Türkiye’de özellikle bu yılın ikinci yarısında artan ölçüde yüksek bir enflasyon yaşanıyor ve konuşuluyor. Eylül ayı itibarıyla tüketici fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 24,5’i bulurken, sanayicilerin, yani üreticilerin fiyat artışları yıllık olarak yüzde 46’ya ulaşmış durumda. Yılın tamamının tüketicide yüzde 30-35 bandı aralığında, üretici fiyatında da yüzde 50-60 bandı arasında biteceği yaygın bir kanı, daha doğrusu enflasyonun dinamikleri bunu gösteriyor.

Bu ölçüde bir enflasyonu, Türkiye 15 yıldır, yani AKP’nin iktidardaki ilk tam yılı olan 2003 yılından bu yana yaşamamıştı. Bu zaman aralığında enflasyon genellikle tek haneliydi, sadece 2017’de yüzde 11,9’u buldu. Şimdi ise yüzde 30 enflasyondan bahsediliyor.

Bu, yeni bir durum ve gelirlerini enflasyon ölçüsünde artıramayan ücretliler, emekliler bir anda kendilerini göreli olarak yoksullaşmış hissediyorlar. Çalışanların en büyük korkusu ise yüksek enflasyonla beraber daralan ekonominin yeni bir işsizlik dalgasıyaratması ve hepten gelirsiz duruma düşmek. Hele ki bir de bankalara borç varsa hayattan endişe etme nedenleri katlanıyor.

Son 15 yılda görülmemiş yüksek enflasyonla bir anda yüz yüze kalan halk öncelikle gıda, mutfak ürünlerindeki yüksek fiyat artışına isyan ediyor. Tarım ve hayvancılığı inşaat odaklı büyüme tercihinde iyice ihmal eden AKP rejimi, bunun faturasını gıda arzındaki eksiklik ve gıdada net ithalatçı durumuna düşerek Türkiye’ye ödetiyor. Yüksek enflasyonu asıl körükleyen ise Türk Lirası’nın hızlı değer kaybı ya da başka türlü söylersek dövizin fiyatının hızla artmış olması.

Doların eylül sonuna kadar yıllık fiyat artışı yüzde 82’yi buldu. Oysa AKP’nin iktidardaki ilk 10 yılında dolar fiyatı artışı sadece yüzde 27 idi. Bu da tek haneli enflasyonu mümkün kılmıştı. Bu yıl yaşanan döviz fiyatlarındaki patlama ise sanayici-üretici maliyetlerini hızla artırdı ve devamında Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) eylül sonunda yıllık yüzde 46 artışa ulaştı.

Üreticinin maliyet artışını fiyata yansıtması karşısında perakendeciler bu artışı tüketiciye yansıtmamayı ne kadar başarabilirler? İç talepte sert düşüşler tehdidine rağmen bir kısmını yansıttılar ve tüketici fiyat artışı yıllık yüzde 24,5’e ulaştı. Kuşkusuz üreticinin maliyetleri, dünya enerji ve diğer emtia (buğday, demir cevheri, bakır vb.) fiyatlarındaki artıştan da etkilendi.

AKP rejiminin yöneticilerine bakılırsa, bu fiyat artışları temelde bazı fırsatçı aracıların, spekülatörlerin işi ve hadleri de zabıta harekete geçirilerek polisiye önlemler artırılarak bildirilecek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2 Ekim’de şöyle konuştu: “Sevgili milletime seslenmek istiyorum. Marketlerde şurada burada sizler işi en yakından teftiş eden insanlarsınız. Alışılmadık şekilde ürünlerde fiyat farkları varsa bunları hemen belediye zabıtalarına iletin. Belediye başkanlarına da sesleniyorum Zabıtalarınızı bu konuda hassasiyet içinde olmaya teşvik edin. Fiyatlarda oynamalar, stoklar varsa stoklarını basmak ve gerekeni yapmak görevimizdir.”

Enflasyonun gerçek dinamiklerini görüp önlemler düşünmek yerine alışıldık bir “şeytanlaştırma” eğilimi enflasyon konusunda da hâkim. Şeytanlar ise stokçular, fırsatçılar.

Erdoğan’ın zabıta önlemlerine damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da şöyle eşlik etti: “Spekülatif bilgileri alıyoruz. ALO 175 diye bir hattımız var. Oraya geliyor. Hem vatandaşlarımız hem biz sahadayız. Ticaret Bakanlığımız da çok etkin bir şekilde sahip çıkıyor. Etkin bir süreci ortaya koymamız gerekiyor.”

Cumhurbaşkanı ve Hazine Bakanı böyle teşhisler yapar da İçişleri Bakanı boş durur mu? İçişleri Bakanı Süleyman Soylu imzalı 81 il valiliğine gönderilen genelge ile son dönemde kur kaynaklı gelişmeleri fırsat bilerek fahiş fiyat uygulayanlara karşı gerekli tedbirlerin alınması istendi.

AKP’nin yönetim tarzına alışkın olanlar açısından yöntem şaşırtıcı değil. Her anormalliği olumsuzluğu dışsal faktörlere bağlamak, fitne-fücur bulmak, komploya yormak… Yüksek enflasyon da AKP’nin yönetim hatalarının değil olsa olsa aracı, stokçuların işi olabilirdi ve buna maruz kalan halkı korumak için zabıta, emniyet harekete geçirilir.

Bunun devamında yine dünyada belki de emsali görülmemiş bir “enflasyonla topyekûn mücadele” kampanyasına geçildi. Türkiye’nin önde gelen iş insanlarının çağrıldığı bir toplantıda açıklanan kampanyaya göre özel sektör ürettiği ürünlerin fiyatında yıl sonuna kadar geçerli olmak üzere yüzde 10 indirim yapacak. Bir diğer önlem yıl sonuna kadar doğalgaz ve elektriğe zam yapılmayacak. Bankalar da daha önce açmış oldukları kredilerin faizlerinde yüzde 10 indirime gidecekler, mesela yüzde 30 faizli bir kredinin faizi yüzde 27’ye indirilecek. Bu önlemler yıl sonuna kadar geçerli olacak.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tüketici enflasyonunun aylık değişimini 400’ü aşkın mal ve hizmeti piyasadan takip ederek saptıyor. Bu kadar çeşitlilikte mal ve hizmeti üreten on binlerce firma var. Açılan kampanya firmalara bir mecburiyet getirmiyor ama onlardan indirime katılma sözü istiyor. Tabii ki kimse herhangi bir gerekçeyle buna karşı çıkmıyor ama birçoğu da bıyık altından gülüyor.

Çünkü kampanyanın başlatıldığı tarih zaten tüketici fiyatlarına yıllık yüzde 25’e yakın zammın yapıldığı bir tarih, sırada da üreticinin maliyet artışından dolayı stoktaki mallarına yansıttığı ama perakendecinin henüz zamlı fiyatla satışa sunmadığı mallar var. Bu yeni etiketler zaten ortalama yüzde 25 zamlı. Bu zamlı fiyattan yapılacak yüzde 10 (10 puan değil) indirimin ne hükmü olabilir ki?

Öte yandan maliyet artışı ve gıda arzı eksikliği ile yükselen fiyatlar, zaten iç satışları geriletmiş durumda. TÜİK’in açıkladığı sabit fiyatlarla perakende satışlarının ağustosta yüzde 3 gerileme göstermesi bunun kanıtı. Reel gelirler azalınca perakende satışların eylül ve sonrasında daha da düşmüş olması muhtemel. Azalan talep firmaları zaten belli indirimlere zorlamış durumda. Birçok vitrinde yüzde 50’lere varan indirim çağrıları var. Böyle olunca yüzde 10 indirim kampanyasının ne hükmü olabilir?

Amaçlanan, enflasyonu bir dışsal afet gibi lanse edip bununla rejimin amansız mücadele ettiğini göstermek, böylece sorumluluğu her zaman olduğu gibi üstünden sıyırıp atmak mı? Amaçlanan enflasyonu dışsal bir arıza olarak resmedip, yaklaşan asgari ücret tespit toplantılarında çalışan temsilcilerine yüzde 25-30 enflasyonu başa gelmiş bir doğal afet gibi lanse edip bununla samimiyetle mücadele edildiğini, bu kampanyayı örnek göstererek öne sürmek, ücretlilerden daha düşük bir ücret artışına rıza göstermesi için fedakârlık istemek mi?

Belki de “alaturka” ya da “ala-AKP” enflasyonla mücadele tarzı bunun için.

 

Written by Mustafa Sönmez