Could megaprojects spell mega trouble for Turkey’s economy?(AlMonitor, November 2,2016)
Summary⎙ Print Giant infrastructure projects launched by the Turkish government have raised the specter of…
Mustafa Sönmez
Büyük krizler, dünya pazarlarını paylaşmış büyük sermayeler-onları temsil eden devletler- arasında bir yeniden paylaşım kavgasıdır aynı zamanda. Başlarda ticari savaş biçiminde başlayan itiş-kakışın sonradan iki dünya savaşı felaketi ile sonuçlandığını unutmayalım!..
Derin bir çöküşün ardından uzun bir durgunluğa dönüşen büyük kriz, yeni dengelere gebe. Kriz öncesinin “İmparator”u ABD, yaşamakta olduğu talep eksikliğini, büyük işsizliği aşmanın arayışında. Diğer egemen blok AB de büyük bütçe açıkları verme pahasına, devlet müdahaleleri ile yatıştırılan krizin enkazını, yeniden büyüme ivmesi yakalayarak aşma çabasında. Finans krizi yaşayan bu iki blokun şu an hedefi, krizde küçülme bir yana, büyüme yaşayan irice gelişmekte olan ülkelerin pazarlarına dalmak, oralara mal ve sermaye ihracı gerçekleştirerek kuyudan çıkmak. Otuz dolayında çevre ülkeye, -bu arada Türkiye’ye- sonuna kadar abanıyorlar. Ama direnenler var. Hangileri? Çin, Hindistan gibi iki dev pazar, başta geliyor. Yanı sıra Asya’da G.Kore, Endonezya, Tayvan ve Güney Amerika’da Brezilya…
Bu 6 “yükselen” ülkeye, IMF aracılığıyla da yapılan bir telkin var: Pazarlarınızı ABD’ye, AB’nin merkez ülkelerine açın, açın ki, size ihracat yaparak çarklarını döndürebilsinler. Sizlerin kriz öncesinden döviz fazlanız var. İthalat yapabilirsiniz, böylece ihracat ihtiyacı olan ABD ve merkez AB’yi kuyudan yukarı çekebilirsiniz…
***
Peki ne lazım bunun için ? Özellikle Çin ve diğerlerinin pazarlarını açmaları, bunun için de yerel paralarını aşırı değerlendirip ithalatı cazip, ihracatı itici kılacak hale getirmeleri…Peki bunu ne sağlar? Sıcak para girişine sınırsız izin…Biliniyor ki, sıcak para, borsaya, devlet kağıtlarına hızla girer ve girdiği ülkede döviz arzını artırır, böylece kurları aşağı bastırır. Ucuzlamış kur ile ithalat cazip hale gelir, ihracat cazip olmaktan çıkar. Çin’e, Hindistan’a, Brezilya’ya ve diğer 3 Asya ülkesine özellikle telkin edilen, sıcak paraya dirsek göstermemeleri…Ne var ki, özellikle Çin ve Hindistan, başından beri sıcak para girişlerine pek yüz vermediler. İhtiyaçları olan esas dövizi, ihracata dönük üretimle kazandılar, hem öyle kazandılar ki, birçok yükselen ülke-hele ki Türkiye- dev cari açıklar verirken, onlar büyük döviz fazlaları ile krizi karşıladılar. Özellikle Çin, sistemin eşkiyası ABD’nin dev cari açıklarını karşılayan ana finansör oldu.
ABD ve merkez AB’nin beklentisine, bütün tehditlere rağmen, Çin yüz vermiyor, sıcak parayı tersliyor. Teknoloji getirmeyen, istihdam yaratmayan doğrudan yabancı sermayeyi bile istemiyor, yerli sermayesini kolluyor. Hindistan ve Asya ülkeleri de öyle. Hele Brezilya, sıcak paraya koyduğu yüzde 2’lik vergi caydırıcısını, geçen gün 2 puan daha artırdı. Bu 6 yükselen ülke, sıcak paraya yüz vermeyince, sıcak para , dirsek görmediği ülkelere ve tabi ki, Türkiye’ye daha çok yöneliyor.
***
Hiçbir şey özde, Lenin’in, “Emperyalizm”’de yazdığından farklı değil. ABD, merkez AB emperyalizmi, yine bağımlı-çevre ülkelere mal ve sermaye ihraç etme derdindeler. Pazar arayan sıcak paranın boyutlarını hatırlatalım bu arada: Sıcak para akımlarını yakından izleyen Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), 30 “yükselen ekonomi”ye dönük özel yabancı sermaye girişlerinin 2009’da 581 milyar dolara kadar düştüğünü ve 2007’ye göre yüzde 40 dolayında daraldığını belirlemişti. IIF, 5 Ekim tarihli bülteninde ise, 2010’da, sıcak para akımının şeniden hızlandığını ve yıl sonunda 825 milyar dolara kadar çıkacağını, 2011 beklentisinin de 834 milyar dolar olduğunu açıkladı.
Kendini sıcak paraya karşı koruyanlar, sıcak paranın yerli paraları aşırı değerlendirerek “piç ettiğini”, ihracat yerine ithalatı cazip kılıp üretim eşiklerini aşındırdığını, birçok yerli firmanın yıkıcı ithalat karşısında piyasaya havlu attığını ve işsizliği büyüttüğünü bildikleri için, direniyorlar. Bir de direnemeyip sıcak paranın tahripkar etkisine aldırış etmeyen, günü kurtarmak için sıcak paraya ardına kadar kapılarını açanlar, teslim olanlar var ki, başı Türkiye çekiyor.
Türkiye’nin, özellikle tekstil-konfeksiyon, gıda, cam-seramik, kısmen otomotiv gibi net ihracatçı sektörleri, TİM aracılığıyla, sıcak paranın tahripkar etkisinden, dolar kurunu yıllardır 1,50 TL’nin altına iten yıpratıcı etkisinden yakınıyorlar. Buna karşılık çıkarı ithalattan yana olan sektörler, dışarıdan 250 milyar doların üstünde dışarıdan kredi kullanan özel firmalar, bedeli ne olursa olsun, sıcak para girişine engel konulmamasını istiyorlar. AKP iktidarı da temelde ikincilerden yana. Ama, TİM’cileri ve sözcüleri Bakan Çağlayan’ı arada bir yatıştırmak gerek. Merkez Bankası’nın son günlerde döviz alımını artırmayı işaret eden önlemleri, ağza çalınan bir parmak baldan, sızlananların ağzına tıkılan emzikten öte bir şey mi, yaşayarak görürüz. Açık olan şu ki, Türkiye, emperyalizmin sıcak para koç başı ile teslim almak istediği ama direnişle karşılaştığı ülkeler arasında değil. Sinik, sünepe, teslimiyetçiler arasında ve bunun bedelini tüm topluma ödetiyor, ödetecek…