Turkey ranks first in the inequality of income distribution
Mustafa Sönmez – Hürriyet Daily News October/13/2014 Economic growth during the Justice and Development Party…
AKP rejimi, kitleleri bölerek, adım adım ötekileştirerek, kutuplaştırarak yükseldi. Türkiye gibi dinsel, etnik bir dizi rengi, çeşitliliği olan bir toplumu Türk-Sünni İslam sentezi türü bir dar kalıbın içine tıkıştırarak yönetmeye kalktı ve tabii ki herkesi çileden çıkardı. Bir yılı geride kalan Gezi, bu isyanın özetiydi. Bileşenleri itibariyle AKP rejimi mağduru her sınıftan, her yaştan, her dinden, kültürden, etniden, cinsten insanların buluştuğu isyan meydanıydı Gezi ve Taksim alanı.
Korkutarak…
Taksim Meydanı’ndan tüm İstanbul’a, oradan Anadolu’nun bütün kentlerine yansıyarak bir haziran isyanı halini alan bu kalkışmayı, nutku tutularak, hatta panikleyerek izleyen RTE, o günden bu yana çareyi, “eldekini” konsolide ederek, olabileceklere karşı koymaya çalışıyor.
“Eldekileri” sürekli tehdit algısı ile bir arada tutmaya çalışıyor. Baş örtünüz elinizden gider, imam hatipleriniz elinizden gider, bizimle gelen kazanımlarınız elinizden gider… Kürt kitlelere bile, biz gidersek size “çözüm” programı sunacak kimse kalmaz, kimlikleriniz reddedilir, eski günlere dönersiniz korkusu yayıyor RTE. Yoksul insanlara, biz gidersek kömür, bakliyat vb. yardımı alamazsınız tehditi yayıyor. Asgari ücretli, kayıtlı-kayıtsız, meslek hastalığı, iş cinayeti tehdidi altında çalışan milyonlarca işçiyi bile, biz gidersek kriz çıkar işinizden, gücünüzden olursunuz, borçlarınızı ödeyemezsiniz, diye korkutuyor.
İşte ancak bu “öcü”lerin yardımıyla AKP, 30 Mart yerel seçiminden kayıplarını sınırlı tutup yüzde 43’te frenleyebildi. Ya sonra? Sırada Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler var. O muharebelerde de RTE’nin taktiği değişmeyecek. Her fırsatta kitlesini, başta kendisini mağdur gösterip, sözde mağdurlara “safları sıkılaş-
tırın” komutu çekiyor, çekmeye devam edecek.
Dağılma…
Rejim olarak inşa ettiği ucubenin ise her yanından dikişleri atıyor. Yasama-yargı-yürütme; erkler arası güçler ayrılığı prensibine karşı yürüttüğü savaş, züccaciye dükkanına girmiş fil etkisi yaptı. 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ortaya çıkan büyük kayırmacılıklar, devlet harcamaları ve yetkilerini rüşvete, yolsuzluğa tahvil etme, bunun üstünden hem parti bütçesini hem kişisel bütçeleri ihya etme rezaleti ile yaşamak, rejim için artık oldukça güç. Bagajı cesetlerle dolu bir otomobille dolaşmaya benziyor halleri.
İnşa etmeye çalıştıkları gerici-neoliberal rejime başlarda dışarıdan buldukları destekler, artık yok. Ne ABD’si, ne AB’si tahammül edebiliyor. Cemaat isyanı, derin bir kayıp verdi AKP’ye. Bakmayın hukuk devletini askıya alarak yargı ve emniyeti hallaç pamuğu gibi atıp 17-25 Aralık’ı yatıştırdıklarına; Pirus zaferidir eldeki, varsa bir zafer tabii…
Ekonomi de…
Rejim, siyaseten olduğu kadar ekonomik cephede de dökülmektedir. On küsur yıl öncesinin dış dünya imkanlarını ve içerideki avantajları tepe tepe kullanarak inşaat odaklı kurgulanan birikim çarkı tekliyor. Siyasi hedeflere araç yapılmış ekonomi, hovarda bir tavırla Türkiye’nin geleceğini tüketti, rekabet gücünü eritti. Bunu onarmak hiç kolay olmayacak. Sırtta ağır dış borç yükümlülükleri var, dışarıdan sermaye muslukları artık akmıyor, tıslıyor. Rejimin ekonomik kırılganlığına siyasi kırılganlık riski eklendi ve kimse Türkiye’ye yatırıma güle oynaya gelmiyor…
Rejimin hem dışarıda hem içeride meşruiyeti sorgulanır halde. Hafta sonu Almanya’daki RTE karşıtı gösteriler, tarihimizde emsali görülmüş şeyler değil. Her uluslararası toplantı AKP rejimini tel’in fırsatı olarak kullanılıyor. İçeride, bir zamanlar en büyük meşruiyet payandası olan “yetmez ama evetçi” liberaller, ‘en muhalif’ olmaya çalışarak günah çıkarma yarışındalar…
Geçiş dönemi
Rejimi, önce Köşk, ardından genel seçimlerde saf dışı bırakmanın yolu, her yönden bir “geçiş dönemi” yaşamamız gerektiği gerçeğini önümüze koyuyor. Bu geçiş süreci de AKP karşıtı bir dizi siyasi parti, akım, grubun çok yönlü bir ittifak tecrübesi yaşamasını şart koşuyor. İttifaklara gitmek, kendi doğrularınızdan vazgeçmek demek değildir, kendi kimyanızı, kodlarınızı bozmak demek değildir. Tarihteki anti-faşist cephe deneyimlerinde, yan yana gelenlere bakın, anlarsınız.
Geçiş döneminin ilk adımında Köşk seçimlerinde de aday belirlerken, Türkiye’nin bir geçiş dönemi Cumhurbaşkanı’na, devamında da bir geçiş dönemi hükümetine ihtiyacı olduğuna ikna olmak gerekir. Böyle bakılmayıp benim partim, benim saf programım ve benim kırmızı çizgilerim diye dayatmak, aklı selim işi olmayacaktır.
Her büyük dönüşüm, anormalden normale geçiş, keskin bir U dönüşüyle yaşanmaz. Her tür diktatörlükten demokrasiye dönüş çabalarına bakın, uzlaşılarla örülü bir “geçiş süreci” yaşandığını görürsünüz. Evet, 12 yıllık yıkımı aşmak, yaraları sarmak, yeniden demokratik bir iklim yaratmak için “geçiş dönemi”ne ve onun araçlarına, yaklaşımına, programına, aktörlerine ihtiyacımız var.
(28 mayıs, Sözcü)