İzmir/

Her yıl 8 Kasım gününü içine alan hafta içerisinde, TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından farklı bir kentte düzenlenen “Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu” bu yıl 6-7-8 Kasım tarihlerinde İzmir`de, Dokuz Eylül Üniversitesi ile birlikte gerçekleştiriliyor. 37. Kez gerçekleştirilen kolokyumun bu yılki teması, “Kent Yönetimi ve Planlama” olarak belirlenmiş. 3 gün süren Kolokyum, haşa huzurdan, ‘kızlı-erkekli’ (!) yapılıyor, güle oynaya, keyifle…Ben de İstanbul temalı bir katkı ile bu bilimsel şenliğe katıldım.

KENTLEŞME…

Kent sorunları tüm dünyanın gündeminde ilk sıraları alıyor. Nüfusun dörtte üçünün kentlerde yaşadığı Türkiye’de de öyle olması doğal. Kentleşme kendi akışına bırakılırsa büyük anomaliler doğuruyor. Ama daha önemlisi kentleri içinden çıkılmaz sorunlarla yüzyüze gelmelerinin önünü almak, yani hastalıklarıyla uğraşmakla yüz yüze kalmadan, hastalanmalarını önlemek.

Burada büyük göç dalgaları en önemli sorun alanlarından biri. Kentlerin hem olagan dışı göç vermeleri hem de göç almaları bir anormallik ve içinden çıkılmaz sorunlara yol açıyor. Türkiye de bu büyük göç dalgalanmalarını  ve bunun kente yansımasını yaşayan ülkelerden biri. En büyük kent sorunlarını yaşayan İstanbul da olağandışı göç basıncının hiç eksilmediği bir metropol. Bir süre önce İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi için yaptığım bir göç araştırmasının sonuçlarını aktararak, sorunu özellikle İstanbul açısından sergileyeyim.

İSTANBUL…

Türkiye sürekli bir göç, bir arayış ülkesi… Her yıl neredeyse 2,5 milyon nüfus adresini değiştiriyor. Ekonomik büyüme, milli gelir  hızlanınca , işin-aşın ucu görününce göç de hızlanıyor, yavaşlayınca göç de soluklanıyor….Milli gelirin yüzde 5’e yakın küçüldüğü 2009’da net göç de yüzde 27 geriledi ve 190 bine indi. Büyümenin ortalama yüzde 9 dolayında gerçekleştiği 2010  ve 2011’de ise net göç hızla arttı, yıllık 265 bine ulaştı. Ancak büyümenin yüzde 2’lere gerilediği 2012’de net göç hızla yavaşladı ve 2011’e göre yüzde 34 azaldı.

 Son10 yılda dış dünyadan 400 milyar dolar dış kaynak girişi sağlanmasına rağmen, döviz kazandıran, istihdam yaratan  gelişmeyi tüm bölgelere yayan bir büyüme yaşanamadı. Tersine, üretime değil, ranta, iç pazara, dolayısıyla döviz tüketmeye dönük bir dışa bağımlı büyüme yaşandı. Bu da, yine İstanbul ve çevresinde yoğunlaştı. Sanayide sektör ve bölge değişimini gerçekleştirecek bir rota izlenemeyince, İstanbul, inşaat ve tüketim ağırlıklı bir megapol, net göç de İstanbul odaklı olmaya devam etti. 2008-2012 döneminde gerçekleşen her 100 net göçün 35’i İstanbul’un yolunu tuttu,

untitled

Kaynak:TÜİK, Göç istatistikleri  veri tabanı

İstanbul, 2008-2012 döneminde yıllık ortalama 64 bin net göç alırken (yüzde 35) onu,  48 bin yıllık net göç ile komşusu Kocaeli, Bursa’yı içeren Doğu Marmara bölgesi  (yüzde 26) izledi.  Ankara ve Konya’nın dahil olduğu Batı Anadolu ise yılda net göçün yüzde 18’ini oluşturan 33 bin dolayında net göç gerçekleşti. Balıkesir,Çanakkale, Trakya  illerini kapsayan Batı Marmara, net göçlerden yüzde 11 pay alırken İzmir merkezli Ege’nin payı yüzde 9 olarak gerçekleşti. Akdeniz ise 2011 ve 2012’de net göç almak yerine net göç verdi ve 5 yıldaki net göçlerden payı yüzde 1’de kaldı.

 Bölgesel dengesizliği azaltmak yerine daha da derinleştiren bu ekonomi politikalar, Adana-Mersin bölgelerini bile net göç verir duruma getirmiştir.

NE YAPMALI?

Türkiye’nin döviz tüketen değil, döviz üreten yeni bir ekonomi paradigmasına, bunun için de başta sanayi ve tarım olmak üzere üretici faaliyetleri özendiren bir yeni bir sektörel, İstanbul ve çevresini de rahatlatacak, yatırımları bu bölgelerden caydıracak yeni bir bölgesel  teşvik politikasına ihtiyacı vardır.  Bu politikalar sadece yeni cazibe merkezleri oluşmasını özendirmekle yetinmemeli, İstanbul ve yakın çevresinden vergileme yoluyla yatırımları caydırıcı özellikte olmalı. Bu, son yıllarda tarihi ve kültürel varlığı hızla betonlaştırılan, hırpalanan İstanbul’un iyiliği için ,  hem daha adil, üretken ve sosyal yönden dengeli bir Türkiye için gerekli ve kaçınılmazdır.

 

 

 

Written by Mustafa Sönmez