Dopingli büyümenin öteki yüzü(Al-Monitor, Eylül 15,2017)
Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde de beklendiği gibi yüzde 5,1 büyüdü. Böylece ilk yarıdaki…
Mustafa Sönmez
Hükümet istediği kadar karanlıkta ıslık çalıp , bize bir şey olmaz, desin, olanlar olmaya başladı bile. S&P’nin, Sam Amcanın karizmasını çizmesinin, notunu düşürerek gözünü morartmasının şoku atlatılamadı. Az kalsın bir yumruk da Fransa’nın gözüne geliyordu. Nefesler tutuldu ve “Çok şükür değişmedi not” diye derin bir oh çekildi. Ama bu kadarı bile ortalığı allak bullak etmeye yetmiş durumda. İtalya’sı, İspanya’sı ile Güney Avrupa’da devletlerin borçlanma maliyeti arttı. Kuyuya Belçika da düşmek üzere…
Borcunu çeviremeyen bu devletleri kim, nasıl , hangi para kurtaracak? Bu fırtınanın kopardığı dalgalar yola çıktı, bizim kıyıları vurmasına az kaldı. Nasıl vuracak?
***
Birincisi, ihracatın yüzde 52’sinin yapıldığı AB (27), talebi kısıyor. Bu, ihracat için kötü bir haber. Oradaki kaybı, başka pazarlardan telafi , hele ki, Arap Baharı koşullarındaki Orta Doğu, Kuzey Afrika pazarlarında pek mümkün değil. Asya ve Rusya, satıyor, almıyor. Sonuçta, ihracatın gerilemesi , sanayinin kapasitesinde önemli bir daralmaya yol açacak.
İkincisi, bütün Merkez Bankası faiz-döviz operasyonlarına rağmen, içeride talep daralacak. Konut, otomobil, ihtiyaç kredisi, kredi kartı borçlanmaları ile sırtındaki borç yükü 200 milyar TL’yi bulmuş hane halkının, bu borç yüküyle tüketmeye devam edeceğini beklemek ham hayal. Dolayısıyla, iç ve dış talepteki daralma, İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir ve Anadolu’daki fabrikaların kapasitelerinin düşmesine, üretimlerini azaltmalarına ve işçi çıkarmalarına yol açacak. 2008’de böyle olmuştu, önümüzdeki günlerde de böyle olacak. Bu, kaçınılmaz.
***
Merkez Bankası’nın güya proaktif davranmış olması neyi değiştirecek? Faizi düşürmek, iç tüketime gaz vermeye yeter mi? Döviz kurundaki “düzelme”nin ihracata ivme kazandıracağını ummak, aşırı iyimserlik. İhracat, ithalat bağımlısı ve yükselen kur, ithal girdi maliyetlerini artıracak ve rekabet gücü kazandırmak yerine, ihracatın ayağına dolanacak. İhracat tekleyince, iç tüketim azalınca, olacak şey, üretim gerilemesi, kapasitelerin düşmesi ve işçi çıkarma, yani tensikattır. Kurdaki artışın 300 milyar dolarlık dış borç yükünün üçte ikisine sahip özel sektörün başına ne işler açacağını ise yaşayarak göreceğiz…
Kaynak:SGK veri tabanı
2008’de hatırlayın, Eylül ayında 9 milyon 165 bin olan sigortalı işçi sayısı Ekim ile birlikte hızla azaldı ve 2009 Şubat’ında 8 milyon 362 bine kadar geriledi. Mevsimsel etkiler de vardı ama, istihdam kaybı 4 ayda, 800 bini aşmıştı. Sanayi kuruluşları hızla işçi çıkarıyordu, çıkaramayanların elini, kıdem tazminatı tutuyordu. Çoğu yerde de işverenler ya tensikat ya da ücret tenzilatı mengenesine sıkıştırıyorlardı işçileri. Erdemir’de ücretlerin yüzde 35 azaltıldığı hala akıllarda.
Bugün de aynı şeyi deneyecekler. Çıkarabildiklerini işten çıkaracaklar. Bir an önce de ellerini tutan kıdem tazminatı hakkına saldıracaklar. Üstüne, esnek çalışma saldırılarını ekleyerek yeniden gündeme taşıyacak ve krizin yükünü yine çalışan sınıfa yıkmak isteyecekler.
***
Krizin 2008 fazında, “yaklaşan saldırı”ya karşı bütün uyarılara ve örgütlenme çağrılarımıza, emek örgütleri, iyi niyetlerine rağmen, karşılık veremediler. Sonuçta 800 bini aşan istihdam kaybına engel olamadılar. Bırakın reel ücret kaybını, nominal ücretteki gerilemeler bile önlenemedi.
Peki bugün? Bugün emek kesimi daha mı iyi durumda? Daha mı örgütlü? Değil, am, yaklaşan yeni saldırılara karşı bir emek barikatı oluşturma sorumluluğundan kimse uzak duramaz.
İşçi sendikalarından kamu emekçileri sendikalarına, meslek örgütlerinden öğrenci derneklerine, emek yanlısı siyasi partilerden, politik oluşumlara, öğrenci, gençlik, kadın örgütlerine kadar herkesin, hızla etkin bir emek barikatı oluşturması, tensikatlara , yeni yoksullaşmalara karşı yaratıcı bir program ve eylem, yol haritası çıkarması, gündemin en yakıcı maddesini oluşturuyor.