AKP- Cemaat kapışması yatıştı mı ? Çankaya’nın jet onayı ile sadece MİT’e hamle önlendi. Tarafların medyadaki “özel kalemleri”nın açıklamalarına bakılırsa, en azından bir süre için ateşkes ilan edildi. “Durun siz kardeşsiniz!…” uyarısına uyuldu, sağduyu şimdilik galip geldi. Ama şimdilik…Bu tepişmenin burada duracağını sanan yanılır. Tepişmenin elbette ki, dış uzantıları var. ABD’nin, Suriye, İran, İsrail meselelerinde Türkiye’den beklentilerinin ne kadarına karşılık bulduğunu ve iki koalisyon ortağının bu beklentiler karşısında aynı telden çalıp çalmadıklarını bilmiyoruz. Tepişmenin şiddetini belirleyecek etkenlerden biri bu.

Orduda, yargıda vesayeti sona erdiren operasyonların benzerinin MİT için geçerli olması gerektiğini savunan Cemaatçiler, şimdi etrafına RTE çelik kalkanı geçirilen MİT ile hesaplaşmalarından vaz mı geçtiler? Sanmam. Bu hesaplaşma burada kalmaz. Üstelik, savcılarını, polis şeflerini kızağa çektiler. Bunu sineye mi çekecekler?  Hülasa, ringde yeni rauntları izlemeye, nefeslerimizi tutarak devam edeceğiz.

***

Kapışmanın bir de akçalı tarafı var, fazla öne çıkarılmayan. Koalisyonun  organik burjuvaları aynı çatı altında değiller. Bu malum. AKP tarafı MÜSİAD’da, “The Cemaat” tarafı TUSKON’da örgütlü. Kuruluş tarihleri bir birine yakın. Milli Görüş zamanında Erbakan eliyle kurdurulan MÜSİAD, 1990 doğumlu, cemaatin TUSKON’u ise 1993. Bu tarihten önce nerelerdeydiler?

Turgut Özal, kurucusu olduğu ANAP ile , 1983 sonrasında, TÜSİAD çatısı altındaki büyük burjuvaziyle İslamcı sermayeyi, birincinin hâkimiyetinde aynı hatta toparlamak istedi ve bu doğrultuda belli mesafeler kat edildi. Özal, iki kesimle de flört eden ve iki kesimde de temsil imkanı bulan bir siyasi liderdi.

Özal’ın ANAP’ı ,  her ne kadar dört eğilimi birleştirdiğini söylese de temelde sözü edilen sınıfsal ittifaka uygun olarak, liberallerle dini muhafazakârların -başta Nakşibendi tarikatı üyeleri olmak üzere- bir ittifakıydı. Özal’ın da mensupları arasında yer aldığı bu tarikata bağlı İsmailağa Cemaati, MNP ve MSP’nin kuruluş süreçlerinde de etkili olmuştu. Daha sonraki iki dindar muhafazakâr başbakan da (Necmettin Erbakan ve RTE) aynı tarikatın aynı cemaatinin üyeleri.

12 Eylül’ün sola karşı dalga kıran olarak kullandığı ve yüreklendirdiği İslamcı-Muhafazakâr çevreleri, Özal,  kamusal alana davet ederek devlet-toplum ilişkilerini yeniden düzenledi. Camilerin ve İmam-Hatip liselerinin sayısı arttı. Üniversiteler, Milli Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları başta olmak üzere devlet kurumlarında muhafazakâr kadrolaşma hızlandı. Özellikle Gülen cemaati, eğitimden başlayarak 10 yıllara uzanan bir program dahilinde kadro yetiştirdi. Bu kadrolar, sonradan işadamı olarak çeşitli sektörlerde, eğitimci, yazar, gazeteci olarak kültürel kurumlarda, sivil-asker bürokrat olarak devlet kademelerinde boy gösterdi.

***

1990’da kurulurken söylem ve pratiğiyle kendisini TÜSİAD’da örgütlü büyük sermayeden ayrı bir yerde konumlandıran
 MÜSİAD, 28 Şubat darbesinin ardından 2000’lerin başlarında gömlek değiştiren “Gül-Erdoğan” ikilisi ile birlikte hareket ederek AKP’nin doğumuna da ebelik yaptı.  

MÜSİAD’ın kurulduğu yıllarda, yani 1990’larda, Gülen cemaatinin burjuvaları, özellikle küreselleşme, neoliberalizm konularında milli görüşçülerden farklı yerlerde duruyor, onları millici, ortodoks ve kısır buluyorlardı. 1990 başlarında MÜSİAD çatısı altına girmek yerine, 1993’te İş Hayatı Dayanışma Derneği  (İŞHAD) ve Hür Sanayici ve İşadamları Derneği (HÜRSİAD) şemsiyesi altında örgütlendiler.

Cemaat sermayesinin dernekleri, ileri tarihlerde,  yurdun çeşitli yerlerinde kurulan ve federasyonlaşan yeni derneklerle kısa adı TUSKON olan Türkiye Sanayicileri Konfederasyonu isimli konfederal yapılanmaya gittiler. AKP koalisyonu kurulurken, bu farklı sermaye fraksiyonları da kendi çatıları altında faaliyetlerini genişlettiler.

***

AKP iktidarı öncesi belediyelerde iş başına gelen İslamcı politik hareket, irili ufaklı İslamcı sermayeler için küçümsenmeyecek birikim imkanları sunmaya başlamıştı zaten. RP iktidarı, ama özellikle 2003 sonrası AKP rejimi, “yürü ya kulum” dönemi oldu. Özellikle AKP iktidarı döneminin kamu yatırım ve cari harcamaları ile bu organik burjuvaların sermaye birikimlerine payandalar, kaldıraçlar sağlamada olağanüstü bir imkan çıktı ortaya. Türkiye’de genel devlet harcamalarının milli gelire oranı yüzde 36 dolayındadır. Bu da yılda ortalama 250-260 milyar dolarlık bir devlet harcaması anlamına gelmektedir. Her tür denetimden uzak RTE çiftliği TOKİ’nin  yatırımları, belediyelerin kentsel yatırımları , duble yol ağırlıklı karayolu yatırımları ve diğer yatırımlar ile devletin milyarlarca dolarlık cari harcamalarının  “yandaş” kesime nasıl ballı börekli bir kurt sofrası sunduğunu düşünebiliyor musunuz?

Son yılların dış kaynaklı büyüme temposu, İslami koalisyonun burjuvalarını palazlandırmak için muazzam imkanlar sundu. Dahası, enerji lisanslarının dağıtımında, elde kalan kamu işletmelerinin, rantı yüksek kent arazilerinin, binalarının satışında da öncelik, “yandaş”ların olacaktı.

Ne var ki, bu yağma Hasan’ın böreğinin paylaşımında günün birinde hır çıkacağı da sır değildi ve nitekim çıktı işte…Kamu İhale Kurumu’nu izleyin.

Filler tepişmesini izlerken biraz da para-pul optiğinden bakınca, yakında ne rüşvet dedikoduları, ne İsviçre banka hesapları iddiaları ortaya dökülecek,  kim bilir…

Written by Mustafa Sönmez