Emek Sömürüsünün Daniskası AKP İktidarında…
Mustafa Sönmez 21.04.2010, ÇarşambaAnlaşılan, iletişim/imaj ekibi, Başbakan’ın Nisan menüsüne “işsizlik ve emek sömürüsü”nü koymuş. Demişler…
Küresel krizden çıkışın önemli bir adımı olarak genişlemeci para politikalarını terk edeceğini, faizleri artıracağını 2013 ortalarında duyuran ABD’nin bu ikazına, piyasadaki bol ve ucuz parayı kullanan yükselen ülkelerden uyanlar olduğu kadar uymayanlar da oldu. Türkiye bunlardan biriydi. Değişmekte olan iklimi umursamadan borçlanmayı sürdürdü, aldığı borçları iç pazara, özellikle inşaat sektörüne gömdü. ABD gerçekten de dediğini yapmaya başlayınca global fonlar Türkiye gibi ülkelerden uzaklaşmaya, yer yer çıkmaya başladılar ve bu da yerel paraların hızla değer kaybetmesi, doların yerel paralar karşısında hızla fiyatlanması ile sonuçlandı. Değişen iklime ayak direyen Türkiye’nin biriken sorunları onu daha da kırılgan yaptı. Özellikle dış borç kullanan ve döviz önlemi olmayan büyük firmalar topun ağzına sıralandı.
Türkiye bu artan kırılganlıkla 24 Haziran 2018 seçimlerini de geride bıraktı ama yeni yönetime ne dış ne iç ekonomik aktörler pek güven kredisi açmadı. Tüketici enflasyonu yüzde 16’yı bulan ve yüzde 20’ye doğru seyreden Türkiye ekonomisinde, Türk lirası istikrarlı bir şekilde kan kaybediyor, dolar karşısında eriyor. Bütün bunlara temmuz ayı sonlarında ABD ile yaşanan gerilim eklenince Türkiye’nin risk primi (CDS) rekorlar kırdı, Yunanistan’ın risk primini bile 200 baz puan geride bıraktı.
ABD yaptırımları var olan kırılganlığı sadece artırdı. Dolar kuru gerilimin arttığı 26 Temmuz’da 4,77’den tırmanışa geçti ve 13 Ağustos’ta 7,21’e kadar çıktı, sonra indi. Bu büyük dalgalanma karşısında Merkez Bankası ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu öncülüğünde alınan likidite önlemleri, yapılan açıklamalar biraz olsun işe yaradı. 14-16 Ağustos arasında dolar hızlı bir düşüş eğilimine girdi ve 5,75’i gördü. Yine de 16 Ağustos itibarıyla dolar 26 Temmuz’a göre yüzde 19.5 artış kaydetmiş oldu. Tam görece gerileme sağlandı derken, bu kez 17 Ağustos sabahı başka bir iç sarsıntı ile dolar fiyatında tırmanış yeniden başladı.
Sarsıntıyı yaratan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın zordaki firmalar ile bankalar arasında firmalar lehine, bankaları ürküten bir niyet beyanıydı.
Yeni bir dolar fiyatı artışına yol açan gelişmeler şöyle seyretti: Banka kredileri ile ilgili yeni “aksiyon planı” açıklayan Hazine ve Maliye Bakanlığı 17 Ağustos sabah saatlerinde Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ile reel sektörün banka kredileri kapsamında bir dizi rahatlatıcı tedbir belirlediklerini duyurdu. Şöyle denildi: “8 Ağustos 2018’den itibaren yaşanan ekonomik ortam nedeni ile oluşan kredi gecikmeleri, karşılıksız çek ve protesto edilen senetler Risk Merkezi’ne mücbir sebep koduyla bildirilebilecek.”
Ancak piyasadan ve banka çevrelerinden kısık sesle de olsa gelen eleştirilerle bu emrivakinin dolar fiyatını 6,40’lara kadar tırmandıran sonuçları görülünce bakanlık çark etti. Tedbirlerin TBB’nin “tavsiyesi” olduğu, bakanlığın aldığı bir karar olmadığı ifade edildi. Bu, aslında bir geri adımdı ama niyet beyan edilmişti artık.
Borçlu firmaları kollayan, bankalara daha çok “anlayış” dikte eden bu niyet konusunda İstanbul Ticaret Odası (İTO) memnuniyetini açıklamakta gecikmedi. Reel sektörün üç kritik talebinin karşılık bulduğunu belirten İTO Başkanı Şekib Avdagiç, bunları şöyle sıraladı: “Birincisi, piyasadaki likiditenin daralması engellendi. Reel sektörün yeni kredilere erişim imkânı korundu. İkincisi, ilave teminat baskısı ortadan kalktı. Üçüncü olarak da kredi geri çağırma gibi hadiselerin önüne geçildi. Dolayısıyla bakanlık aldığı kararla finans sektörüne, reel sektörün yanında olduğunu gösterdi.”
Reel sektör adına İTO Başkanı, “finans sektörüne” karşı “kalkan” olunduğunu ifade ederken bankaların başına gelebilecekleri Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırmalar Forumu Direktörü Prof. Dr. Selva Demiralp dile getirdi. Reel sektörü kur şokunun yarattığı zarardan korumak için açıklanan önlemlerin bankaların kredi riskini artırmak gibi önemli bir yan etkisi olabileceğine dikkat çeken Demiralp şöyle devam etti: “Çözüm bulmamız gereken sorunun, kurdaki patlama ile ekonomiyi nasıl yüzdürebiliriz sorusundan ziyade kuru en kısa zamanda nasıl düşürebiliriz sorusu olması gerek.” Demiralp bunun cevabının ise Merkez Bankası’nın ciddi bir faiz artırımına gitmesinden geçtiğini vurguladı.
Net döviz açıkları haziran 2018 itibarıyla 217 milyar dolar olan firmaların doların fiyatındaki her artışta büyük kur zararları yazdığı biliniyor. Önemli bir kısmı AKP rejimine yakın firmalardan oluşan bu borçlular için bir can simidi gerektiği çok açık. Bunu, 8 Ağustos’ta TBB Başkanı Hüseyin Aydın NTV kanalındaki söyleşide şöyle ifade etti: “Birden fazla bankanın bir firmayı yeniden refinanse etmesi gerektiğinde kurumsal duruş ve disiplin gerekiyor. İstanbul Yaklaşımı ile bir dönem yapmıştık. Ülke bilançosuna katkı sağlayacak disiplin getirecek bir düzenlemeye kimse itiraz etmez.”
Aydın’ın sözünü ettiği firmalara can simidi atma deneyimi 2001 krizinde yaşanmıştı. “İstanbul Yaklaşımı” adı verilen bu müdahalede Hazine, IMF’den alınan krediyle operasyonun finansmanını üstlenerek firmaları yüzdürebilmişti.
Şimdi ise bir “Anadolu Yaklaşımı” dillendiriliyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin vakfı TEPAV’ın koordinatörü Güven Sak şöyle diyor: “Şirket bilançolarındaki yabancı para cinsinden pozisyon açığı daha önemli. Burada da bir tercih gerekecek. Öncelik kimin? Elbette ihracatı artırabilecek, ticareti güçlendirebilecek olanın. Ülkenin sanayi kapasitesini nasıl yeniden yüzdüreceğimiz önemli bir mesele. Sürdürülebilir bir Anadolu Yaklaşımı son derece önem taşıyor. Zaten gündemde de ayrıca.”
Sak Anadolu Yaklaşımı adını verdiği bu kurtarma planı için taze kaynak gerektiğini belirterek şöyle devam ediyor: “Ortada kaynak olmadan, kuralları gevşeterek attığınız adımlar ilk anda ateşi düşürebilir ama sürdürülebilir bir güçlenmeyi sağlamaz.”
İrili ufaklı çok sayıda firma can simidi bekliyor, bu açık. Ama can simidi atmadan hasar tespiti gerek, oysa kanama durmuş değil, sürüyor. Dolarlaşmanın önü alınabilmiş değil, bunu durduracak bir TL faiz artışı henüz etkili biçimde yapılmadı. Dahası, kanama durdurulsa bile hastayı ayağa kaldıracak taze kaynak nerede? Geçmişte acı bir reçete ile birlikte IMF’den sağlanmıştı. Ama şimdi IMF’ye gitme konusunda direnç var. O zaman kaynak nereden bulunacak? İşte merakla sorulan soru da bu.