Medya, iktidar ve arsızlık…
Medya için demokrasinin “dördüncü gücü” sözü, Batı’da icat edilmiştir. Yasama, yürütme ve yargının yanında bir…
Metal işçilerinin direnişi dalga dalga büyüyor. Hem de polis baskısına, MESS ve müttefiki sarı sendika baskısına ve emperyalist işverenin tehdidine rağmen…Direnişin ‘milli ekonomi’ye verdiği zarardan söz eden çok da, ne istiyor bu işçiler, çok mu zor taleplerini karşılamak diye kafa yoran yok. Topyekûn, her yerde mutat empati eksikliği, halden bilmezlik, benmerkezcilik burada da diz boyu…
Oysa ne istendiği belli. Metal işçileri, sektörünün gereği, eğitimli, kalifiye ücretlilerden oluşan, üstelik de kırık dökük de olsa sendikal deneyimi olan bir kesim. Ne istediklerini bilmezler mi? Elbette bilirler, Üstelik belli bir riski göze alarak demokratik haklarını kullanıp direniyorlar. Onlara direnişin kanunsuz olduğunu söyleyen mülki amirlere, sözde birkaç diplomalı işveren vekillerine, hukukçularına, ILO ilkelerini hatırlatarak hâd de bildiriyorlar. İç hukukun üstünde, dürenmeyi bir hak sayan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün hak saydıklarını bir boş eldiven gibi yüzlerine çarparak…
İLLE DEMOKRASİ…
Metal işçileri de yaşadıklarından anlamış olmalılar ki, yarattıkları 4 parçalık değerden ancak 1’i kendilerine ücret olarak verilirken 3’ü şirkete kalıyorsa, bu insafsız paylaşıma yeterince müdahale edemedikleri için. Onlar adına masaya oturan sendika, onları gerçek anlamda temsil edemediği için…
Bunun acı dersini aldıklarından dolayı şimdi direnişteler…Daha doğrudan temsil eden bir sendika ve üretimle, yaratılan artığın paylaşımı ile ilgili kararlarda gerçekten söz sahibi olabilmek için direnişteler.
Peki, nedir bu? Bu, göstermelik temsil, göstermelik sendika ve pazarlık müsameresine, yalanına son verip gerçek temsil, doğrudan karar süreçlerine katılım hakkı için mücadeledir… Yani bu, işyerinde demokrasi mücadelesidir aslında…
Artık bu deneyimle de iyice anlaşilmş olmalı ki, ister işyeri, ister okul, ister büro, ister kışla… Nerede olursak olalım, karar süreçlerine doğrudan katılamıyorsak, sözcülerimizi özgürce seçemiyor, onların bizim adımıza attıkları adımlar, icraatlar, yaptıkları sözleşmeler hakkında şeffaflık yoksa, hesap verebilirlik yoksa, denetleyemiyor ve gerektiğinde azledemiyorsak, orada demokratik bir işleyiş, orada demokrasi yok demektir.
TOPYEKÛN DEMOKRASİ
Dört-beş yılda önümüze konan seçim sandığıyla yaşadığımız kandırılmışlık, aldatmaca da aynı değil mi? Seçilenlerden iktidar olanlara denetim uygulanıyor mu? Yasaları, hatta Anayasa’yı ihlal ettiklerinde onları yargılayacak bağımsız bir yargı kaldı mı? Devletin yasama-yürütme-yargı erklerinin birbirine karşı bağımsızlığı nerede? Yürütmeyi seçmen adına denetleyecek bir Meclis işini yapabiliyor mu? Kaçak Saray’da oturanın şu seçim sürecinde Allah’ın günü Anayasa yı ihlal etmesini soruşturacak bir yargı kaldı mı?
Eğer bütün bunlar bize ters geliyor ve tuzun bile koktuğundan endişe eder haldeysek, yerinden çıkmış, belki zaten eğri büğrü çakılmış çivileri yerine bu kez doğru dürüst çakmak istiyorsak, şiarımız her yerde yeniden demokrasinin, hem de güdük, göstermelik olanının değil, gerçek olanının yeniden inşasıdır. Bunun taaaa tabandan işyerlerinden, bürolardan, mahallelerden, öz örgütlenmelerle yeniden inşasıdır gerekli olan. Ancak böyle yaparsak, oy verdiğimiz partide, örgütlendiğimiz sendikada, üyesi olduğumuz odada, dernekte, belediyemizde seçilmiş ve atanmışların bizi doğru temsil edip etmediklerini anlayabilir, hayatın her alanıyla ilgili adımıza alınan kararların üstünde söz sahibi olabiliriz.
YENİDEN VE YENİDEN
Metal işçileri varolan sarı sendikayı ve aldığı yetkiyi tanımıyorlarsa kendi öz örgütlenmelerinden doğan bir yapıyla mücadeleye devam edecek, o yeni temsilcileri ve yenilenmiş irade ile işverenin karşısında bölüşüm pazarlığı yapacaklar demektir. Bu, yeni ve sağlıklı bir başlangıçtır.
Hem de sadece ücret pazarlığıyla kalmayan, daha demokratik bir fabrika yönetimi, daha güvenlikli, sağlıklı bir iş ortamını tesis için yönetime katılma talebiyle örgütlenilmeli…Tersi durumda, sığ bir uzlaşma ile kalıcı birşey elde edilemez. Sıkışan işveren ağza bir parmak bal çalar, bunu da atlattık deyip yoluna bakar. Bürokratik, sarı sendikanın biri gider, öteki gelir…
İlleti teşhis edebilmiş metal işçileri palyatif pansumanlarla illetten kurtulunamayacağını biliyorlardır. İlletten kurtulmanın yolu topyekûn her yerde demokrasidir. Bunu hayatın her yerinde olduğu gibi fabrikalarda da inşa etmenin zamanıdır. Metal işçilerinin açtığı dere yatağından mutlaka daha büyük nehirler akacaktır…