Kriz sürecinde Egemenler (1): ABD
Küresel kriz geride 6 yılı bıraktı bırakmasına ama, kimse “kriz geçti” diyemiyor. Herkes de farkında…
Küresel kapitalizm, ters dönmüş kaplumbağa gibi. Kendi başına doğrulmak için sağa sola hamle yapıyor , ama nafile. Kim beni ters çevirdi, diye söyleniyor. Birinin gelip onu doğrultmasını bekledikçe bekliyor.
Bu hale neden geldik ve neden çıkamıyoruz, diye kafa yoranlar, doğruya biraz olsun, yanaşıyorlar. Batı medyasında çıkan bazı makalelerde, gelirin adaletsiz bölüşümünün, kapitalizmin ayağına dolandığının farkına varıldığı ifade ediliyor. Özellikle 1980 sonrasının neoliberalizminin ‘yeniden yapılanması’, önceki dönemin daha sosyal, daha bölüşen Keynesçiliğini tasfiye edip milyonları işsiz ve gelirsiz, sosyal devlet desteğinden mahrum bırakınca, orta sınıf da erimeye başladı, kutuplaşma arttı. Piramidin tepesinde süper varlıklılar ve neoliberalizmin çanak yalayıcısı bir avuç yönetici sınıf; piramidin en altında da yoksullaşan kitleler, işsizler, evsizler, güvencesiz milyonlar…Şimdi talepsizlikten yakınıyor kapitalizm. Tüketemeyen , borçlanamayan kitlelerden yakınıyor.
***
Benzer bir süreç bizde de yaşandı. 12 Eylül 1980 darbesi eşliğindeki 24 ocak operasyonları ve sonrası programlar bir kum fırtınası yarattı, toplum piramidini de yeniden şekillendirdi. Geliri paylaştırırken tarımı, bölgesel farkları iyi-kötü gözeten toplu sözleşme-sendika düzenine katlanan devletin yerini, hızla özelleştirmeci, budamacı, anti-sendikal, piyasacı devlet aldı. Hele ki 2000’ler ve AKP rejiminde…Sosyal devlet desteği yerine, uygulanan sadaka politikaları, orta sınıf yaratamadı, biat etmiş alt tabakayı genişletti. Ama ihtiyaçları, tüketen, borçlanan bir orta tabaka aslında.
Dışarıdan sıcak para, yabancı sermaye, kredi biçiminde sağlanan dış kaynakla ekonomi çarkı döndürülürken, iç talebe, yani “hanehalkı”nın talebine muhtaçlar. Akan dış kaynak ağırlıkla , ithalata bağımlı üretime ve ithal tüketim malına akarken iç talep yaratmak için de tüketici kredilerine, kredi kartı borçlanmalarına abandıkça abandılar. T.Bankalar Birliği , 2012 Eylül verilerine göre, sadece tüketici kredisi borçlu sayısı 13 milyon!..Bu sayıya , 25 milyon kredi kartı kullanıcısı arasından borçlananları da eklemek gerekir. Para otoriteleri borçlu halkımızın profilinden biraz endişeli. Merkez Bankası’nın Kasım 2012 tarihli Finansal İstikrar Raporu, bankaları, tüketici kredileri konusunda uyarmadan edemiyor. Tüketici halkımızın borçlarının (tabii ki banka sistemine borcunun), 284 milyar TL ile, hane gelirlerinin yüzde 48’ini bulduğunu bildiriyor rapor. Burada pek endişeli görünmüyor, ama hatırlamak istemiyor ki, sadece bankalardan borçlanılmaz. Borç hanesinde banka dışından, mesela eşten-dosttan, aileden, tefeciden, mağazadan, bakkaldan yapılan borçlar da var. Birileri, bu raporu yazanlara bunu hatırlatmalı. ‘Ailelerin borçları, gelirlerinin ancak yarısı’, diyerek kendilerini kandırmasınlar.
Borçlandıracak yeterli sayıda üst, üst-orta sınıf bulamayınca , alt sınıfları borçlandırmaya, bir anlamda kazanın dibini kazımaya gitmiş bir bankacılık sistemi var.
Kaynak: MB, Finansal İstikrar Raporu, Kasım 2012
Aylık geliri 1000 TL’nin altında olanlar, tüketici kredisi kullananların yüzde 40’ına yaklaşıyorlar ve borç havuzundaki payları yüzde 25 dolayında. Bunlara geliri aylık 2 bin TL olanları katınca , borçlananların üçte ikisini buluyorlar ve borcun yüzde 46’sını sırtlanmışlar.
Aynı rapordan, banka borçlularının yüzde 55’inin ,irili ufaklı , ücretli olduğunu anlıyoruz. Memurları (ki çoğu vasat gelirlidir) dışarıda tutarsak örgütsüz, güvencesiz bir çalışma ortamının çalışanlarının bu borcu, sıkışmadan ödeme ve yeniden borçlanma takatları var mıdır acaba?
Özetle, gelirin biraz olsun adil bölüşülmediği bu yapıda, sermaye birikimi çarkını döndürmeye yardımcı olacak istikrarlı bir iç talep artışı pek olası görünmüyor. Stoktaki binlerce konutu, depolarda biriktirilen onca sanayi ürününü bakalım kime, nasıl satacaklar…