Korkuya, yeise yer yok…
Durup durup şu soruları hayretle sormadan edemiyorum; Günün birinde iktidarı kaybedebileceklerini, nasıl düşünmediler? Nasıl bu…
30 Mart seçimleri öncesinde ipuçları görülüyordu, seçim sonrası iyice ortaya çıktı; Kürt siyaseti ortaya çıkan son tablodan da belli dersler çıkarmış olarak yeni tahliller ışığında yeni pozisyonlar alıyor, buna bağlı olarak yeni örgütlenme çabaları içinde görünüyor.
Türkiye siyasi tarihinde, PKK ya da geniş ifadeyle Kürt siyaseti kadar, tasarımı (kuramı) ile pratiğini sürekli yüzleştiren ve birbiriyle uyumlu hale getirmek için çabalayan, tartışan, bunu da bölünüp parçalanmadan, bir bütünlük içinde yapan kaç politik çizgi vardır, merak ediyorum. Hareket, yaşadıklarından öğrendikleri ışığında hedeflerini gözden geçiriyor, yeni örgütlenmeleri deniyor, çok da hata yapıyor ama hata yapmaktan korkmuyor, deniyor ve bu dinamizmiyle varlığını sürdürüyor.
STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ
Daha 15 yıl öncesine kadar, yani Öcalan’ın tutsaklığının hemen arifesinde temel bir strateji değişikliği yaptı PKK. Türkiye’den ayrılmış bir bağımsız Kürt devleti stratejisinde diretmenin gerekli olmadığına karar verildi.
Bunun yerine, Türkiye bütünlüğü içinde kalarak Kürtlerin eşit yurttaş olarak görülmesi, bundan kaynaklanan kültürel, siyasi,ekonomik hakları için Türkiye geneline yayılmış, başta Kürt etnisinden olmak üzere demokratik güçlerle birlikte mücadele verilmesi kararlaştırıldı.
Bu önemli strateji değişikliğinin ardından yerel yönetimlerde, TBMM’de Kürtleri temsili için sivil çabalar yoğunlaştırıldı, dağdaki silahlı mücadele, politik mücadelenin “asli” değil, “koruyucu gücü” durumuna getirildi.
Yeni strateji ile birlikte çok hızlı bir kitleselleşme, sivil kadrolaşma gerçekleşti, 100 dolayında belediye yönetiminde hakimiyet sağlandı, Meclis’te grup kuracak kadar milletvekili sayısına ulaşıldı, birçok mesleki örgütte, sendikada Kürt kadrolar yönetimlerde etkin oldular.
AKP VE KÜRTLER
Kürt siyasetinin yerelde ve merkezde temsil gücünü artırdığı 2000’li yıllar, AKP’nin de yükseliş yıllarıydı. AKP, özellikle kuruluş ve ilk iktidar yıllarında Kürt meselesine, muhalefet partilerinden daha “demokratik” algısı yaratan tarzda yaklaştı. İslamcıların da tıpkı Kürtler gibi “Cumhuriyetin mağdurları” olduklarına, aynı kaderi paylaştıklarına dair bir söylemle Kürtlere yaklaşmayı, dokunmayı başardı, dahası , bu söylemle Kürt siyasetini diğer muhalefetten yalıtma taktiği izledi. Hedefindeki geleneksel iktidar blokunun önemli bileşenleri olan sivil-askeri üst bürokrasiyi hedef alan Ergenekon, Balyoz operasyonlarında, Kürtleri yanında buldu. Bu operasyonun aparatı Taraf’ın o dönemde en çok Kürt illerinde satıldığını, dağıtıldığını geçerken belirtelim.
OYALAMA DÖNEMİ
AKP’nin, kendi vesayetini inşa etmek üzere, “geleneksel vesayeti” çökertme çabasını kavramakta zorluk çeken Kürt siyaseti, bu dönemde, “Kürt açılımı” türü inandırıcılıktan uzak AKP’nin oyalayıcı taktiğine de tam uyanamadı. AKP’nin hiç hak etmediği “çözümden yana iktidar” imajı kazanmasına istemeden yardımcı oldu. Oysa, AKP’nin gerçek tutumu, Kürtlere, bazı folklorik tavizleri büyük ambalajlar içinde vererek kendi yükselişi önünde engel olmaktan çıkarmaktı. AKP’nin Kürt sorunu adına yaptıkları, TRT 6’nın devreye alınması, fiilen aşılmış yasakların “reform” şamatası ile kaldırılmış gösterilmesinden ibaret kozmetik adımlardan öteye gitmedi ama karşılığında AKP, yükselişinde Kürt muhalefetini, hem parlamento, hem parlamento dışı muhalefetten uzak tutmayı başarmış oldu. Kürt siyaseti eldeki kozmetik kazanımların dışında önemli bir mevzi elde edemedi. Anadilde eğitim, tutsakların serbest bırakılması, Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi, dağdakilerin indirilmesi, yerinden yönetim gibi temel taleplere AKP karşılık vermemiş oldu. Buna rağmen, Kürt siyaseti hem ovadaki demokratik mücadele güçleri, hem dağdaki silahlı gücü ile AKP’yi müzakere için, taleplerini karşılaması için zaman zaman bunalttı.
YENİ AKP RÜYASI
2010 sonrasında AKP’nin Kürt politikası, hem coğrafi kapsam, hem açı olarak önceki dönemden farklılaştı ve AKP, bu yeni yönelime PKK’yı ortak ederek bir taşla iki kuş vurmayı denedi. Dış dünyadan akan sermaye ile “büyüyen bir bölgesel ekonomik güç” imajı çizen, bununla “Yeni Osmanlı” olma sevdasına kapılan RTE ve yakın çevresi, Irak Kürdistan’ının petrol ve doğalgaz kaynaklarına odaklı bir Kürt stratejisi geliştirdiler. Irak’ta KDP, Kürt bölgesindeki enerji kaynaklarını kullanarak büyümek istiyor, Türkiye de bunu teşvik ediyor, hatta Erbil’i, Bağdat’a karşı kışkırtıyor. Hedef, sonunda şöyle tanımlandı. Irak, hatta PKK kontrolünde gelişen Suriye Kürdistanı, AKP rejiminin korumasına girer, onlara ve PKK’ya da özerklik, federasyon vb. türü çatılar uydurulur, böylece “Türkiye, küçülmek yerine, büyütülür”. Büyütülmüş, petrol, doğalgaz kaynaklarına erişmiş bu yeni Türkiye’nin Kürt özerk bölgeleri, federal yapıları olmasına da hiçbir muhalif ses çıkaramaz, çıkarsa da halk dinlemez.
Irak’ın toprak bütünlüğünü dinamitleyecek bu senaryo, Bağdat’ın, daha da önemlisi ABD’nin tabii ki tepkisini çekti, ama, yine de PKK’yı heyecanlandırmadı değil. Öncesinde Oslo , ardından İmralı görüşmeleri bu minvalde ilerledi. AKP, bu yeni yöneliminden dolayı ABD’den (ve FG Cemaati’nden) sert uyarılar aldı ama hevesini terk etmiş değil. Geç de olsa zamanla anlaşıldı ki, bu yönelim hem ham hayal, hem de AKP, 3 parçadaki Kürtleri “Barzanileşme” şartıyla tanıma ve kabullenme eğiliminde. Büyük coğrafyadaki örtülü Öcalan-Barzani hakimiyet mücadelesinde AKP, elbette dindarlığa, neoliberalizme, yani kendi kimyasına daha uygun olan ve yönlendirebileceği Barzani’yi tercih edecek ve tüm Kürtleri de KDP çizgisinde görmeyi isteyecekti ve 30 Mart 2014 seçimlerinde bu taktiğini uyguladı. Görece başarılı oldu da. AKP , Kürt illerinde oylarını artırdı ve PKK, nihayet ciddi bir tehdit altında olduğunu fark etti.
2011 SONRASI
Kürt siyaseti, özellikle AKP’nin tavan yaptığı 2011 seçimleri sonrasında, RTE’nin önüne Başkanlık hedefini koyarak iyice hukuksuzlaşmaya ve diktatörleşmeye başladığı, dolayısıyla da inişe de geçtiği yeni dönemde, yeni bir “Çözüm paketi”ni ciddiye alarak AKP ile ateşkesi bir süre daha sürdürdü. Ama, RTE’nin Kürtleri Barzanileştirme taktiğini önce ciddiye almadı. Şimdi artık biliyor ki, 3 parçada da AKP-KDP işbirliği PKK’ya yönelik güçlendiriliyor. Bu durumda, “kimlik” esaslı bir yapılanmadan “kimlikler üstü, daha sınıfsal ve Türkiyeli” olma ihtiyacı kendisini bir kez daha dayattı. Anlaşılmış olmalı ki, AKP, çıkarı olmadan en küçük bir demokratik adımı atmayacak kadar hesapçı, despot ve esasta Kürt siyasetinin altını oyarak, kitleyi Kürt muhafazakâr, neoliberal bir karaktere dönüştürmek istiyor.
Başından beri yalın olan bir gerçek var; Kürt siyasetinin asgari programı, tüm Türkiye halklarının demokrasi,özgürlük,eşitlik programından kopuk değil ve o bütünün önemli bir fasikülü. O geniş program için sürdürülen mücadele ile birlikte, ancak Kürt özgürlük mücadelesi hedeflerini, yine o mücadele ile verenlerle birlikte gerçekleştirebilir. Bu nedenle de bu mücadelenin örgütlenmesi, tüm ezilen sınıfların , ezilen kimliklerin iç içe yaşadığı tüm yurt sathında ve ortak düşmana karşı, ortak örgütlenme ile verilmeli.
Geç de anlaşılsa bu doğru tespit, BDP’nin “yerel ve etnik” kaldığı anlaşılınca, Batı versiyonu olarak HDP türü bir parti üretimini, bu formülasyonun da işe yaramadığı görülünce, iki partiyi HDP çatısı altında birleştirmeyi getirdi. İyi mi oldu? “Yetmez, ama evet…”
AŞURE OLMAMALI
Anlaşılıyor ki, Kürt siyaseti, yeni HDP çatısı altında daha Türkiyeli bir parti olarak algılanmak, tüm demokrasi güçleri ile dayanışarak hem geneldeki özgürlük mücadelesini hem de Kürt özgürlük programının hayata geçirilmesini istiyor. Beklenir ki, bu parti tüm bölgelerde örgütlensin ve ortak bir programla ilerlesin. Partiye verilmek istenen yeni açı ise yine sorunlu; Şöyle dediği duyuruldu KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın: “HDP, Alevileri, kadınları, gençleri, Müslüman demokratları, liberalleri, solu, sosyal demokratları; hepsini şemsiyesi altına almalıdır. Türkiye zemininde solun değerleriyle, İslam’ın toplumcu değerleri birleştirilmelidir. HDP böylece alternatif olur”. Liberalleri ve Müslüman demokratları yanınıza çekmek için, onları partili yapmanız gerekmez. Onların temel haklarına, kimliklerine,özgürlüklerine saygılı evrensel bir hukuk devleti sözü verir ve samimi olursanız programınızda, bu yeterli olur…Ötesi, parti değil, aşure olur.
BÖLGE PARTİSİ Mİ?
Öte yandan, Özgür Gündem’den açıklandı ki, bir parti de “Bölge”de kurulacak. Demokratik Bölgeler Partisi(DBP) adını alacak oluşum, bölgede demokratik özerkliği hedefleyecek. Peki HDP’nin “demokratik özerklik” yok mu programında ? HDP üstünden hem bölgede hem tüm Türkiye’nin bölgelerinde demokratik özerklik hedefiyle ilerlemek değil midir doğru olan? Bölgedeki parti, “etnik” temelli bir oluşum olarak algılanmaz mı? HDP, uzaklaşmak istediği “etnik parti” algısından böyle karmaşık yapılanmalar nedeniyle, akıntıya kürek çekmiş olmaz mı?
Eğri oturup doğru konuşalım; Güneydoğu’ya mahsus, HDP dışı bir parti ya da örgütlenme doğru olmaz. Güneydoğu dahil olmak üzere HDP’nin Türkiye’nin tüm bölgeleri için demokratik özerklik çabası olmalı ve bu mücadele eşgüdümlü götürülmeli, temel prensiplerle ilerletilmeli. Her bölgenin kendi özel etnik, dinsel, cinsel, ekonomik, sosyal özgünlüğü elbette dikkate alınmalı. Bölge tanımı yapılırken “etnik” kıstastan hareket edilmemeli, öteki değişkenler kullanılmalı(*).
Her bölge farklı enstrüman çalabilir ama beste değişmemeli, kulaklar da orkestra şefinde, yani partide olmalı. Yoksa, yine kısa sürede “sil baştan” yapmak zorunda kalınabilir. Enerjiye yazık…
(*)28 Nisan Radikal ve Taraf gazetelerinde yayımlanan BDP’li Demir Çelik’in “Özerk Kürdistan” ile ilgili anlattıkları, kafa karışıklığının sürmekte olduğunu gösteriyor, ne yazık ki…