Direnmeye Mecburuz…
1 Kasım seçimlerinin sonuçları herkes için sürpriz oldu sayılır. Başta anket firmaları olmak üzere,…
İsmi lazım değil, bir AKP’li milletvekili, Köşk seçimi arifesinde; herkesin cep telefonuna (bu arada nereden bulmuşsa benimkine de) gönderdiği mesajda RTE’ye oy verilmesi gerektiğini buyuruyordu. Hazret, bunun neden gerekli olduğunu da şu cümlelere ifade ediyordu; “Siyasi ve ekonomik istikrarın devamı, barış ve huzur ortamının kalıcı olması için…”
AKP rejimi, kitleler üstünde hep bu oyunu oynuyor ve başarıyor da. Onlarda “istikrar ve barış içinde” yaşadıkları algısını yaratmak ve AKP’den vazgeçerlerse, bundan mahrum kalacakları tehditinde bulunmak…
Oysa gerçekte ortada bir “istikrar” ve bir barış-huzur ortamı olmadığının o kadar çok kanıtı var ki ve yakın gelecekte yaşanacaklar, herkesi bununla yüzleşmeye öyle mecbur bırakacak ki…
Dökülüyor…
RTE AKP’sinin başından beri izlediği mezhepçi-ayrımcı siyasi çizgi sonucu Türkiye iki kampa ayrıldı. Yaşam tarzları,değerleri, verdikleri tepkileri farklılaşmış iki kutup var Türkiye’de ne yazık ki…Hukuksuzluk ve yolsuzluk üstünde yükselmiş RTE ve çevresi, partisi, günün birinde hesap sorulmasın diye adeta gemileri yakmış, hiç muhalefete düşmeyecek biçimde gemi azıya almış ve bunun için de her tür hukuksuzluğu icra eder durumdalar.
Özellikle RTE, kendisinden ve ailesinden bağımsız bir yargı önünde sorulacak hesaptan kurtulmanın yolunu, Köşk’e kapağı atmakta, oradan da Başkanlık pozisyonunda ülkeyi iki dudağının arasından çıkacak buyruklarla idare etmekte görüyor.
RTE’nin ve yakın çevresinin “kifayetsiz muhteris” politikalarının sonunda Türkiye’nin dış imajında önemli kayıplar yaşandı ve yaşanıyor. Obama, RTE’nin telefonlarına çıkmıyor, Merkel, Gezi isyanından bu yana, düşen maskenin arkasındakini görmüş vaziyette. Rusya, “ne mal olduğunu” bilerek ilişki kuruyor RTE ile, Orta Doğu ülkeleri ortada her şeyi yüzüne gözüne bulaştırmış “Stratejik Derinlik” yerine bir “Stratejik sefillik” görüyorlar. Başa bela edilen IŞİD’in peydahlanmasında RTE-Davutoğlu parmağını gördükçe, kitlelerin öfkeleri kine dönüşüyor.
Jeopolitik riskler…
Seçmenlere 30 Mart yerel seçimlerinde ve Köşk seçimlerinde propagandası yapılan ve muhtemelen önümüzdeki genel seçimlerde de eksik edilmeyecek tema; “Ekonomik istikrar”. 2003-2012 döneminin dünya ikliminin yarattığı borçlanma fırsatıyla ekonomide çizilen “istikrar portresi”nin son 2 yıldır nasıl boyalarının döküldüğü, dikişlerinin attığı, el parasıyla ne riskler altına girilip ne geleceklerin tüketildiği ortaya çıkıyor.
Bunu daha net görmek için, “İstikrar ülkesi Türkiye” nin dünyanın risk liginde nerede durduğuna bakmak yeterli. Buna da geçmeden önce, son aylarda yaşanan bölgesel sıcak savaşların ülkeler için “jeopolitik risk” kavramını öne çıkardığını hatırlatalım. Buna, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi dikkat çekti ve bunun sermayenin risk alma iştahını kapattığı gibi, Avrupa ekonomisinde deflasyonu hızlandıracağını öne sürdü.
Nitekim, ülkelerin sadece Temmuz-Ağustos ayı risk primlerindeki artışlar, jeopolitik riskin önemini ortaya koyuyor; özellikle Rusya ve Türkiye için…
Türkiye’nin riskleri…
Bir ülkeye yatırım yaparsan, yatırımını sigorta edecek kuruluşa ne kadar prim ödemen gerekir anlamını taşıyan CDS’lerin (Credit Defult Swap-Kredi Risk takası) sıralamasında Türkiye, üstlendiği son jeopolitik risklerle beraber en riskli ülkeler içinde 4. görünüyor ama aslında en risklisi. Bakın neden….
Birinci sırada, Ukrayna gerilimi yaşayan, ABD’nin AB ile birlikte terbiye etmeye çalıştığı, yaptırımlar uyguladığı ve buna mukabele eden Rusya Kaynak:Reuters var. Rusya’nın bir ayda risk primi yüzde 30 yükseldi. Ama Rusya, cari fazla veren dayanıklı bir ekonomi, riskini dengeleyebiliyor.
İkinci sırada Avro bölgesinin hasta ülkelerinden Portekiz var ki, banka sistemi su alıyor. Ancak, son tahlilide bir AB üyesi, batmıyor, yüzdürülüyor. Üçüncü sıra, Türkiye ile benzer dış para bağımlılıkları yaşayan ve sermaye kaçışına maruz kalan G.Afrika’nın. O da BRICS şemsiyesi altında. Ve geliyoruz dördüncü sıradaki Türkiye’ye…Asıl risklerin yıkıcılığına en açık ve en kırılgan olan Türkiye..
Yaşadığı ekonomik ve politik risklere şimdi bir de çevremizdeki Orta Doğu ve Rusya’daki sıcak çatışmaların ortasında kalma riski ekleniyor. Son iki ayın risk pirimi artışı yüzde 7; hiç az değil…
Türkiye’nin risk tansiyonunu daha da yükseltecek bir dizi olumsuz gidişat var; Enflasyon, hedeflenenin bir kat üstünde yüzde 10’a ulaşmak üzere. Kemikleşmiş yüzde 10’luk işsizlik , özellikle tarım dışında hızla artma eğiliminde. Sanayide çarklar yerinde sayıyor, tensikatlar başlayabilir. Konut stokları, otomobil, beyaz eşya stokları alıcı bekliyor ama talep yok. Sırtta 390 milyar dolar dış borç var ve bunun yüzde 40’ının 12 ay içinde çevrilmesi gerek. Ekonomi yüksek kur-faiz arasına sıkıştı. Yeni dış para girişi durmuş ve var olanlar çıkma eğiliminde. Rezervlerden ve yastık altından, ne idüğü belirsiz yerlerden devşirilen (net-hata noksan) paralar uç uca eklenerek aylık açıklar kapatılmaya çalışılıyor.
Hanehalkının, ailelerin, bireylerin bankalara konut,otomobil,ihtiyaç kredisi olarak; kredi kartı üstünden borçlanması, gelirinin yarısını aşmış durumda. Alınan borçların bir kısmının geri dönüşünde sorunlar var. Bunların üstüne bir de banka sistemi dışından alınmış borçlar var.
Enerji bağımlılığının yanında gıda güvensizliği artıyor; gıda enflasyonu kitlelerdeki hoşnutsuzluğu büyütüyor.
RTE’yi Köşk de kurtaramaz. Politik, jeopolitik, ekonomik çember hızla daralıyor. Bugüne kadar “istikrar, huzur” masallarıyla uyutulan, borçlarla rehin alınan, yer yer korkutularak teslim alınan kitlelerin gazabı eninde sonunda sanılandan büyük olabilir, gericiliğe savrulan radikal reaksiyonlar da yaşanabilir…
Derim ki, küçük karelere bakarken, büyük fotoğrafı gözden kaçırmayın; nefesinizi, cephanenizi ona göre kullanın…