Mustafa Sönmez

Yıllardır bölüşüm ile yazdıklarımı izleyenler bilirler; TÜİK’in , özellikle 2002’den bu yana yıllık olarak tekrarladığı “Gelir dağılımı araştırmaları”na, yine bu ankete bağlı olarak üretilen tüketim harcamaları, yoksulluk araştırmalarına ihtiyatla yaklaşılmasını öneririm. Rezerv koymamın nedeni, TÜİK’in izlediği metodoloji ile ilgilidir. TÜİK, araştırmasının “metaveri” kısmında izlenen yöntemle ilgili şöyle yazar: “ Hanehalkı Gelir Dağılımı’na ilişkin verilerin dayanağını hanehalklarının beyanları oluşturmaktadır.”

Peki yüz yüze görüşmede, hanelerin beyanlarına ne kadar güveneceğiz ? Örneğin, piramidin en tepesinde olan ve 2009 gelir pastasının yüzde 30,4’üne el koyduğu söylenen “krema”, yıllık gelirinin yaklaşık 65 bin TL olduğunu belirtmiş. Bu, “krema”nın hanesine –dikkat edin haneye diyorum, tek kişinin geliri demiyorum- aylık giren gelirin 5 bin 500 TL olduğu anlamına gelir. Şimdi buna inanacak mıyız? O zaman, kıdemli bir kamu görevlisi, bir doktor, bir mühendis, avukat, TÜİK haberlerini sayfasına koyan gazetenin editörü, bu araştırmayı sorgulamadan ahkam kesen köşe yazarının ailesi, bu toplumun “yüzde 10’luk kreması mıdır?
***
Devam edelim. TÜİK araştırması, ortalama aile gelirini, yıllık 21 bin TL olarak açıklıyor. 18,3 milyon hane olduğuna göre , paylaşılan pasta 390 milyar TL dolayında. İyi de, dönüp 2009’un GSYİH’na, yani milli gelirine bakalım ne kadar? 952 milyar TL. Diyelim ki, bunun yüzde 80’i, yani 761 milyar TL’si “kullanılabilir gelir” olarak hanelere girdi. Peki 761 milyar TL nere, TÜİK’in gelir dağılımında bölüşüldü, dediği 390 milyar TL nere? Arada tam 370 milyar TL fark var. Yani TÜİK anketörlerinin yüz yüze görüşüp ailelerin beyan ettiklerinin üstünde 371 milyar TL var. Bu kadar beyan edilmemiş geliri yok sayarak, beyan edilenin gruplar arasında dağılımının “Bilimsel araştırma” olarak topluma , dünyaya açıklanmasını nasıl makul karşılayabiliriz?
***
Açık ki, gelirini saklayan, beyan etmeyenler üst gelir gruplarıdır. Alttaki işsiz ya da düşük ücretli gelirini niye saklasın, ne kadarını saklasın ? Ama biliyoruz ki, üst gelir grupları, eve, kar, faiz, kira geliri olarak giren gelirlerini beyan etmez. Bu gelirlerin önemli bir kısmının vergiden kaçırılmış gelir olduğu sır değildir. Anketöre beyan edip de başını mı ağrıtsın krema? Çoğu, anketöre kapı bile açmaz.

Gelir dağılımı araştırmaları, medeni ülkelerin çoğunda böyle yapılıyor. Ama, bizim gibi “vergi cenneti” olmayan ülkelerde bu araştırmalar daha inandırıcıdır. Gelirleri, zaten kayıt alında olanlar , niye yanlış beyanda bulunsun? Bir de bu yolla elde edilen bilgilerin çapraz bulgularla test edilmesi gerekir. Biz de bu işlem de yapılmıyor. Dolayısıyla, en üstteki yüzde 10 gelir grubu ile en alttaki yoksul yüzde 10’un geliri arasında 100’e 8 olarak açıklanan gelir uçurumu , eksik beyan edilen gelirler dikkate alınsa, gerçekte çok daha büyüktür.

Türkiye, gelirin adaletsiz dağıtıldığı bir ülke. Bu kesin. Nüfusun çalışabilir olanının yüzde 51’i işgücü değil bir kere, yani mal ve hizmet üretmiyor. İşgücü tanımına girenlerin de 3 milyonu yani yüzde 12’si resmi işsiz, yüzde 8 kadarı , yani bir 2 milyonu da “kahve işsizi”. Gerçek işsizlik yüzde 20 dolayında. Ev kadını sayılıp eve tıkılan kadın sayısı 12 milyon. İşi olanların yüzde 65’i ücrete, maaşa talim ediyor. Ama ücretlilerin sendikası yok, toplu sözleşmesi yok…Böyle bir toplumda gelir, biraz olsun adil bölüşülüyor olabilir mi? Üstelik yıllardır iyileşen bir şey yok. İşte krizde geçen, 2009’da, bırakın reel ücretleri nominal ücretler bile geriletildi. İşsizlik arttı. Sonuçta, bu şaibeli araştırma bile gösteriyor ki, sadece “Top 10”in geliri artmış, diğer dilimler kriz öncesine göre gelir kaybetmiş.

Yoksulluğun ve adaleti olmayan bölüşümün fotoğrafı bile çekilemiyor. Ama ne gam!..Böyle bir ayıpla yüzleşmek niye ? Ayıbı, utancı zaten yaşıyoruz, ölçsek ne olacak? Değiştirebiliyor muyuz bu zulmü, onu konuşalım…

Written by Mustafa Sönmez