Doların 2 TL’yi görmesi, Türkiye ekonomisi açısından bir kilometretaşı. Beklenmedik  ya da önlenebilir bir şey değildi, sadece biraz geciktirilebildi. Mayıs’tan bu yana benzer ülkeler de aynı kaderi yaşıyorlar. Çevre ülkelerin tümünde yerli paralar hızla dolar karşısında değer kaybettiler. Bunda en önemli etken ABD’nin tahvil alımlarını durdurarak yeni bir para iklimine geçeceğinin işaretini vermiş olması. Bu sinyali alan tüm yabancı yatırımcılar, bulundukları borsalardan çıkmaya başladılar. Bu çıkışlarla yerli paralar hızla değer kaybetti.

 DEVALÜASYONLAR

IMF veritabanından görülüyor ki,  2 mayıs’tan 23 Ağustos’a en hızlı değer kaybı yüzde 22 ile  Brezilya realinin. Hindistan parası rupi de yüzde 20,4 değer kaybına uğradı ve onu G.Afrika randı yüzde 14’e yakın değer kaybı ile izledi. Endonezya parası rupiahın da kaybı yüzde 11,5’u buldu. Ya TL ? 2 mayısta 1.80 TL olan dolar 23 Ağustos’ta serbest piyasada 2 TL’yi gördü. Böylece, 14 haftada yüzde 11,1 değer kaybetti. Daha az etkilenenler de oldu. Örneğin AB’de avroya geçmeyen üyelerden Polonya’nın zlotisinin kaybı  yüzde 1’i bile bulmadı. Çek korunası ile Macar forinti ise  kayıp yerine, yüzde 1 değerlendi.  Çin yuanı da bu sürede yüzde 1’e yakın değerlendi.

Kaynak: imfstat.org

 Peki bu kadar mı? Değil elbette. Turpun büyüğü torbada. ABD’nin takvimi netleşmedi henüz. Son FED tutanaklarından çıkarılan yorum, Eylül ayının kritik tarih olduğu yönünde. Koltuğa Ben Bernanke’nin yerine, Hazine eski Bakanı Lawrence Summers oturur ise para politikasında normalleşmeye daha hızlı geçileceği, bunun da faizlerin yükseltileceği anlamına geldiği konuşuluyor. Türkiye gibi ülkelerden sermaye çıkışları o zaman, bugün olduğundan daha fazla ve hızlı gerçekleşecek, yerli paralar da dolar karşısında daha çok değer kaybedecek.

 KURUMA ZAMANI

ABD ve AB’deki para bolluğundan sermaye çekerek nasiplenen “yükselen ülkeler” şimdi sermayenin çekilmesinin sıkıntılarını yaşamaya başlayacaklar. En çok hangi ülkeler? Hangisinden daha çok sermaye çıkarsa tabii. Mayıs-Ağustos döneminde  yerli paraların dolar karşısındaki değer kayıpları, ülkelerin kırılganlık ölçüsü sayılır mı? Elbette hayır. TL’nin değer kaybının bu 14 haftada yüzde 11’de kalması, yükseltilen faiz ve rezervden döviz satışlarına rağmen yaşandı. Bu müdahaleler olmasaydı, değersizleşme (devalüasyon) daha yüksek boyutta olurdu. Örneğin bunu henüz yapmayan Brezilya’da yüzde 22 oldu. Ama Brezilya da şimdi “savunma” kararı aldı.  Reali toparlamak amacıyla yıl sonuna kadar 60 milyar dolarlık bir cephane ile dövize müdahale edecek. Türkiye’nin ise rezervden dolar satışı ile kaybı frenlemeye çalışma opsiyonu zayıf, tek çaresi ekonomiyi iyice daraltma pahasına faizi yükseltmek.  Türkiye, yabancılar açısından risk katsayısı hızla artmış bir ülke durumunda. Nereden anlıyoruz? Risk prim takası, yani CDS’lerden.

Kaynak:Reuters

Yabancı yatırımcının en çok önem verdiği risk primi, Mayıs-Ağustos döneminde Türkiye için 100 puan yükseldi. Türkiye  kategorisindeki ülkelerden risk primi en çok yükselen diğer ülkeler, primi 74 puan artan G.Afrika ve 71 puan artan Brezilya oldu.

Türkiye’nin ‘yükselen ülkeler’ arasında bu kadar kısa sürede en riskli ülke biçiminde algılanmasında başta cari açık/milli gelir oranının yüzde 7-10 bandında olması, dış borç yükünün milli gelirinin yüzde 44-45’ini bulması gibi kırılganlıkları etkili. Ama iç politika ve Orta Doğu politikasındaki başarısızlıklar da ülke imajında büyük yıpranmaya yol açtı. AKP rejiminin Gezi direnişine karşı yürüttüğü polis zulmü, seçmenini konsolide etme saikiyle, Suriye ve Mısır’da izlediği tutarsız politikalar, El Kaide’ye yakınlığı, onu, ABD, AB gibi güçlerin gözünden düşürdü. “Ülke imajı” hızla soldu. Bu, her tür dış sermayeyi de uzaklaştırıcı bir görüntü. Önümüzdeki aylara yayılacak toplam hasar, bugün ortaya çıkmış olandan çok daha büyük ve ağır olacak. Buna karşı rejimin fazla bir manevra alanı kaldığını söylemek mümkün değil. Hasarın daha çok alt-orta sınıflara yıkılacağı ise sır değil. Tabii ki sessiz kalırlarsa…

 

Written by Mustafa Sönmez