyelerinden ibaret imalat olan Türkiye’de bugün otomotiv endüstrisinin en büyük “ihracatçı” durumuna gelmesi de bu işbölümünün sonucudur. Milli gelirinin yüzde 8-9’u kadar döviz açığı veren, dolayısıyla o ölçüde dış kaynak girişine ihtiyacı olan Türkiye’nin sermaye ihracı, “sermaye fazlası” olduğundan değil, farklı nedenlere dayanır. Son 10 yılın dış yatırımlarının sektörel ve coğrafi dağılımı, bunu anlatır zaten.
***
Türkiye’nin dışa yatırımlarının dörtte üçü Avrupa ve ABD’de, kalanı Asya’da…Sektörel dağılım, bunun neden öyle olduğunu açıklıyor. Dışa yapılan yatırımların yüzde 22’si finansla ilgili. Yani Türk bankaları, Hollanda, Lüksemburg gibi finansın merkezlerinde para bulmak için yatırım yapıyor, dış ticarete aracılık yaparak da para kazanıyorlar. Ayrıca, İrlanda, Malta gibi vergi cenneti kıyı bankacılığı bölgelerinde de faaliyet gösteriyorlar. Finansta dışa yatırımın aslı astarı bu.
Sektörel olarak ikinci sırayı yüzde 35 pay ile gıda ve tekstil gibi Türkiye’nin uzmanlaştığı sanayiler alıyor. Bunun dışa taşması da anlaşılır bir şey. TPAO’nun Azerbaycan, Kazakistan, Irak gibi petrol ülkelerine yaptığı yatırımlar da dış yatırımlarda yüzde 15’e yakın pay sahibi. Bir de Turkcell’in dış yatırımları var bahse değer. THY de, “ülke imajı” cilacısı olarak birçok ülkede büro açarak yatırım yapmış görünüyor. Tabii bir de yurt dışı inşaat işleri var. Onlar da Rusya,Ukrayna’dan öteki çevre, komşu ülkelere uzanıyor ve toplamda yüzde 8’e yakın pay alıyor.
Özetle, Türkiye, 2002 sonrası yoğun dış kaynak girişi yaşayan bir ülke olarak büyüyor ama dehşetli döviz açığı vererek ve dış kaynağa yeniden ve yeniden ihtiyaç duyarak…İhracat yapıyor, ama misliyle ithalat yaparak. Dış yatırım yapmış görünüyor ama misliyle yabancı yatırım girişine kapı açarak… Dışa yapmış göründüğü yatırımın kimyası ise emperyalist merkezlerin bildik yatırımlarına benzemiyor. Finansa yatırımının amacı da farklı. Emek-yoğun, kâr oranı pek yüksek olmayan gıda,tekstil,inşaat yatırımları ise ülkeye lig atlatacak, döviz kazandırarak bağımlılık azaltacak özellikte değil.
Ne olduğunu ve olmadığını bileceksin. İneğe öykünen kurbağa misali, bedenini şişirip ruhunu küçültmeyeceksin..