“Büyük Koalisyon” Dağılır mı?
Mustafa Sönmez Hasan Ersel’in, 5 Ocak tarihli Radikal’deki yazısının spotu dikkat çekiciydi; “Hükümetin arkasında…
Bu sonbahar leyleği havada görmüş olmalıyım. Kurban bayramı için bir İspanya-Portekiz seyahat programımız vardı ama öncesine, 10 günlük arayıp da bulamayacağım bir G.Afrika resmi daveti girdi. İzlemiş olduğunuz gibi, 6 yazıda G.Afrika’yı , özellikle Türkiye karşılaştırmalarına yer vererek anlattım. Bir hafta geçmeden başlayan İspanya-Portekiz seyahatinde yazı molası vermeyi düşünmüş ve okurdan 4 yazılık izin istemiştim, ama yazmak tiryakilik; molayı kısa kesip İberik yarımadasının iki ülkesiyle ilgili izlenimlerimi iki yazıda sizlerle paylaşmaya karar verdim.
ORTAK YANLAR…
İspanya ve Portekiz ile birçok yönden benzerlikleri var Türkiye’nin. Akdenizlilik, her döneme ait bir ortaklık. Tarihsel ortaklıklar da çok. 19. Yüzyıldan itibaren dünya kapitalizmi ile ilişkiler optiğinden bakarsak Türkiye’nin bu ülkelerle daha çok ortak yanlarını bulabiliriz. Hele ki askeri diktatörlükleri, parlamenter demokrasiye geçiş çabaları, başardıkları ve başaramadıkları yönlerden çok ortaklık bulabiliriz.
Türkiye’nin Kürt sorunu ile İspanya’nın Katalunya ve Bask sorunları arasında pekçok ortak yan var. Türkiye, AB kapısında bekletilen, İspanya ve Portekiz ise AB’ye alınan, hatta Avro alanına dahil edilen ülkeler ama ortak yanları, Almanya başta olmak üzere Kuzey Avrupalı ‘merkez’ ülkelerin kaderlerine hükmettikleri ‘Çevre’ statüsünde ülkeler olmaları ve bunun ekonomik sancılarını nöbetleşe yaşamaları…
ESKİ İMPARATORLUKLAR
İspanya ile Portekiz, tıpkı Osmanlı gibi, aynı yüzyıllarda gösterişli imparatorluklar olarak dünyaya hükmettiler. İngiltere, Almanya, Fransa henüz dünya gücü olmamışken bu 3 imparatorluk farklı yöntemlerle de olsa dünyada nüfuz mücadelesi veriyorlardı. İspanya ve Portekiz, Osmanlı’dan farklı olarak bilim ve teknolojinin o zamanki yeniliklerini de kullanıma sokarak muazzam bir sömürgecilik siyaseti izliyorlardı. Bir yandan Amerika kıtasının keşfini finanse ediyor ve ardından bu yeni kıtanın bütün yeraltı, yerüstü kaynaklarını talan ediyor, oradaki uygarlıkları yok ederek, yerli halkı kırarak yeni sömürge sistemleri kuruyorlardı. Aynı şeyi Afrika’da yapıyor ve kaynak yağmasının yanısıra Afrika yerlilerini köleleştirerek, onları alınıp satılan mal haline getirerek köle ticaretinden büyük birikimler elde ediyorlardı. Güney Asya bir başka sömürge alanıydı. İspanya, Amerika kıtasının Orta ve Güney’inin Batı yarısını sömürgeleştirirken doğu yarısısını, bugünkü Brezilya’yı, Portekiz’e bırakıyordu. Benzer paylaşımlar Afrika ve Asya’nın güney sömürgeleri için de yaşandı.
OSMANLININ FARKI
Osmanlı da ‘fetihçi’ bir imparatorluktu ama sömürgeci değildi. Köleci hiç değildi. Osmanlı’nın toprak düzeni Avrupa’nın klasik feodal düzeni ile birebir uyuşmuyordu. Osmanlı için ‘vergisel üretim tarzı’ ifadesini çoğu iktisat tarihçisi paylaşır.Osmanlı, hükmettiği topraklardan vergi alır, sefer zamanları asker ister, bununla büyürdü. Vergi ve haraç azalmaya başladığında Osmanlı’nın gelişimi durdu ve gerileme başladı.
İspanya ve Portekiz’in sömürgecilikleri 18. Yüzyıla doğru duraksadı. Çünkü geriden gelen yeni sömürgeciler, İngiltere, Hollanda, Fransa, Almanya, Avusturya, Orta ve Kuzey Avrupa’dan kapitalizmi geliştirerek büyüyorlar ve onlar da sömürgelerden pay istiyorlardı.18’nci ve 19’ncu yüzyıllar, eski sömürgeciler ile rekabetçi kapitalizmden emperyalist aşamaya sıçrayan güçler arasındaki savaşlarla geçti. İspanya ile Portekiz bu yıllarda yeni büyüklere sömürgelerini kaptırdılar, onların desteği ile çoğu sömürge görünüşte bağımsızlık kazandı ama gerçekte yükselen emperyalizmin yeni sömürgelerine dönüştüler. İspanya ve Portekiz, eski sömürgelerden sağladıkları zenginlikleri, servetleri, sermaye birikimine dönüştürme becerisi gösteremediler, rakipleri ile yarışta geriye düştüler. Ülke içinde pre-kapitalist unsurları tasfiye eden bir güçlü sermaye sınıfı çıkmadı. Bu ülkelerde Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşanan burjuva devrimleri yaşanmadı. İktidar, cılız burjuvazi ile pre-kapitalist sınıflar arasında paylaşılırken özellikle İspanya büyük iç savaşlarla çok kan kaybetti. Eski sömürgeci Portekiz’den geriye , önce İngiltere’nin , daha sonraları ABD’nin güdümünde bir ‘çevre ülke’ kaldı.
20’NCİ YÜZYIL
Yirminci yüzyıla girerken bu iki eski imparatorluk, Avrupa’nın demodeleri arasındaydılar artık. Büyüyemiyordı, güç savaşlarının sonunda ülke, İspanya’da faşist general Franko’nun, Portekiz’de ise sağcı bir ekonomi profesörü Salazar’ın yönetiminde 36 yıl diktatörlük altında yaşıyor, ancak 1970’lerin ortalarında bu diktatörlüklerden parlamenter demokrasiye geçme fırsatı buluyorlardı. Bu geçişe pazar genişletme kaygusuyla destek olan o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu, İspanya ve Portekiz’i, ardından da bir başka askeri diktatörlük yaşayan Yunanistan’ı üye alıp yeni bir statüye geçiriyordu.
Türkiye, İspanya ve Portekiz gibi aralıksız askeri diktatörlük yaşamasa da, matah bir demokrasi deneyimine hiç sahip olamadı.AB üyeliği bahsinde kararlı bir güç dengesi oluşmadığı gibi AB’nin hep yedek kulübesinde beklettiği bir oyuncu olarak kaldı. Hala öyle. Bugünün İspanya, Portekiz ve Türkiyesine bakışı yarına bırakıyorum.
XXX
Sevgili Oktay Ekinci’yi kaybettiğimiz haberini yurttan çok uzaklardayken aldım.Büyük bir kayıp. Mimarlar Odası başkanlığı sırasında İstanbul rantına dönük saldırılara, kentsel yağmaya herkesten önce dikkat çekip uyarılar yapan bir aydındı. Yürekli bir ağabeydi. Hepimizin başı sağolsun.