Mustafa Sönmez

 

Onlar ki toprakta karınca,/suda balık,/havada kuş kadar/çokturlar;/korkak,/cesur,/cahil/hakim
/ve çocukturlar/ve kahreden/yaratan ki onlardır,/destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Yarın, “Onlar”ın yani işçi sınıfının birlik, dayanışma, mücadele günü 1 Mayıs. Yine alanlar dolacak, yine öncelikle Taksim’de ve diğer illerdeki alanlarda çalışan sınıfın marşları, kızıl bayraklar ile birlikte rüzgarda çınlayacak, dalgalanacak.

1 Mayıs alanlarını dolduranlar birkaç aydır yükselen eylemlerin içinden süzülüp akacaklar meydanlara. 6 Mart Alevi Mitingi, 13 Mart Sağlık Mitingi, gazetecilerin tutuklanmasına karşı gösterilen kitlesel tepkiler, Kürt halkının demokratik taleplerini ifade ettiği çözüm çadırlarından süzülüp gelecekler.. Şifre skandalına karşı emeğine ve geleceğine sahip çıkan binlerce liseli genç meydanlara akıp gelecekler. 3 Nisan’da Ankara’da güvencesizliğe karşı haykıranlar, 9 Nisan’da derelerine, suyuna, toprağına sahip çıkanlar, 19-20 Nisan’da sağlık grevi gerçekleştiren sağlık emekçileri akıp gelecekler…

***

Yine de buruk bir bayram yaşayacağız. Nazım’ın, “Toprakta karınca,suda balık kadar çok” dediği işçi sınıfının bu çokluğunun niteliksel bir güce dönüşememiş olmasına hayıflanacağız.

Çok değil, 40 gün sonra sandık başına giderek, yaşamakta olduğu onca yokluğu, işsizliği, baskıyı, adaletsizliği , tutuculuğu geriletecek bir sınıfın oy çoğunluğu niye yok diye hayıflanacağız. Çünkü biliyoruz ki, 50 milyona yaklaşan seçmenin 14 milyonu ücretli. Ama memur, ama işçi, ama mavi yakalı, ama beyaz yakalı, ama tarımda, sanayide, ama inşaatta hizmette…Ama gazeteci, bilişimci, ama bankacı, mühendis, mimar, doktor…Son tahlilde hepsi ücretli. Yani işgücünden başka satacak bir şeyi olmayanlar.  Ürettiği mal ve hizmet karşılığı eline sadece “ücret” geçen ve artık değeri, artık emeği, işveren sınıfınca, onun temsilcisi devletçe istismar edilen sınıf…

Bu sınıf,  bugünün Türkiyesinde seçmenin yüzde 25-27’sini oluşturuyor. Sınıfın işsizleri 5 milyon dolayında ve seçmenin yüzde 10’u oranında. Sınıfın emeklileri 3,5 milyon, yani seçmenin yüzde 7’si…Sadece çalışanı, işsizi, emeklisi ile sınıf, seçmenin yüzde 45’ine yaklaşıyor.

***

Türkiye’de ev kadınlarının sayısı 12 milyon. Çoğu, ekmeğini kazanmaktan, çalışmaktan alıkonulmuş, eve tıkılmış kadınlarımız, genç kızlarımız…Bir kısmı, çalışanı, işsizi ile sınıfın çalışmayan kadınları,  seçmenin en az yüzde 20’si.

Çalışanı, işsizi, emeklisi ile seçmenin yüzde 45’ine yakınını geniş anlamda işçi sınıfı oluşturuyor. Çalış(a)mayan kadınları ile sayı, yüzde 60’lara yaklaşıyor. Nesnel olarak bu yüzde 60’lık  kitlenin siyasi tercihinin emekten, geniş anlamda soldan yana bir partiden yana olması gerekirdi. Ama yıllardır böyle olmuyor. Böyle olması için, sınıfın, kendi çıkarlarının nerede olduğunu, ortaya çıkan siyasi partilerin hangisinin kendi sınıf çıkarlarını savunan, hangisinin sınıfın kimliğini kabullenmeyen partiler olduğunu görebilmesi gerekirdi. Ama öyle değil. Sınıf, böyle bir bilince ulaşabilmiş değil. O bilincin ulaşacağı kanallar yok, örgütlenmeler yok. 14 milyon ücretli, 5 milyon işsiz ve yaklaşık 4 milyon emekli yeterince örgütlü değil, çoğunun sendikası yok. Sendikalıların sayısı 3 milyonu, gerçek anlamda sendikalı olup toplu sözleşme hakkı kullanabilenlerin sayısı 1 milyonu bulmuyor. Bu kadar örgütsüz bırakılmış sınıf, ücretli sınıf olarak çıkarlarının nerede olduğunu, kendisine belli ekonomik,  demokratik, politik hakları sağlayacak siyasi yapıların, parti(ler)in hangisi olduğundan da bihaber. Sınıfın örgütü sendikaların , sınıf çıkarlarını savunan, temsil eden partinin organik bir unsuru, sac ayağı  olması gerek. Ama o sendika, konfederasyon, o işçi örgütünü massedecek parti(ler) nerede ?

***

Burukluk hissedeceğiz, ama umutsuz olmayacağız…Çünkü “Onlar”ın, nelere kadir olduğunu  yine Nazım’dan biliyoruz :

…kederli nehir yollarının,

             sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı

                             bir safak vakti değismiş olur,

        bir şafak vakti karanlığın kenarından

               onlar ağır ellerini toprağa basıp

                                          dogruldukları zaman….

Written by Mustafa Sönmez