Fesuphanallah!.. Sıra, #direnKOÇ’ta…
RTE’nin Gezi direnişinin kuyruk acısı dinmek bilmiyor.Çapulcu dedi, yatışmadı, kendisi inanmadı. Kim böyle kafa tutup…
İktidarın ekonomi ile ilgili bakanlarının gaz-fren temalı demeçlerine bakılırsa, 2010 ve 2011’de ortalama yüzde 9’a yakın büyürken 2012 için yüzde 4 büyüme hedefine gerileme kararı, bir uyum içinde alınmamış. İhracatın patronu sayılan bakan Zafer Çağlayan, 2023’e kadar ortalama yüzde 6 büyüme gerektiğine işaret ederek yılın ilk yarısında yüzde 3’te kalan büyümeye pek içerliyor. Frene çok sert basıldığını, balataların yandığını filan söylüyor. Ardından da “Bas gaza!” diye dayatıyor diğer bakan arkadaşlarına ve Merkez Bankası’na.
Kendisini ekonominin baş aktörü gören Ali Babacan ise Çağlayan’a yolcu muamelesi yapıyor ve ‘sürücünün işine karışma’ diye uyarıyor. Babacan’a vergicibaşı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası da destek veriyor.
Medya, ortada bir gaz-fren ayrışması görüyor ve bakalım kimin dediği olacak gibi bir kayıkçı yarışı yaratıp heyecan kaynatmaya çabalıyor. Oysa kimse şu soruyu sormayı akıl etmiyor; Arabayı gerçekte kullanan kim, direksiyonun başında kim var ? AKP’li bakanlar mı, iç aktörler mi, yoksa uluslar arası yatırım odakları, dış aktörler mi? Tabii ki ikinciler. Çünkü Türkiye ekonomisi tamamen dış aktörlerin getirip götürdüğü dış kaynak ile şekilleniyor. Gazın mı, frenin mi kullanılacağını, büyümenin hızlı mı yavaş mı olacağının kararını tamamen onların getirip götürdükleri para belirliyor. Gerisi lafı güzaf.
Hatta isterseniz, iç aktörlerin yol haritası olsun niyetine her yıl açıkladıkları Orta Vadeli Programlara koydukları hedeflerle, gerçekleşme arasında ne kadar fark olduğuna bakalım ve bu kayıkçı yarışına, yalancı pehlivanlara biraz gülelim..
Türkiye ekonomisi 2008 küresel krizinden, ihracat daralması ve sıcak para kaçışı biçiminde iki darbe yiyerek küçüldü. 2009 ortalarına kadar yüzde 8’i bulan daralma, yılın ikinci yarısında yerini toparlanmaya bıraktı. Yılın sonuna doğru hazırlanan Orta Vadeli Program, 2010-2012 döneminin hedeflerini koyuyordu. İlgili bakan ve diğer yetkililer, küçülme yılından mütevazı bir büyüme dönemine geçişi öngörüyorlardı. 2010’de ekonomi yüzde 3,5, izleyen yıl yüzde 4 ve nihayet 2012’de yüzde 5 büyüyecekti. Buna bağlı olarak işsizlik yüzde 14 bandında kalacaktı. Cari açık 2011’de 22 milyar dolarda, 2012’de 28 milyar dolarda kalacak ve milli gelirin yüzde 5’ini aşmayacaktı. Enflasyon yine, yüzde 5’te kalacaktı. Bu mütevazı büyümenin bütçesinin açığı da milli gelirin yüzde 5’inden yüzde 3’üne ancak düşecekti.
Peki gerçekte ne oldu? Bu hedeflerin hiç birine uygun gelişmedi süreç…Daha çok Avrupa’da derinleşen kriz, sıcak paranın yönünü Türkiye’ye döndürdü ve muazzam bir kaynak akışı yaşandı. 2010 yılı toplamında net kaynak girişi 28 milyar doları, 2011’de 56 milyar doları buldu. Böyle olunca 2010 için öngörülen büyüme yüzde 3,5 değil, yüzde 9,2 oldu. 2011 için hedeflenen büyüme de yüzde 4 değil, yüzde 8,5’u buldu. İç tüketim,özel yatırımlar, büyümenin lokomotifi oldu. Giren dış kaynak, döviz kurunu aşağı itti, ithalatı patlattı, ihracat geride kalınca dış ticaret, dolayısıyla cari açık da büyüdü , hem de ne büyüme!…
2010’da OVP’de 18 milyar dolar olarak hedeflenen cari açık, gerçekte 47 milyar doları ve milli gelire oranı da yüzde 6,4’ü buldu. Esas patlama 2011’de yaşandı ve büyüme yine yüzde 8,5’u bulunca cari açık da 77 milyar dolar ile dünya rekortmeni oldu, milli gelirin yüzde 10’una çıktı. Haliyle, iki yıl ortalama yüzde 9’a yakın büyüyen ekonomide, öngörüldüğü üzere işsizlik yüzde 14’te kalmadı, yüzde 10’a kadar indi. Büyümeyen tarımın istihdamı da (her nasılsa!) yardımcı olmuştu işsizlik düşüşüne…
Büyüme ile birlikte ithalattan ve iç tüketimden alınan ÖTV ve KDV’ler de gürül gürül akmış ve özelleştirme gelirleri hatta işsizlik sigortasının tırtıklanmasıyla, bütçe açığı daraltıldı, milli gelirin yüzde 2’sinin altına çekildi. Kamunun borçlanması da buna bağlı olarak azaldı, borç stoku milli gelirin yüzde 40’ı dolayında kalarak Avrupalıları kıskandırdı…
Enflasyonda negatif bir seyir vardı. Hedefler hiç tutmuyordu. Ama, ne gam!…
Tanrı verdi, Tanrı aldı misali, dış kaynak ile büyüyen, dış kaynakla küçülen ekonomi, 2011’in ikinci yarısında yine Avrupa’da yaşanan türbülansın etkisiyle dış kaynak çıkışı yaşadı. Çıkan sermaye, kuru da yukarı itti. Bu durum, faizlerin yüzde 5.75’ten yüzde 11-12’lere çıkarılmasına yol açtı. İç talep geriledi, bütçe gelirleri düştü ve enflasyon kafasını kaldırdı. Dış kaynak aktörünün seyri göz önüne alınarak 2012 OVP’sine “yumuşak iniş” prensibi yazıldı ve hedef yüzde 4 büyüme olarak belirlendi. Ama ekonomi o kadar da büyümedi yılın ilk 6 ayında yüzde 3’te kaldı büyüme. Ona bağlı olarak da bütçe için vergi üretilemedi ve harcamalar daha hızlı büyüyünce cari açık kamburuna şimdi bir de bütçe açığı kamburunun eklenmesi tehlikesi belirdi. İç tüketici, iştahsız, artık borçlanmak istemiyor, ihracat yırtınsa da ilerleyemiyor. Artık ne gaz kar ediyor, ne fren…Tarzan zor durumda…