Bunca yoksulluk varken neden olimpiyat ?
2020 Yaz olimpiyatlarına İstanbul’un adaylığının iki yönlü bir tuzağa düşmek olduğuna ilişkin yazdıklarıma bugün…
Sayıları önünüze koyduğunuzda, “Değer mi kardeşim?” diye söylenmekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi…Değer mi 3 milyar dolarlık kömür üretimi için bu acıyı çekmek ? 1 milyar dolarlık kömür ithalatını zaten yapıyorsun her yıl; üretme, 3 milyar dolarlık kömürü ithal et. Zaten yılda 250 milyar dolarlık ithalat yapıyorsun, varsın 3 milyar dolar daha artsın. Hiç olmasa bu ölüm dehlizlerine sokmazsın insanını. 300’e yakın insanın hayatından, yetim, dul bırakılmış insanlardan daha mı kıymetli o dolarlar ?
Risklidir, çilelidir diye, böyle bir tercihi de olabilirdi Türkiye’nin. 55 bin kömür işçisi, her gün ölümle randevulaşma yerine, gitsin, başka yerde çalışsın da diyebilirdik.
Ama öyle olmuyor işte. Ne ekstradan 3 milyar dolarlık ekstra ithalata takat bıraktılar memlekette ne de 55 bin kişiye alternatif istihdam yaratma becerisi… Çekiyoruz çaresiz, kahrı, kederi.
Ama, neden ölüm olsun kömür üretmenin mutlak riski? Dünya alem ölerek mi üretiyor kömürü ? Niye Çinli 1 ölürken biz 5 ölüyoruz bir milyon ton kömür üretirken? Mesele sektörde değil sadece, mesele insan hayatına da değer veren bir üretim düzeneği kurmakta. Becerilemeyen bu. Hele ki kâr ve sermaye biriktirmek ise hedef, o zaman ne önlem geliyor akla, ne de insan hayatı…
Kâr konusu…
Bazı sektörler, işler var ki, onları kâr, birikim konusu yapmayacaksın. Kömür madenciliği bunlardan biri işte. Maliyeti en düşük düzeye indirirsem kârım o kadar artar, diye oturdun mu masaya, o zaman ne işçiyi koruyacak yatırım için, ne de teçhizat için paraya kıyarsın…Hepsi batar sana. Oraya harcamasam tonunu daha ucuza mal edecektim diye kıvranıp durur, hele ki rakibin yapıyorsa sen de arkasından beterini yaparsın.
Yıllarca tüm dünyada bazı mal ve hizmetlerin kamu kuruluşlarınca üretilmesi boşuna değildir. Eğitim, sağlık uzun yıllar para-pul kazanma konusu yapılmadı, devletin asli işi oldu. Ulaştırmanın birçok dalı, mesela demiryolları, mesela haberleşme kâr ve birikime açılmadı. Stratejik sayıldı, istismar edilir diye korundu. Ta ki neoliberalizm kabuğuna sığmaz, daha, daha yeni birikim yatağı talep etmeye başlayıncaya kadar.
Birikmiş sermayeyi yeni, daha yeni alanlara yatırması, oradaki mal ve hizmeti azami kârla satması gerekiyordu. Yeni sıtması buydu. Onun için “kamu out, özelleştirme in” diye inledi ve tüm dünyaya bunun hikmetlerini sıralamaya başladı: Devlet, savurgandı.Kaynak yutuyordu. Eş-dost kayırıyordu. Sendikalarca sömürülüyordu. Kalite düşüktü. Hemen uzaklaştırılmalı, ya özele satılmalı ya da kapatılmalıydı. Öyle ışık hızıyla yayıldı ki bu söylem; vurun abalıya!
Bizde Özal ile başlatıldı kıyım. Önce yeni yatırım yapması yasaklandı KİT’lerin, sonra adım adım alanları daraltıldı, derken haraç-mezat satışlar başladı, satılmıyorsa kapatmaya, oraya buraya bedelsiz dağıtmaya vardı tasfiye.
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı veri tabanı
Tasfiye
Geldiğimiz yerin özeti şöyle; Özelleştirmelerle 60 milyar dolarlık tasfiye yapıldı ve bunun yüzde 90’ını AKP rejimi yaptı, paraları da çarçur etti. Bu tasfiyeden sonra, artık kamunun girebildiği, giremediği alanlar var. Mesela sanayiden kamu sıfırlandı. Tarımda sulama işlerinden dolayı var ama ileride o da özelleştirilir. Sağlıkta özelleşme doludizgin ilerliyor, eğitimde ağır-aksak…Aktüel konu madencilik yatırımlarında kamu önde gibi ama fiiliyatta 145 bin maden işçisinin sadece yüzde 12’si kamu işçisi. Hele ki enerjide, varsa yoksa özelleştirmeye güzelleme…Ama sonuç? Kamu, enerji yatırımlarından men edilirken özelin enerji yatırımları kaplumbağa hızında…
Fiyasko…
Bugün gelinen yer itibariyle enerji tam bir çıkmaz içinde. Yatırımlar istenen boyutta değil ve özellikle hidroelektrik kaynakları, dereler, çaylar çoğu AKP yandaşı tarafından talan ediliyor. Gelişkin teknolojilerle linyit kaynaklarının kullanımı etkinleştirilirse, güneş, rüzgar kaynaklarından daha iyi yararlanılsa, su kaynakları çevre faktörü dikkate alınarak işletilse, ithalata bağımlılık makul bir yere çekilir belki.
Ama bunlar kadar önemli olan ve sık sık sorulması gereken soru şu: Neden bu kadar enerji tüketiyoruz ? Çarpık, hormonal büyüme olmasa , bu kadar enerji ihtiyacı ve bağımlılık olur mu? Enerjiyi yerinde tüketiyor muyuz? İzolasyon ile ne kadar tasarruf mümkün ? Savurganlığı önleyerek kaç dereyi kurtarabiliriz aslında?
Özet olarak, kömür madenciliği, enerji, özelleşmeye, sermaye birikimine, ticarileşmeye uygun alanlar değil. Yol yakınken kamu üretimine, denetimine alınmalı , hem bağımlılık azaltılmalı hem de insan canı, tabiat, dereler, çaylar daha fazla kıyıma uğramadan kurtarılmalı. Kâr motifi yerine, kamusal çıkarın önde tutulduğu alanda, sağlık ve eğitim de mutlaka olmalı. (17 mayıs Sözcü)