AVM’lere önceliğe tepki büyük (Al Monitor, 8 Mayıs 2020)
Salgını kontrole almaya başladığını öne süren Erdoğan rejimi, yeni normale geçiş ile ilgili mayıs ve…
Dünyada ve Türkiye’de internetin iletişim alanına girişi ile birlikte, medya alanı da önemli bir değişim geçirdi. Bir anlamda internet önemli bir kilometre taşı oldu ve medya analizlerinde artık “internet öncesi” ve “internet sonrası” ayrımı yapmak kaçınılmaz hale geldi. İnternetin dar anlamda medya alanı ile (yazılı ve görsel medya ile) geçirgenliğinin artması sonucu, hem medya endüstrisinin ekonomik boyutları değişti, hem de, medya içi işbölümünde bazı değişiklikler yaşandı; bazı alt dalların önemi artarken bazılarına neredeyse ihtiyaç kalmadı.
Medya alanının internetle kurduğu bağlar, genelde tüketicinin medya-iletişim harcamalarını artırdı ve genelde büyüyen pastanın medya ile internet alanı arasındaki paylaşım da değişmeye başladı. Medya firmaları ile internet sağlayıcısı firmalar, büyüyen pastadan karşılıklı “dışsal yararlar” sağladılar.
İnternet, medyadaki güç dengelerine yeni bir boyut getirirken, öte tarafta, ticari medyaya alternatif bir medya alanı, sosyal medya isimli bir platform ve medya düzlemine girişte yeni fırsatlar / riskler de ortaya çıktı.
Özetle, medya ile yapılan analizlerde artık internet aktörüne , onun dengelerdeki değiştirici özelliğine ayrıca önem vermek ve denkleme yeni giren bu parametrenin neleri değiştirdiğini analiz etmek gerekiyor.
İnternet sonrası medyadaki güç dengeleri, elbette her ülkenin gerçekliğine göre değişmektedir. Medya özgürlüğü, medya sahipliği, ifade özgürlüğü alanlarında tarihi ihlallerin, despotluğun yaşandığı Türkiye’nin durumunun görece demokratik bir ülkedekinden farklı olduğunu söylemek bile gereksiz. Dolayısıyla internet sonrası medyadaki güç dengeleri, aynı zamanda ülkedeki siyasi güç dengelerini etkilemesi ve bundan etkilenmesidir aynı zamanda.
Bu makalede, daha çok, Türkiye özelinde internet sonrası medyadaki güç dengeleri, bu atmosferdeki parasal akışların geçirdiği değişim ve bölüşüm ilişkileri ele alınacak, yeni araştırmalar için bazı sorular ortaya atılacaktır.
Medyada AKP öncesi ve Sonrası
Türkiye’de internet kullanımının 2000’li yıllara ait bir olgu olduğu, özellikle de 2008 sonrası çok hızlı ve yaygın internet kullanımına geçildiği biliniyor. İnternet öncesi dönemin medyasında, televizyonun , yazılı medyayı hızla geride bırakarak ilerlediğini gözlemliyorduk. Bu durumda, yazılı medya sahipleri, TV yayıncılığına hızla geçtiler yatay-dikey bütünleşmelere gittiler. Televizyonda devlet tekelinin kaldırıldığı 1990’ların başından itibaren hızla özel televizyonculuk yaygınlaştı, yazılı medya sahipleri TV kurarken, TV kuranlar hızla yazılı medya da edinmeye koyuldular.
Bu bahiste de politik olarak bir dönemlendirme yapmak gerekiyor: AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonrasında da medya sahipliği ve medyadaki güç dengelerinde önemli kırılmalar yaşandı.
AKP öncesi dönemde, medyadaki hakimiyetlerinin de sayesinde özellikle TÜSİAD’da örgütlü büyük sermaye, siyasi partiler üzerinde etkinlik kurabiliyor, reklamveren şapkasıyla medya gücünü de kullanarak daha çok da koalisyonlar biçimindeki hükümetlere ayar verebiliyor, Batılı değerlere sahip görünen büyük burjuvazi, yükseliş halindeki radikal islamı geriletmede medya gücünü etkili bir biçimde kullanabiliyordu. Örneğin, radikal islami siyasete karşı düzenlenen 28 Şubat 1997 post-modern darbesinde medyanın rolü önemliydi.
2002 öncesinde medya alanının en büyükleri, Doğan Grubu ile Dinç Bilgin patronajındaki Sabah Grubu idi. Bunlar, politik ve ekonomik gelişmelere yön veren TÜSİAD’ın içindeydiler ve örgütle uyum içindeydiler. Hükümetlerin kuruluşları ve değişimlerinde bu medya gücü , büyük burjuvazinin belirlediği politikaların uygulanması için seferber ediliyordu. Ayrıca bu gruplar, medya sahipliğinden gelen güçleri sayesinde, iktidardan bazı nimetleri kendileri için daha kolay sağlıyorlardı.(1)
2002 seçimlerinde tek başına iktidar olma şansını yakalayan radikal islami siyasetin temsilcisi AKP-FG Cemaati koalisyonu, siyasette olduğu kadar medyadaki güç dengelerini de değiştirmeye başladı. AKP, Milli Görüş zamanında oluşturmaya başladığı medya gücünü , iktidarıyla birlikte tahkim ederken FG Cemaati, bu konuda daha donanımlıydı ve Zaman Grubu, iktidara gelişle beraber daha da etkili olmaya başladı.
2001 krizi, önce Sabah’ın patronu Dinç Bilgin’i ,Uzan Grubu’nu tasfiye ederken zaman içinde bir diğer medya patronu Karamehmet’i bu alandan uzaklaştırdı. Bu grupların kontrolündeki medya gücünü RT Erdoğan kısa sürede kontrolüne geçirdi. TMSF’nin kontrolündeki Sabah-ATV, tek başına ihaleye sokulan damadı Berat Albayrak’ın da yöneticisi olduğu Çalık Grubu’na “zimmetlenirken”, Uzan ve Karamehmet kontrolündeki Akşam-Güneş, Show, 360, Digitürk, Star medyaları da RTE’nin işaret ettiği sermayedarlara, Albayrak, Ethem Sancak, Ciner ve Kuveytli sermayedarlara pay edildi. (2)
Vergiler ve elektrik faturasına yüklenen harçlarla finanse edilen devlet medyası TRT ve AA’yı dilediğince kullanan (2) AKP rejimi, özellikle 2010 sonrası artan siyasi gücüne paralel olarak, nicelik olarak önemli bir medya gücünü de kontrol eder duruma geldi. Rejim, yasama-yürütme ve yargı erkleri üstünde egemenliğini artırmada, toplumu dezenformasyonda kontrolündeki medyasını kullanırken, aradaki medyaları, Ciner, Demirören, Şahenk gibi grupları da biata zorladı ve başardı; Sektörün yarısına yakınına sahip Doğan ile ise inişli-çıkışlı bir süreç yaşadı-yaşıyor.
RT Erdoğan, 2012 sonrası sürtüşmeye başladığı,eski ortağı Cemaat’in medyasını ise 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrası hızla tasfiye etti.
Sübvansiyonlu Medya
Medya sahipliği ve güç paylaşımında AKP sonrası yaşanan değişim, öteden beri geçerli olan bir yapısal özelliği ise değiştirmedi: O da medyanın sübvansiyonla ayakta kaldığı gerçeğidir. Medyanın metalaşma, ticarileşme, dolayısıyla bir endüstri haline gelme görüntüsü verdiği 1980 sonrasından bu yana, değişmeyen gerçek, ortadaki medya niceliğini “geçindirecek” bir kaynak girişine, artan reklam harcamalarına rağmen ulaşamadığıdır. (3)
Sayıları hızla artan yazılı ve görsel medya niceliğini ayakta tutacak bir reklam harcaması ve tüketici medya harcaması olmadığı için, medya firmaları, hep sahipleri tarafından, başka alanlarda kazanılmış paralarla sübvanse edildiler. Bu, yıllardır değişmeyen bir gerçektir. Nüans farkı, bazı grupların daha çok, bazılarının daha az sübvansiyon gördükleridir.
Sektörün baş aktörlerinden Doğan Grubu için belki, başka sektörlerdeki kâr oranları ile boy ölçüşmeyen düşük kârlılıkla yetinerek sektörde kalmaya sebat ettiği söylenebilir. Diğer büyük aktörlerin sübvansiyonla yaşayan gruplar olduklarını söylemek rahatlıkla mümkündür.
AKP rejimi sonrası değişen sahiplikle, sadece sübvansiyon yapacak firma isimleri değişmiştir. Rejimi desteklemek için sürdürülecek medya faaliyetini üstlenen firmaların, grupların yapacakları sübvansiyon için ise çeşitli kamu ihaleleri, özelleştirmeler başta olmak üzere devlet imkanları kullandırılmıştır.
Firmaların katlanacakları sübvansiyonun miktarı, reklam havuzundan ne kadar para alabileceklerine bağlıdır. Gazete satışlarından sağlanan gelir, Basın İlan Kurumu’nun paylaştırdığı resmi ilanlar, sektöre giren kaynak toplamında “çerez” olarak kalmakta ve analizde ihmal edilebilecek boyuttadır.
Medyanın ana girdisini oluşturan reklam harcamaları Türkiye’de milli gelirin yüzde 3-4’ünü ancak bulmaktadır. 2015 için Reklamcılar Derneği’nin bildirdiği harcama 3,5 milyar dolar dolayındadır. Bu harcamanın, yüzde 40 dolayındaki kısmını Doğan Grubu’nun aldığı bilinmektedir. Geriye kalan yüzde 60’lık kısım, yazılı-görsel medyanın dışındaki mecralara da gitmektedir. İnternet ya da digital alan yüzde 23’ü bulan payıyla , reklam havuzunun yeni ortağı olmuştur. (4)
İnternet sonrası medya
İnternet erişimi ve kullanımının hızla artması, medya alemi için okuyucu/izleyiciyi, yani kitleyi başka bir alanda yakalama yarışını getirdi. Hızla artan cep telefonu, diz üstü, masa üstü bilgisayar kullanımı ile birlikte, internet aboneliği ve “tüketimi” de arttı. TÜİK’in Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması(2016) araştırmasına göre, Hanelerin yüzde 97’sinde cep telefonu veya akıllı telefon bulunuyor. Hanelerin yüzde 23’ünde masaüstü bilgisayar, yüzde 36 ’sında dizüstü, yüzde 30’unda da tablet bilgisayar bulunduğu saptandı. İnternete bağlanabilen TV oranı ise 2016 yılında yüzde 25 olarak hesaplandı.
Türkiye genelinde internet erişim imkanına sahip hanelerin oranı ise 2016 yılı Nisan ayında yüzde 76’yı aştı.
Evden internet erişimi olmayan yüzde 24 dolayındaki hanelerin ise yüzde 59’u bağlanmama nedeni olarak internet kullanımına ihtiyaç duymadıklarını, yüzde 29,4’ü interneti, iş, okul, internet kafe gibi başka yerlerde kullandıklarını açıkladı. (5)
İnternet kullanım amaçları dikkate alındığında, 2016 yılının ilk üç ayında internet kullanan bireylerin yüzde 83’ü sosyal medya üzerinde profil oluşturma, mesaj gönderme veya fotoğraf vb. içerik paylaşırken, bunu yüzde 75 ile paylaşım sitelerinden video izleme, yüzde 70 ile online haber, gazete ya da dergi okuma, yüzde 66 ile sağlıkla ilgili bilgi arama, yüzde 66 ile mal ve hizmetler hakkında bilgi arama ve yüzde 64 ile internet üzerinden müzik dinleme (web radyo) takip etti.
Görüldüğü gibi, kullanıcılar, interneti, aynı zamanda yüzde 70 oranında medya takibi için kullanmaktalar. Bu, son yıllarda gazete satışlarındaki hızlı düşüşü de açıklayan önemli bir bulgudur. Gazeteye, medyaya ilginin azalması değil, ona erişimin mecrasını değiştirme gerçeği ile karşı karşıyayız.
Öte yandan, BTK verilerine göre, 2008 yılında 6 milyon olan internet aboneliği 2016’da 60 milyona yaklaştı. Bu aboneliklerin 50 milyona yakını cep telefonu üstünden. Cep telefonu kullanıclarının aylık internet kullanımları ortalama 2,2 GB iken sabit kullanıcılarınki 68 GB’ye ulaşmaktadır. Asıl internet tüketiminin yapan “sabit aboneler”in sayısı 10 milyon dolayındadır.
Bilgi ve Teknoloji Kurumu BTK verilerine göre, tüketicinin internet için yaptığı yıllık harcama 2015 sonunda 6 milyar TL’yi bulmuştur. Bu gelirin yüzde 70’ini Türk Telekom (TTNET) elde ederken Turkcell’in Superonline’ı bu pazardan yüzde 19,Vodafone, yüzde 5 pay almaktadır.
Böylece, tüketici, gazeteye ödemediği parayı, hatta daha fazlasını, medyaya da erişebildiği internete harcamaya başlamıştır. Her tür telefonla konuşma, internet, SMS harcamalarından firmaların elde ettiği gelir , 2016 yılında 41 milyar TL’yi aşmıştır. Bu harcamaların 6 milyar TL’lik kısmı, internetten sağlanmıştır.
İnternetin gelişiminden medya kuruluşları iki şekilde yararlandılar. Birincisi, gazeteyi kağıda basmak yerine, çok daha ucuza gelen digitalden okuyucuya ulaşmaya odaklandılar. Bunun için hızla portallar oluşturup, internette okuyucuyla temas kurmaya yoğunlaştılar. İnternet, medyanın kağıt,matbaa ve dağıtım harcamalarını azalttı ve geleneksel basının bu alt dalları daraldı.
İkincisi, tüketicinin internet ortamına odaklanması, reklamvereni bu alana yöneltince, medya, reklam harcamalarından payını internet mecrasından almaya yöneldi. İnternet medyacılığına yatırımlar arttı.
Bugün için reklam harcamalarının yüzde 23’ünün yer aldığı internetin payı, önümüzdeki yıllarda daha da artacak ve şimdiden yüzde 20’ye düşen yazılı medyanın payının gerilemesi kaçınılmaz.
İnternet, ticari-güdümlü medya için yeni soluk boruları açarken, aynı teknoloji, geleneksel medya formatında ve kulvarında gazetecilik yapamayan alternatif medyaya da yaşam alanı açtı. Birçok alternatif girişim, haber alma hakkının, ifade özgürlüğünün kullanılması yolunda portallar kurarak internetten erişim fırsatını kullandı. Birçok kişi bireysel bloglarıyla, kurumlar ise web siteleriyle ifade özgürlüklerini kullanma, üretimlerini paylaşma şansı yakaladılar.
Yazılı medyada Cumhuriyet, BirGün, Evrensel gibi gazeteler, üretimlerini internete taşırken bianet, odatv, T24, diken, duvar, sendika.org, solhaber, ABC gibi portallar alternatif internet gazetecilik örnekleri verdiler, bunlara bazı internet tv kanalları da eklendi. Sürekli olarak rejimin sansür ve engellemelerine uğramalarına rağmen internet ortamı, geleneksel medyanın yarattığı bilgi kirliliği, dezenformasyon ve manipülasyona karşı internet üstünden yayın yapma imkanı oluşturmaya çalıştı.
İnternet ve medya özgürlüğü
İnternetin, bir potansiyel teknoloji ve kapasite olarak, bilgiye, habere erişimi kolaylaştırdığı, bireylerin kendilerini ifade etmelerine, medya alanına giriş yapmalarına imkan sağladığıi genel kabul gören bir önerme.
Kağıt, matbaa, dağıtım giderleri olmadan medya alanına portallar kurarak giriş yapma, başlı başına bir fırsat. Ama yine de birçok zorluğu ve devletten dirsek görme riski var. Potansiyel olarak internetle gelen bir medya özgürlüğü kavramından söz edilebiliyor, ancak bu özgürlük de geleneksel medyada olduğu gibi, kısıtlanıp yasaklanabiliyor. Özellikle AKP rejimi, geleneksel medyadaki baskılarını internete de taşıyarak görece nefes pencerelerini de hızla daraltma çabasında.
Tek adam rejimine doğru doludizgin yol alınırken sosyal medyanın siyasi ve sosyal alandaki önemi daha çok artıyor. Bundan dolayı da rejim tarafından kullanımına da kısıtlamalar getiriliyor. Sosyal medyanın, rejimin bilgi akışı üzerindeki hegemonyasını delmesi nedeniyle, OHAL iklimi de kullanılarak ağır sansürler uygulanıyor.
Merkezi Washington’da bulunan Freedom House tüm bunlara dayanarak, her yıl Türkiye’de internet özgürlüğünün büyük tehlike altında olduğu değerlendirmesini yapıyor.
Türkiye, önceki yıllarda olduğu gibi girişim engelleri, içeriğe getirilen kısıtlamalar ve kullanıcı haklarının ihlali kategorilerinde 2016’da da kötü örnek oldu ve toplam 100 puan üzerinden yapılan değerlendirmede, 53 puan sahibi göründü.(7)
Sektörü düzenleyen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu (BTK), tamamen rejimin güdümünde ve yönetim kurulu üyeleri hükümet tarafından atanıyor, Saray’ın denetiminde tutuluyor. Bu da kurumun ve internet ortamının bağımlılık gibi önemli bir sorunu olduğunu ortaya koyuyor.
İnternet yayınlarını düzenleyen 5651 sayılı, sorunlu kanunda yapılan değişikliklerle içeriğe getirilen kısıtlamalar her geçen yıl artıyor. Facebook, Twitter, Youtube gibi platformların sık sık kapatılması, erişiminin engellenmesi,yavaşlatılması yanında , bu platformlara bazı içerikleri kaldırmaları için yoğun baskı yapıldığı görülüyor. Rejimi eleştiren gazeteciler, akademisyenler ve kamuoyunca tanınan kişiler, Twitter’de koordineli olarak “maaşlı troller” aracılığıyla taciz ediliyor.
Türkiye’nin internet özgürlüğünde en fazla gerilediği alan ise kullanıcı haklarının ihlali. Sosyal medyanın rejime yönelik eleştirilerin giderek daha fazla dile getirildiği bir platform haline gelmesi ile Twitter ve Facebook kullanıcılarına açılan davaların sayısı da hızla artıyor. Bunların önemli bir kısmını da RTE’ye hakaret gerekçesiyle açılan davalar oluşturuyor.
Bu davalar henüz hapis cezası ile sonuçlanmasa da, çok sayıda gazeteci ve yurttaşın gözaltı ve tutuklulukları artarak sürüyor. Ayrıca bunun sürekli bir tehdit olarak kullanılması, internet üzerinde ifade özgürlüğünü daraltıyor.
Sonuç olarak…
Türkiye’de medya, 2000’li yılların başından itibaren hızla artan internet erişimi ile yeni bir döneme girdi. İnternet sağlayıcısı firmaların kullanıcıya sattığı internet, aynı zamanda okuyucu/izleyici konumundaki “medya tüketicileri” ile medya firmalarını bu kez internet sahasında buluşturdu.
Özellikle yazılı medyada kan kaybına uğrayan firmalar, kayıplarını internet ortamında telafi yolunu buldular. Bunu yaparken kâğıt, matbaa, dağıtım gibi alt dallardaki maliyetlerini de azalttılar. Bu anlamda internet, medyanın maliyetlerini düşürücü bir etki yarattı denebilir. Bu mecraya taşınmaya paralel olarak reklamveren de reklamlarını internete hızla aktarma yolunda.
Buna karşılık, bir paket olarak internet satın alan kullanıcılar, de facto olarak medyaya internet üstünden erişme imkanı buldular. Ancak erişilen geleneksel medya, güdümlü, rejimin ideolojik aygıtı. Haber alma hakkına , yorum çeşitliliğine önem vermeyen, tek sesli bir medya. İnternet, medyaya erişim kolaylığı sunmasına karşın kitleleri memnun eden bir içerik söz konusu değil.
Öte yandan, aynı internet, geleneksel medya formatında üretim yapma imkanı olmayan alternatif medyaya, kendini var etme, olabildiği kadar haber alma hakkını kullandırtma ve üretme fırsatı da sundu. Ne var ki, burada da rejimin sansürü, engellemeleri büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyor.
Hem siyasi hem ideolojik-kültürel düzeyde internet özgürlüğü için mücadelenin önemi önümüzdeki zaman diliminde artacağa benziyor. Geleneksel medya alanının sahiplik ilişkisini, işletme içi otoriter işbölümünü demokratikleştirmek ,öteden beri, ine çıka sürdürülmeye çalışılan bir çaba. Buna ek olarak, internet alanını, rejimin ve onun teslim aldığı konvansiyonel medyanın egemenliğinden korumak, ortaya çıkmış özgürlük fırsatını kıskançlıkla kullanmak, bir başka mücadele gündemidir ve sürdürülmelidir.
Dipnotlar: