Komşuda “Hayır” zamanı…
Yunanistan, sürpriz olmayan bir biçimde dünya gündeminin başına oturdu. ATM’lerden 60 avro çekme sınırı, sermaye…
Diyarbakır’da 21 Mart’ta yüz binlerce kişinin katıldığı o coşkulu mitingte okunan Abdullah Öcalan (AÖ)mektubunun ardından yeni bir döneme girildiği, genel bir kabul. Medyanın önemli bir kısmı bu tarihi, “Silahlara veda” olarak tanımladı. Abartılı, hatta yanlış bir manşet. Kürt siyaseti, silah bırakmıyor sadece AÖ’nün, “Çekiliyoruz” talimatını uyguluyor.Bunu yaparken de şart olarak “tanınmayı”, yani meşruiyeti şart koşuyor. Bugüne kadar “Terör örgütü”, olarak adlandırılan PKK, şimdi barış masasının muhatabı olarak kayıtlara geçiyor. Bu, önemli bir kırılma.
Peki, bundan sonra ne olacak? Herkesin birbirine sorduğu soru bu. “Çekilme” için “meşruiyet” şartının yerine getirilmesini bekleyen Kürt siyaseti, Anayasa’da “vatandaşlık” tanımında düzenleme, anadilinde eğitim ve yerel yönetimlerde düzenleme ile “yönetime katılma” taleplerinin karşılanmasını bekleyecek.
HAKLI TALEPLER
Kürt siyasetinin eşit vatandaşlık ve kültürel hak talepleri son derece haklı, meşru taleplerdir ve bu ülkenin özgürleşmesini, demokratikleşmesini isteyen tüm demokrat güçlerce paylaşılması beklenir. Bu ülkenin bütünlüğünü koruyarak, aynı coğrafyada özgürlükleri alabildiğine genişletmek, Türk-Kürt, tüm kimliklerin ortak hedefi olmalıdır.
Biliyoruz ki, Kürt hevallerimizin (dostlarımızın) özgürleşme talepleri, Türkiye’nin genel özgürleşme, demokratikleşme taleplerinden ve bunun için sürdürülen mücadeleden kopuk değil. Türkiye’yi, tarihinin en baskıcı rejimi ile yönetmekte olan AKP rejiminin, bir anda barış havarisi, kesilerek Kürt hareketinin talebi olan demokratik programı nasıl hayata geçireceği merak konusudur. Yasama-yargı-yürütme erklerini kendi elinde tekelleştiren ve bunu bir başkanlık sistemiyle pekiştirmek isteyen RTE liderliğindeki rejimin, Kürt siyasetinin talebi olan “yerele yetki ve demokrasi”yi, kendi kurgusunu bozmadan nasıl yerine getireceği merak konusudur? 30 yıldır savaşan ve yüksek beklentileri olan Kürtlerin, Anayasa’da yapılacak bir “eşit vatandaşlık” düzenlemesi ile yetinmeleri, herhalde beklenmiyordur. ‘Nerede anadilinde eğitim?’ denilecektir? O da TRT 6(şeş) türü kozmetik bir adımla geçiştirilemez her halde…Çok ciddi bir değişim gerektirir. Hatta, bugünün idari yapılanması ile olmaz; radikal bir idari reform, yeni bölgeler tanımı gerektirir. Bölgelere yeni yetkiler(statüler) ve onun içinde de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin kendi programlarının bir parçası olarak ancak gerçekleşir anadilinde eğitim… AÖ, vazgeçmiş gibi görünse de Kürt siyasetinin asgari programı, tüm Türkiye’yi “özerk bölgeler” biçiminde yeniden düzenlemeden gerekleşemez. Hayat bunu dayatacaktır.
SINIF MÜCADELESİNE…
Peki Kürt siyasetinin asgari programı bundan mı ibarettir? AKP rejimi ile bütün dertleri, eşit yurttaşlık ve anadilinde eğitim gibi talepler midir? Bu memlekette başka mağduriyetleri yok mudur? İşsizlik, adaletsiz gelir dağılımı, bölgesel uçurum, eğitimde fırsat eşitsizliği, seçme-seçilme hakkında adaletsizlikler, baraj engelleri, kadrolaşmalar, İslami bağnazlıklar, kadınlara dönük baskılar, ABD emperyalizmine taşeronluğun sürüklediği serüvenler, bağımlı yargı, keyfi tutuklamalar, düzenbazlıklar…Bunlar, dertleri değil midir? Onların her tür kimlik mağduriyetlerini paylaşan ve onlarla dayanışan her kimlikten emekçi, ezilen sınıfların mağduriyetleri, Kürt siyasetini ilgilendirmiyor mu?
Elbette ilgilendiriyor, diye itirazları anında duyar gibiyim…Madem öyle, sınıf mücadelesinin her alanında Kürt siyasetini, Kürt devrimcilerini daha aktif olarak görmek gerekmez mi?
En çok da Kürt işsizlerinin, proleterlerinin ezildiği emek-sermaye mücadelesi içinde BDP’lileri, HDK’yi daha çok görmek isteriz. Ülkedeki 16 milyon ücretlinin yüzde 20 kadarı Kürt ise yüzde 80’e yakını Türk ve öteki kimliklerdendir ama hepsinin ortak yanı “emekçi” olmalarıdır. Biri Kürt,biri Türk,Laz,Çerkez olabilir ama hepsinin ortak sorunu sendikasız olmaları, toplu sözleşme, grev hakkını kullanamamaları, neoliberal dişlilerin arasında AKP rejiminde insafsızca sömürülmeleridir. Hevallerimizi, emeğin örgütlenme, sendikalaşma, toplu pazarlık, grev hakkını kullanma mücadelesinde daha çok görmek iyi olmaz mı?
Kimi Kürt, kimi Türk olabilir ama ortak dertleri işsizliktir; sayıları da resmi olarak 2,5 milyonu, gerçekte 5 milyonu bulmaktadır. Gençlerin kimi Kürt, kimi Türk’tür ama hepsinin ortak özelliği acımasız bir genç işsizliğidir ve her 100 gençten 25’i işsizdir, geleceksizdir. Hevallerimizi işsizliğe karşı mücadelede, ön saflarda görmeyi bekleriz.
AKP rejimi, insafsız neoliberal politikaları için hem Kürtlere, hem Türklere ve öteki kimliklere ait kamu varlıklarını haraç mezat satmaktadır. Satarken gözü ne İstanbul, ne Diyarbakır, Şırnak görmektedir. Hevallerimizi, kamu varlıklarımıza, kentlerimize, doğamıza sahip çıkmaya, eğitimi, sağlığı, kültürü paraya tahvil edip onu bir avuç yerli-yabancı para babasına peşkeş çeken AKP’ye karşı mücadelede ön saflarda görmek isteriz.
Kısacası, kardeşim; Kürt hevallerimiz, bizim için eşit yurttaşlardır. Bu, Anayasa’da ifadesini bulmalıdır, anadillerinde eğitim haklarıdır, tüm halkla beraber, yönetime katılmalarını, karar süreçlerini paylaşmalarını isteriz. Bu mücadelede hep onların yanındayız. Ama aynı şekilde, Kürt hevallerimize, mücadelelerinin, geneldeki sınıf mücadelemizden kopuk olmadığını hatırlatmak isteriz. Ve onları, AKP rejiminin ekonomik, siyasi, kültürel saldırılarına karşı, emek sınıflarının yanında daha çok görmek isteriz. Türk burjuvazisinin “Petrol odaklı Türk-Kürt federasyonu” ya da “Ortadoğu Konfederal sistemi” (ne demekse!) türü emperyalizm karikatürü serüvenlerine alet olmalarını, onlarla oyalanmalarını ise, hevallerimize, hiç mi hiç, yakıştırmayız…