Mega projelerden mega yıkıntılara (Al Monitor, 1 Haziran, 2020)
Büyüme hızı 2018 ve 2019'da yüzde 1,5 dolayına düşen ve 2020 pandemi sürecine bir dizi…
Mustafa Sönmez
Türkiye’de geniş ve potansiyeli yüksek topraklar denince akla hemen Güneydoğu gelir. Yer altı ve yerüstü su potansiyeli yüksek bu coğrafyanın toprakları, Türkiye topraklarının yüzde 10’u, ekonomik olarak sulanabilir arazisi ise Türkiye toplamının yüzde 20’si büyüklükte. Güneydoğu Anadolu Projesi alanında 3.2 milyon hektar ekilebilir arazi var. Bu alanın yaklaşık 1.7 milyon hektarı sulanabilir arazi, kalanı ise kuru bitkisel üretim alanı. 2008-2012 dönemine ait GAP Eylem Planı, 1.060 bin hektar sahada sulamayı hedefliyor ve bu kapsamda 1.232 km uzunluğunda ana kanal yapımı öngörüyor. Ne var ki, bunların ancak yarısının inşaatına başlanabilmiş durumda. Toprak, suyu beklerken, mülkiyet ne durumda? Bölgede özellikle Diyarbakır ve Şanlıurfa, toprak eşitsizliğinin en yüksek olduğu merkezler. TÜİK’in son tarım sayımı verilerine göre, Diyarbakır’da topraksız ve az topraklı ailelerin oranı yüzde 42 (22 bin aile). Bunlar, toprakların ancak yüzde 4’üne sahipler. Buna karşılık , Diyarbakır’da toprakların yüzde 41’den fazlası ailelerin yüzde 3’ünün kontrolünde. Şanlıurfa’da da 10 milyon dekara yakın arazinin yüzde 30’una yakınının ailelerin yüzde 1,5’una ait olduğu görülüyor.
Diyarbakır ve Şanlıurfa’da gözlenen yüksek toprak temerküzü, uzun yıllara dayanan feodal mülkiyet ilişkilerinin bir mirası. Cumhuriyet tarihi boyunca el yakan sorunlardan biri oldu toprak reformu. Hiçbir iktidar, toprak ağalarını karşısına alacak bir reforma cesaret edemedi. Miras yoluyla ve büyük toprak sahiplerinin kent burjuvazisine dönüşmesi sürecinde belli toprak parçalanmaları olsa da, Güneydoğu’da hala bir toprak reformunu gerektirecek mülkiyet uçurumu var. Ama kim yapacak? AKP iktidarı, Kürt toprak beylerini karşısına almak yerine, onlarla ittifak arayışında. Sulama yatırımları ile tarım kapitalistlerine dönüşmeleri beklenen Kürt feodalleri, AKP için bulunmaz müttefik.
Kürt siyasi hareketi ise, doğuşunda anti-feodal bir söyleme, yoksul köylülüğü taban sayan bir profile sahip iken zaman içinde “uluscu” damarı ağır basınca Kürt feodalleriyle hesaplaşmayı gündemden düşürdü, yoksul köylüyü topraklandırma maddesini programının neredeyse en arka sıralarına attı.
Kürt nüfus, tarım kökenli. Şimdilerde çoğu, açlık ve şiddetten yılarak kent merkezlerine işsiz kitleler olarak yığılmış durumda. Kentteki bu potansiyelin yanında Güneydoğu nüfusunun hala yüzde 45’i kırlarda ve önemli bir kısmı topraksız ya da yeterli toprağa sahip değil.
Bölgede resmi olarak yüzde 15’in üstüne çıkmış olan tarım dışı işsizliği azaltmanın yolu, tarıma dönüşte yatıyor. Etkili bir toprak reformu ile devletin toplulaştırdığı 2 milyon hektar araziye, büyük toprak sahiplerinden kamulaştırılacak başka arazilerin katılması ve bunların topraksız, az topraklı köylünün tasarrufuna verilmesi, onların demokratik kooperatiflerde örgütlenerek üretim, pazarlama, kredi alanlarında bu örgütlülükle hareket etmelerinin zeminin yaratılması gerekiyor.
Bir de bölgenin mayınlı toprakları var. Toplamı 13.600 hektarı bulan bu bereketli toprakların mayından arındırılması ile ortaya topraksız köylüye dağıtılacak önemli büyüklükte bir arazi çıkıyor. Mayınları temizleme işi TSK’ya bırakılmış ama parası merkezi bütçeden ödenecek. Gelin görün ki, AKP iktidarı, her nedense, bu işi de ağırdan alıyor.