Medya için demokrasinin “dördüncü gücü” sözü, Batı’da icat edilmiştir. Yasama, yürütme ve yargının yanında bir tür sivil denetleme gücü olarak medya…Burjuva demokrasisinin iyi kötü işlediği, çalıştığı memleketlerde bu önerme bir yere kadar belki doğru olabilir ama bizimki gibi, hele son 13 yılı faşizme evrilmiş bir ülkede medya, değil dördüncü güç, yasama-yargı-yürütmeyi tek elinde tutma heveslisi Kaçak saraylının aleti haline getirildi.

AKP ve medya
AKP öncesinde de medya sahiplerinin, iktidara karşı bir “silah” , bir şantaj aleti olarak kullandığı medya, AKP ile birlikte el değiştirdi o kadar. Dinç Bilgin’in Sabah-ATV grubu ile Uzanların Star grubunu eline geçiren RTE, biata zorladığı Aydın Doğan’ı dengelemiş oldu. Bunun üstüne bir de TMSF kıskacındaki Karamehmet’in medyası geldi. O zamana kadar koalisyon ortağı FG Cemaatinin elinde de zaten epeyi medya yığınağı vardı. Hatta “Taraf” gibi operasyonel bir gazete de kurdurmuşlardı.
Şahenk, Ciner, Demirören gibi politik İslam ile ilgisi olmayan ama devrin nimetlerini ıskalamamak için medyalarını RTE’nin emrine koşarak onun yanında saf tutanların katkısıyla Ak faşizm medya niceliği açısından hegemonyayı pekiştirdi. Bütün bunlara bir de TRT ve AA’nın tepe tepe kullanılmasını, RTÜK’e hükmedilmesini ekleyin…
Yine de Ak faşizm, bu ezici medya niceliği üstünlüğüne rağmen, kitlelerden istediği onayı alamadı, 7 Haziran’da iktidardan indirildi, RTE’nin başkanlık hevesi kursağında kaldı. Şimdi de haklarındaki tüm hukuk dışılıkların, suç isnatlarının yargıya taşınmaması için aynı medya gücünü umutsuzca kullanma derdindeler.

Kâr mı, silah mı?
Medya, güya bir “endüstri” ama ana amacı “kâr ve sermaye birikimi” olmayan yegane endüstri. Daha çok da bir tür “silahlı kuvvetler”. Koca bir ordu besliyorsun, harcıyorsun, ama doğrudan gelir olarak geri dönüşü yok, dışsal ekonomi sağlıyor, ama bolca para yutarak… Medya da öyle. Reklam gelirleri, gazete satış gelirleri, medyanın giderlerini karşılamaz. Ya ne olur? Bir takım havuzlardan bol bol para akıtılır medya çarkını döndürmek için. Devletin çeşitli ihalelerini, özelleştirilen KİT’lerini kayırmayla , korumayla alanlardan, iktidara medya katkısı sağlanır. Medyanın zararı, öteki şirketlerin getirileri ile kapatılır. Havuz medya lafı havadan üretilmedi. Tapelerde var.
Ancak, işler yolunda giderken para akıtılmaya değer bulunan medya çarkı, iktidar yitirilmeye başladığında teklemeye başlar. Para akışı durur, rüzgar kesilir. Dümen kırılır. Şimdi o günlere doğru gidiyoruz. Oluşacak yeni koalisyon hükümetine göre dümen tutuşları değişmeye başladı patronların. İzleyin bakın, ne dönüşler olacak…

İktidar nöbeti

Her iktidar kaybı ile beraber, medya iktidarında da el değiştirmeler, dükkanı kapamalar yaşanır. AKP’nin tırmanışı ile Doğan’ın nasıl küçülmeye zorlandığını biliyoruz. Şahenk, Ciner ve Demirören’in nasıl biat ettiklerini gözlemledik. Sadece patronlar mı? Onlarla beraber onların yürütme gücü kurmaylar, yayın yönetmenleri, yazarlar da aynı teslimiyeti izlediler, ayak uyduramayanlar tek tek tasfiye edildi. 2007 öncesi NTV kadrosunu hatırlayın. Kaç kişi kaldı onlardan geriye…Ya da Demirören öncesi Milliyet ve Vatan …Neydiler, ne oldular… “Biat bizim kültürümüzde yok” lafının ardından bileği, kolu burkulan Doğan medyanın inişi çıkışı… Ve onunla beraber medya yöneticilerinin iniş çıkışı…Gezi sırasında CNN Türk’te penguen medya duruşu…

Hesap verebilirlik
Siyasetçiler, 4-5 yılda bir , belki daha kısa periyotlarla seçmene gider, oyla testten geçerler. Seçimi kaybeden siyasetçiler, iktidardan taslarını taraklarını toplayıp çekilirler. Medya iktidarında ise patronlarının uzantısı yayın yönetmenlerinin, editörlerin, yazarların yeri kolay kolay değişmez. Adeta onlar hancıdır, siyasetçiler yolcu…Ne hükümetler eskittik, kimler geldi kimler geçti, diye kaynatırlar da…Yetmez, gazeteci şapkasıyla bir de milletvekili olurlar…
Oysa, medya bir iktidar odağıysa, onu yönetenlerin, ona yön verenlerin de dönem dönem kendilerini oylatmaları, hesap vermeleri gerekmez mi? Kime? Tabii ki medyadaki diğer çalışanlara ve okurlara, izleyicilere….Hatta reklamverenlere…

Demokrasi
Kimilerine fantastik gelse de hep şunu savunurum; Medya patronu ile editoryal kadronun yazılı bir protokolü olmalı, aralarında da kalın bir perde. Editoryal kadro sadece ve sadece okuruna hesap vermeli, çalışanların da karar sürecine katılımıyla…
Her yerde demokrasi istiyorsak, medyada da demokrasi olmalı. Yayın yönetmenleri, editörler, belli periyotlarda çalışanların oylamasına tabi tutulmalı, okurlara, izleyicilere hesap veren mekanizmalar oluşturulmalı…
Her devrin gazetecisi, televizyoncusu, arsızlıkların bir bedeli olacağını bilmeli, basın konseyleri, gazeteci cemiyetleri, sendikaları, meslek etiğine daha çok önem vermeli, bu kavramların içi doldurulmalı, hakkı verilmeli …

Written by Mustafa Sönmez