Mustafa Sönmez

05.02.2010, Cuma
Neoliberal zihniyet, daha küçük, daha az maliyetli devlet öngörür. Çünkü daha ucuza getirilmiş devlet, daha az vergi, bu da sermayedarlara daha çok bırakılmış artık değer, birikim demektir. O nedenle, 1980 sonrasının neoliberal ikliminde, daha küçük ve az maliyetli devletle daha az vergi, ana prensip oldu. Özelleştirmeler, kamu hizmetlerini ticarileştirip taşeronlara devretmenin yanı sıra, daha az memur, kamu çalışanı ve onlara daha az maaş, ücret, bunun için de özlük haklarına saldırı ön plana çıktı. Bizde de 12 Eylül ile başlayıp Özalizm ile devam eden bu anti-sendikal süreci, IMF- Dünya Bankası baskıları ile, sonraki hükümetler de sürdürdüler ama esas militanca tutumu AKP iktidarı gösterdi, fırsat bulursa göstermeye devam edecek.

***

Bugün genel bütçeli kuruluşlarda, ünivesitelerde, özel bütçeli kuruluşlarda, döner sermayeli kuruluşlarda, KİT’lerde, belediyelerde, kısaca tüm kamu kuruluşlarında 2 milyon 976 bin çalışan var. Ancak statüler farklı. Kiminin adı memur, kiminin adı işçi, bir de arada derede olanlar var: Sözleşmeliler, geçici personel ve diğerleri…

Ana gövdeyi, “kadrolu personel” denilen, memur, hakim/savcı ve akademik kadro oluşturuyor ve bunlar yüzde 70’lik ağırlığı oluşturuyorlar. Bu kesim, kamu sendikalarına üye olabiliyorlar ama grevli toplu sözleşme hakları olmadığı için, hükümetleri fazla zorlayamıyorlar.

İkinci önemli kategoriyi işçi statüsündekiler oluşturuyor ve sayıları 453 bini buluyor. Küçük bir kısmı geçici işçi. Hükümetin hedefinde esas olarak , çoğu sendikalı ve toplu sözleşme hakkını kullanan bu kesim var. Bunların içinde 90 bini özelleştirme kapsamındaki KİT’lerde ve kamu bankalarındalar. Özelleştirme dışında kalan KİT’lerde çalışan sayısı 77 bin dolayında. Belediyelerde 170 bine yakın işçi var. Grevli, toplu sözleşme hakkı olan işçi statüsü, neoliberal iktidarın hiç hoşlanmadığı ve “ucuzlatmak” istediği, hatta taşeronlaştırmalarla eritmeye çalıştığı kesim…

***

Bir de sözleşmeliler var. Sayıları 300 bine yaklaşıyor. Şükran Ketenci, 4 Şubat’ta yazdı; “Türkiye Özalizm ile gündeme gelen kamuda sözleşmeli çalıştırmaya ilişkin yasal düzenlemenin, işçilik haklarının, imzaladığı sözleşmelere aykırı düşmesi nedeniyle Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (İLO) de hesap veriyor. İlgili sözleşmelerin görüşüldüğü her yıl ilgili uzmanlık komitelerinde tartışılıp eleştiriliyor, söz konusu düzenlemelerin işçilerin çalışma haklarına aykırı olduğu gerekçesi ile kınanıyor” Bu kınanmalara rağmen, AKP iktidarı bildiğini okuyor.

***

AKP hükümeti, sözleşmeli çalıştırmayı, öğretmenler dahil en güvenceli çalışma hakkının olması gereken kamu alanlarında kitlesel uygulama suçunu işlemekle yetinmedi. Süreli çalışmayı öngören ek bir uygulamayı 4/C statüsünü yasal bir düzenleme gibi gündeme getirdi. “Geçici personel”, yani 4 /C statüsü, bir tür “toplama kampı”, istasyon. Başta özelleştirme kapsamındakiler olmak üzere, tensikata uğratılacak kamu çalışanları, ihbar-kıdem tazminatları ödenerek işçi statüsünden çıkarılıyor, sonra 4/C istasyonunda stoklanıyor, bir-iki dönem, asgari ücretle oyalandıktan sonra da hiçbir devam güvenceleri yok, sendika hakları yok, sözleşmeleri yenilenmediğinden tazminat hakları yok…Hükümetin esas hedefi, kamuda fazlalık gördüğü personeli tasfiyede bu istasyonu kullanmak, bugün 20 bin dolayındaki 4/C lileri, Tekel işçileri ile 30 bine çıkarmak, ilerideki şeker, enerji, köprü vb özelleştirilecek kuruluşlardaki kamu çalışanları da buraya istif etmek…

***

Türkiye’nin güya normlarını taşımaya çalıştığı AB’de geçerli olan , bizde de var olan hukuk düzeni içinde, çalışanların çoğunlukla iş yasası kapsamında; kamu erkinin öngörüldüğü işler için ise memur statüsünde çalıştırılmaları. Bu normlar geriye götürülemez , buna izin verilmemelidir.

Written by Mustafa Sönmez