Turkey’s crisis-hit construction sector threatens big fallout(Al-Monitor, November 2, 2018)
ARTICLE SUMMARY Once a driving force of economic growth, Turkey’s construction sector is among the…
Mustafa Sönmez
12.04.2010, Pazartesi
Başbakan Erdoğan, yanında ekonomi ile ilgili bakanlarıyla, hafta sonu “esnaf açılımı” yaparken öyle inciler döktürmüş ki, insan “İlahi başbakan..” diye gülümsemeden edemiyor. Hazret, küçük esnafa, özelikle tutunamayan bakkallara bulmuş formülü. Diyor ki; “Artık değişim, dönüşümden bahsediyoruz. Gerekirse alışveriş merkezi veya süpermarketlerin bakkallarla işbirliğine girmek suretiyle, onları oralarda gerekirse kendi bayi gibi çalıştırmalarını sağlayacak, onları sermaye yükünden kurtaracak bazı adımların atılması sağlanabilir…”
Başbakan, partisinin temel düsturu olan neoliberalizm ile, onun siyasetteki muhafazakar yansıması ile tutarlı bir şey öneriyor aslında: Güçlünün karşısında bayileşmek, tabi olmak, biat etmek. Kendileri, büyük gibi görünen sanayiye onu uygulatıyor, siyasette de onu yapmıyorlar mı? Türkiye, merkez AB’nin uydu ihracatçısı, tedarikçisi. Ucuz tutulmuş dövizle Asya’dan girdi ithal edip, burada ucuz, emekle mamul mal haline getirilmiş dayanıklı-dayanıksız tüketim malını AB’ye satarak ayakta kalmaya çalışıyor… Ama bakın bu role rıza göstermenin insanı ne hale getirdiğinin acı dersini küresel kriz nasıl verdi. Bir anda satamayınca eliniz böğrünüzde kaldınız. Kapasiteler yüzde 60’lara düştü, binlerce insanı işten çıkardınız. Bayilik böyle bir şey işte. Bakkala önerdiği de, hayatın diğer alanlarında icra ettiği formül; Tabiyet, bağımlılık, işbirlikçilik…Esnafı yok etmeden, büyük kapitalizm çarkına tabi unsurlar haline getirmek.Ama nafile…Bu bile işlemiyor, her şeyi silip süpürüyor azgın birikim kanunu.Hızla tasfiye oluyor küçük üretici,esnaf…
Ekonomide merkez AB’nin bayisi-tedarikçisi olmak ise , siyasette de merkez ABD’nin bölge bayii olmak, bölge karakolu olmaya soyunmak biçiminde tezahür ediyor. Zihniyet hep aynı olunca, bakkal-çakkala önerilen formül de bile, kafa böyle çalışıyor.
***
Muhteremin gülümseten-ve tabi ki içinde tehdit de olan- bir önerisi de işsizlik üstüne. Başbakan’a göre, yapısal değil, sanalmış işsizlik…Çareyi de bulmuş!… TOBB üyelerinin (1.3 milyon) her birinin birer kişiyi işe alması halinde işsizlik oranının 3 puana yakın düşeceğini söylemiş. Bir ferman çıkarsa ya; “Emrim odur ki, her tacir bir amele ala!”…
Oysa bilmiyor mu ki, her tacir bir işçi almaktansa, bir amele eksiltmenin peşinde. İşverenlerin öteden beri en çok yakındıkları şey, işçi çalıştırırken devlete ödenen vergi ve sigortanın ağırlığı…O nedenle ya kaçak-eksik çalıştırıyorlar ya da istihdamdan kaçıyorlar.
Nitekim, geçtiğimiz günlerde “işsizlikle mücadele” gibi sorumluluk hisleriyle yüklü bir başlık altında TOBB öncülüğünde toplanan işverenler, istihdam için vergi prim yüklerinin azaltılmasını istediler. Hikaye malum; Ortalıkta bugünlerde “vergi şampiyonu” diye geçinen zevatın afra tafrasına karşın, en büyük vergi şampiyonu çalışanlar,tüketici sınıf. Vergilerin üçte ikisi dolaylı vergi olarak onlardan alınıyor. Ayrıca, sayıları 13 milyonu bulan ve 9 milyonu SSK’lı olan ücretli sınıf, vergi ve SSK primleriyle devleti fonluyor. Devlet, bankalardan,firmalardan, gerçekten kazanandan doğrudan vergi toplamaktansa, çalıştırdıkları işçi üstünden dolaylı vergi toplamanın peşinde. Bakın devlet, bir asgari ücretlinin üstünden ne kadar vergi ve prim alıyor:
Eline bugün net 576 TL geçen bir asgari ücretliden bile, devlet toplam 309 TL vergi ve prim alıyor. Yani 2 işçiye , 1 devlete…Bir işveren asgari ücretli istihdam edince, ona ayda 886 TL ayırmak zorunda. Bunun yüzde 65’i ücretlinin net olarak cebine giderken – yarısı işçi üstünden, yarısı işveren üstünden olmak üzere- yüzde 35’i de devlete vergi ve prim olarak ödenmek durumunda.
***
Bizim patronlar, iç pazarı, içerideki tüketiciyi yoksullaştırdıkları için, ellerindeki kapasiteyi dışa, özellikle AB pazarına dönük işletmek zorundalar.Bunun için de rakip Asya ülkeleri ile düşük ücret üstünden avantaj yakalamaya çalışıyorlar. En az istihdamı en ucuza mal etmek, oyunun, yani, dibe doğru yarışın kuralı bu. O nedenle de artan işsizliği bahane gösterip emeği ucuzlatacak düzenlemeler peşindeler: Daha az ücret vergisi, daha az prim ne iyi olurdu. İşçiyi işten çıkarmanın önünde kıdem tazminat yükü olmasa ne iyi olurdu…O zaman işveren de daha çok işçi çalıştırır ve işsizlik azalırdı…
Anlıyor musunuz şimdi işsizliği dert edinmiş görünen patronların gerçek niyetini ?
Anlıyor musunuz, Vehbilerin kerrakesini..?