Gelir Utancıyla Yüzleşememek…
Mustafa Sönmez Yıllardır bölüşüm ile yazdıklarımı izleyenler bilirler; TÜİK’in , özellikle 2002’den bu yana yıllık…
Mustafa Sönmez
Türkiye’nin en yumuşak karnı enerji. Sıcak paraya dayalı ekonomi büyürken enerji tüketimi de artıyor. Özellikle sanayi üretimi, enerji tüketimini belirliyor. 2010 sonunda toplam birincil enerji tüketim değerinin 108,2 MTEP(Milyon Petrol Eşdeğeri) olarak gerçekleşmesi ve 2008 yılı değerine ulaşması bekleniyor. Türkiye’nin tükettiği enerji, ekonomik büyüme ile artarken, tüketilen enerjinin dörtte üçe yakını ithalatla karşılanıyor. Yerli üretim, 2008’den bu yana artmazken ithal enerjinin 2011’de biraz daha artması bekleniyor.
Yerli-yenilebilir kaynaklara dayalı enerji üretimi yıllarca ihmal edilip kamu sektörünün eli kolu bağlı tutulurken, ithal doğal gaz, tek başına birincil enerji tüketimi içinde yüzde 30 paya sahip oldu ve her yıl bu pay artıyor. Büyüme ile birlikte enerji tüketimi artarken, artan tüketim, ancak ithalatla karşılanıyor ve Türkiye’nin toplam ithalatında enerjinin payı , fiyatlardaki değişmeye bağlı olarak, yüzde 20 ila yüzde 24 arasında değişiyor. Enerjide ithalata bağımlılık, cari açığı da büyüten en önemli etken.
Çözüm belli olmasına belli, ama icraat yok. Böyle bir durumda enerji arz güvenliğini sağlamak için ithalata bağımlılığı azaltmak, onun için de yerli üretimi artırmak, böylece ithalatın payını en azından yüzde 50’ye indirmek gerekli. Yapılacak enerji tasarrufları da önemli tabii. Ancak yerli üretim iç açıcı değil. Milli gelirin sektörel sınıflamasında “Enerji” diye bir kalem yok. Ama kabaca madencilik ve elektrik-gaz sektörleri alt alta toplandığında, bu sektörlerin milli gelirdeki payı yüzde 2’yi ancak buluyor. İmalat sanayisinin milli gelirdeki payının yüzde 25 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin enerji üretiminde yüzde 2 ile çok yetersiz bir ülke olduğu hemen anlaşılacaktır.
Son yıllarda Dünya Bankası-IMF telkinleriyle piyasalaştırılıp özelleştirilen enerji alanında “özel sektörün” iyi bir karnesi yok henüz. Hem enerji yatırımlarında hem üretimde özel sektöre bel bağlayanlar, sonuçtan pek memnun değil.
Yatırımların genel seyrine bakıldığında, 2008 sonrasında gelen iştahsızlıkla birlikte özel sektörün yatırım niyetleri henüz askıda.
2006-2010 döneminde, neoliberal AKP iktidarının kamu kesimini ekonomiden iyice uzaklaştırmasıyla, eğitim, sağlığı vb. de içeren toplam yatırımlardaki kamu payı yüzde 20’lere geriledi. Enerji, bu dönemde kamu yatırımları içinde ancak yüzde 6 pay alabildi. Buna karşılık kamu yatırımları yüzde 40’lar düzeyinde ulaştırmada yoğunlaştı.
Enerji yatırımlarında kamu geri çekilirken özelin yatırıma pek iştahlı olmadığı gözlenmekte, bu da enerji arzını iyice riske sokmaktadır. Son 5 yılda toplam yatırımlarda yüzde 80 payı olan özel sektörün ,cari fiyatlarla 725 milyar TL’yi bulan yatırımları içinde enerji yatırımları ancak yüzde 5 pay alabildi. Dolayısıyla , son 5 yılda kamunun 17, özelin 36 milyar TL’lik yatırımı ile enerjiye toplam yatırımların ancak yüzde 5,8’i (53 Milyar TL) yapılabildi. Bu da çok yetersiz tabi . Enerjisinin yüzde 75’ini ithalatla karşılayan bir ülke için hem de çok yetersiz.
Sıcak para girişi ile büyüme, enerji tüketimini artırıyor. Ancak, enerji üretim artışı çok yavaş ve ithalat kamçılanıyor.
Döviz kurunun düşük seyri ve dünyada düşük seyreden fiyatlar, ithal doğalgaz esaslı politikayı besliyor.Enerjide özelleştirme ve ticarileştirmenin sonuçları başarılı değil. Enerjide esas olan arz güvenliği ve düşük maliyettir. Bu da ancak kamu üretimiyle mümkün. Özellikle Türkiye şartlarında kamunun enerji yatırımları ve üretimine dönüşünü, daha yüksek sesle savunmak gerekiyor.