Miladın adı, “Duvarın yıkılması”ydı . Neoliberallerin gurusu Francis Fukuyama, Tarihin Sonu” diyordu olanlara. SSCB patronajındaki “reel sosyalizm” , küresel kapitalizm karşısında pes etmişti. Patron  Rusya, sistemi dağıtıyordu ve herkes yoluna, diyordu. Şimdi merak edilen bu “Sosyalizmden kapitalizme” geri dönüşü nelerin beklediğiydi. En çok da merak edilen, Rusya’nın ne yapacağıydı. Nasıl bir yol izleyecek, ABD’yi dengeleyen o gücünden geriye ne kalacaktı ?…

SSCB’nin dağıldığı yıllarda küresel kapitalizm yükselişteydi. Asya, özellikle Çin ve Hindistan, milyonlarca ucuz, uysal işgüçleriyle hızla sisteme entegre olmuş, çokuluslu sanayi şirketlerinin sanayi üssüne dönüştürülmüşlerdi. Latin Amerika, kısmen Afrika, Orta Doğu hızla küresel meta üretimine dahil oluyorlardı. Şimdi de SSCB ve etkisindeki coğrafyalar kapitalizme açılıyordu.

Rusya’nın petrolü, doğal gazı, madenleri küresel firmaların iştahını kabartıyordu. Hızla özelleştirme, iflasın eşiğindeki 130  milyon nüfuslu ülkenin geniş bir pazara dönüşmesini bekliyorlardı. Pusulasız Yeltsin, Rusya’yı teslim alacakları, tam aradıkları adamdı. Ama, ummadıkları bir şey oldu. 1952 Leningrad doğumlu Vladimir Putin adlı bir eski KGB ajanı usul usul yükseldi ve 2000’de devlet başkanlığına kadar tırmandı. Batı kapitalizminin hazırlandığı büyük yağma planı, Putin’in gelişiyle bozuluyor, tekere çomak sokuluyordu.  Putin yönetimi ile birlikte Rusya’nın petrol ve doğal gaz kaynakları hemen devlet denetimine alındı. Devlet işletmeleri kısmi özelleştirme ve tasfiye ile reforme edilirken  , ağır sanayi, silah sanayi ve madencilik, iş makinaları üreten sektörlerde etkili kamu işletmeciliğine gidildi. 1998 kriziyle dibe vuran Rusya, kısa sürede toparlandı ve 2000’li yıllarda , Türkiye gibi, yıllık yüzde 7 dolayında büyüme oranları yakaladı. Artık Rusya, yeniden uluslararası alanda bir güç haline geliyor, reel sosyalizmin yerini alan “devlet kapitalizmi” ile hızla güçleniyordu.

2008’de başlayan küresel kriz Rusya’yı da vurdu. Krizden hem finans hem de  enerji ihracatında düşüş yönünden etkilenen Rusya, 2009’u yüzde 8 küçülmeyle kapadı (Türkiye, yüzde 5). Kriz ateşine karşı yüksek miktarda döviz rezervini kullanan, ayrıca  Rus banka ve firmaları için 200 milyar dolarlık kurtarma operasyonu düzenleyen Putin yönetimi –tıpkı Türkiye gibi- 2009’un üçüncü çeyreğinden itibaren dipten yukarı çıkmaya başladı, 2010’u yüzde  4, 2011’i de yüzde  5’e yakın büyümeyle kapadı.

Rusya, Doğu ve Orta Avrupa coğrafyasında Türkiye ile birlikte “yükselen ülkeler” arasında sayılıyor. Kişi başına gelir açısından biri birine yakın olan iki ülke, ekonomik yapıları itibariyle önemli farklılıklar gösteriyorlar.

Kaynak: IMF, Dünya Bankası, OECD, TÜİK veri tabanları

Rusya, her şeyden önce, dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısı, ikinci en büyük petrol ihracatçısı ve üçüncü en büyük demir-çelik ihracatçısı. Bu özellikleri sayesinde Rusya, Türkiye’den çok farklı olarak, net ihracatçı, cari fazla veren bir ülke. Türkiye’nin, milli gelirinin yüzde 10’una ulaşan 77 milyar dolar cari açık verdiği 2011’de,  Rusya’nın döviz fazlası  90 milyar dolara ulaştı. Rusya, dayanıklı-dayanıksız tüketim malları üretiminde zayıf olmakla beraber, silah sanayiinde, iş makinaları üreten sanayilerde iddialı ve 75 milyonu aşan işgücünün yüzde 30’a yakını sanayide. Türkiye, 2011’de Rusya’ya 6 milyar dolarlık ihracat yaparken enerji ağırlıklı ithalatına 24 milyar dolar ödedi; Üstünlük 1’e 4 Rusya’ da!…

***

Rusya’da kişi başına geliri, istihdamı  yükseltmeyi başaran Putin, hızla Rusya halklarının desteğini arkasına aldı. Bu desteğin  azalmadan sürmesi, farklı beklentileri  olan ABD ve AB egemenlerinde hayal kırıklığı yarattı. İçerideki cılız liberal muhalefeti olduğundan çok daha güçlü, Putin’i dünya kamuoyuna “despot, hilekar” göstermeye çabalayan gayretleri ise pek  işe yaramış görünmüyor. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan seçimlerde oyların yüzde 60’ını alan  Vladimir Putin, ikinci kez devlet başkanlığı koltuğuna oturarak gücünü perçinledi.

Putin Rusya’sında güvenlik konsepti yeniden öncelik alırken Batı’nın komplolarına önlem ve Suriye gibi geleneksel nüfuz alanlarını elde tutmak için militarizm de yükseliyor. Rusya’nın özellikle  silah endüstrisine dönük yatırım artışları dikkat çekiyor.

 

Written by Mustafa Sönmez